AKP-MHP iktidarı yaşadığı ekonomik krizi daha saldırgan politikalarla aşmayı hedeflerken gün geçmiyor ki doğaya dönük saldırılar arttırmasın.
Bir yandan deprem bölgelerinde zorla kamulaştırılan tarım arazilerini imara açıp rant devşirirken, diğer yandan kamu arazilerini yandaşlarına ihalelerle teslim edip bir çok orman alanını maden şirketlerine, turizm işletmelerine satıyor.
Ege ve Akdeniz’de orman yangınlarıyla bölgeyi ağaçsızlaştırırken Kürdistan’da ve Karadeniz’de yine kendi yandaşları tarafından kesilen ağaçlardan rant devşirmeyi meziyet olarak görüyor.
Geçtiğimiz aylarda Cudi’de koruculara adeta şov yaparak kestirtilen ağaçlarla bölgeyi çölleştirmeye çalışan devlet, HES’lerle doğasını talan ettiği Karadeniz’i talanın başka bir adresi olarak görüyor. Rize İkizdere’de Jandarmalar tarafından köylülere defalarca işkence yapılarak talan politiklarını devreye soktu. Geçtiğimiz haftalarda Artvin Cankurtaran’da ise devlet halkın tüm itirazlarına rağmen AKP’li maden şirketlerine verilen ihaleyle ormanlık alanla doğa talanına devam etti.
Bu alanda ağaç kesimini engellemek, her geçen gün daha fazla derinleştirilen bu talana dur demek isteyen Reşit Kibar, şirketin ağaç kesim işlerini devrettiği aynı zamanda tetikçi olarak görevlendirdiği kişiler tarafından ateş edilerek katledildi. Jandarmanın gözleri önünde gerçekleştirilen bu saldırıda iki kişi de yaralandı.
Devletin İkizdere’de işkence ve gözaltıyla tutuklama tehditleriyle yıldıramadığı insanlar devlet şiddetinin muhattabı olmaya devam ederken devlet destekli çete tarafından gerçekleştirilen bu saldırıyla devlet şiddeti perdelenip doğası talan edilen insanların can güvenliğinin devlet tarafından ne kadar önemsiz olduğu tekrardan gösterildi.
Olayın ardından tetiği çeken kişi Muhammet Ustabaş tutuklanırken silahın sahibi olduğunu söyleyen olay esnasında Reşit Kibar ve arkadaşlarını tehdit eden Fikret Merttürk serbest bırakıldı. AKP’li Bakan Faruk Çelik, Kaymakam ve çeşitli devlet görevlileriyle iletişimi bulunan Fikret Merttürk olayın azmettiricisi olarak alanda bulunmasına rağmen serbest bırakılırken yaralıların yakını Halkevleri üyesi Dursun Ali Koyuncu “Katillerden hesap soracağız!” dediği için tutuklandı.
Devlet doğamızı önce bir şirkete talan ettirmek üzere keyfi bir şekilde satar, bu şirketle birlikte bu ranttan pay almak isteyen kişiler halkı tehdit eder. Yetmez, doğasını savunmak isteyen kişilere kurşun sıkar, katleder. Tetiği çeken daha sonra serbest bırakılmak üzere tutuklanıp, azmettiren serbest bırakılır. Katledilen arkadaşlarının hesabını sormak isteyen “bu cinayete sessiz kalmayacağız!” diyen tutuklanıyor.
Yargı, patron, devlet, çete işbirliği ancak bu kadar net tarif edilebilirdi. Ancak bunu yaşıyoruz!
Bu cinayeti izleyen Jandarmanın, talana izin veren Orman Müdürlüğünün, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının, şirket yetkililerinin Fikret Merttürk’le aynı masaya oturan devlet görevlilerinin bu cinayetteki sorumluluklarını teşhir etmek, hesabının sorulacağını söylemek tutuklama gerekçesi yapılıyor. Katledilen Reşit Kibar’ın yakınları Muhammet Ustabaş’ın işyerinin yanması gerekçesiyle gözaltına alınıyor.
Devletin doğaya dönük topyekün saldırılarının gelinen aşamada, rant uğruna insanların katledildiği bir noktaya gelmesi devletin daha fazla pervasızlaşmasının göstergesi olurken halka dönük saldırıların daha yoğun gerçekleşeceğine dair gözdağı oluyor. Coğrafyanın dört bir yanında talana girişen devlet karşısında toprağını savunan insanlar her yerde direnerek bu talanı engellemeye çalıştı. Ancak gelinen aşamada talanın önü açılmaya şiddetin boyutu arttılmaya devam ediyor.
Bu noktada yeni yol ve araçlar geliştirmek, devletin saldırıları karşısında gerçekleştirilen direnişlerin niteliğini geliştirmek zorunluluk olarak duruyor. Devlet şiddetinin gün be gün artarak büyüdüğü koşulda halkın bu şiddet karşısında kendi gücünü örgütlediği bir alan bulunmadıkça; devlet şiddetinin kitlelerin kaygı ve korkularını büyütmekten başka bir sonucu olamayacağını görmek gerekir.
Coğrafyanın dört bir yanında gerçekleştirilen doğa talanına karşı parçalı direniş ve mücadelelerin süreç içerisinde yalnızlaşma, gücünü ve enerjisini soğurması ise birçok alanda direnişlerin önünü kapatan bir hale, uzun zamandır bürünmüş durumda. Bu açıdan, birçok kentte gerçekleştirilen direnişler sonucunda, belli örgütlülükler oluşmuş olsa da, bu örgütlülüklerin geleceğine ilişkin belli kesimlerin dışında esasta, bir adım atılmış değildir.
Ancak apaçık ki Kürdistan’da Antakya’da, Ege’de, Karadeniz’de gerçekleştirilen talan aynı merkezden kumanda edilmektedir. Bu saldırılar karşısında kendi birlikte mücadelesini örgütleyemeyen bir halkın kazanmasının imkanını nerede bulabiliriz?
Apaçık ki devlet her saldırıda farklı gerekçeler üretmekte, manipülasyonu, sansürü ustaca direnişleri bastırmak için kullanmaya devam etmektedir. Hal böyleyken bu saldırılara karşı duyarlı, geleceği gören bir yol haritası çıkarmak hiç olmadığı kadar zorunluluk halini almıştır. Krizin faturasını halka ödetmeyi görev bilmiş bir devlet gerçekliğine paralel olarak; rant kapısı olarak doğayı talan edip zenginliğine zenginlik katmaya çalışan iktidarın doğada geri dönüşü olamayacak tahrifatlar yaratmasına dur demenin sorumluluğu hepimizin omuzlarında duruyor.
Bu gerçeği bilince çıkarmış herkesin yukarıda ifade ettiğimiz birleşik mücadeleyi örgütleme sorumluluğu bulunuyor. Herkes kendi sorun ve çelişkilerine karşı harekete geçerken devletin gerçekleştirdiği her saldırının yarın kendimize daha katmerli biçimde yöneleceğini görecek bilinçle, harekete geçmesi başarının anahtarı olacaktır. Bugün doğaya dönük her saldırının insanlığın doğrudan yaşamını etkilediği ortadayken saldırının nerede ve nasıl gerçekleştirildiğinden bağımsız olarak harekete geçmek zorundayız.
Bu açıdan yanı başımızdan başlayarak bu konuda verilen her emeği büyütmek, basitten karmaşığa bu sürecin gelişmesine hizmet edecektir. Buna paralel olarak ekoloji örgütlenmelerinin hedef ve niteliğinin, her örgütlülüğün ekoloji perspektifinin geliştirilmesi bugün açısından kaçınılmazdır.
Aksi durumda devletin saldırganlığının geldiği aşamada Reşit Kibar’ların katledildiği, hesabını soracağı diyenlerin, katillerini hedef alanların, teşhir edenlerin tutuklandığı ve öfkenin bastırılması için her türlü saldırının devreye sokulduğu bir süreci yaşamamız kaçınılmazdır.
Bu cinayetin devlet tarafından bir gözdağına dönüştürülmesini engellemek yarın doğamız ve geleceğimiz adına atacağımız her adımın daha kararlı bir şekilde örgütlenmesinin önünü açacaktır.