1990’larla birlikte dünya daha bir değişim sürecine girdi. Sosyalist blokun yıkılarak iki kutuplu dünyanın yerini çok kutuplu dünyanın alması, liberalizmin dünya geneline hızla nüfuz edişi, yeni ekonomik modeller, yeni ulaşım ve iletişim teknolojileriyle daha da hızlanan dünya, hızlı nüfus artışı ve daha büyük ölçekli göç hareketlerinin de etkisiyle daha hızlı toplumsal değişimlere sahne oluyor. Bu hızlı değişim, enerji ihtiyacının artıp çeşitlenmesine sebep olmuştur. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren karbon bazlı enerji kaynakları, sanayinin ve dolayısıyla teknoloji ile uygarlığın temeli haline gelmiştir. Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru kömür ve petrol rezervlerinin azalmasının yanısıra bunların yarattığı hava kirliliğiyle ve küresel ısınmayla dünyanın/doğanın dengesini bozması sebebiyle yeni enerji kaynakları arayışına hız verilerek yeni enerji türlerine dayalı teknoloji ve sanayi inşa edilmeye başlandı.
Yeni keşfedilen doğalgaz kaynakları sebebiyle doğalgazın rezerv ömrü uzasa da dünya geneline ulaştırılması ve devletlerarası sorunlarda kilit rol oynayabilmesi (AB devletleri ile Rusya Federasyonu Merkezi arasında olduğu gibi!) dolayısıyla gelecek için istikrarlı bir enerji kaynağı olarak görülemiyor. Kömür, çok fazla hava kirliliği yarattığı gibi petrol gibi tükenmek üzeredir. Petrolün dünya genelindeki ortalama ömrü otuz yıl civarı iken Ortadoğu petrol rezervlerinin ortalama ömrü doksan yıl civarındadır. Ancak Ortadoğu’daki petrol, bütün dünyaya yetmez.
Yanısıra, “enerji kaynaklarına sahip olan dünyaya sahip olur” gerçekliğinin yarattığı bağımlılığı azaltmak veya yok etmek için devletlerin çoğu yenilenebilir enerji veya yerel enerji kaynaklarına yönelmektedir. Bir kutup ülkesi olan Norveç’te enerjinin % 70 civarı yenilenebilir enerjiden karşılanıyor. Bu model dünyaya örnek teşkil ederken, enerjide özerkliğin yarattığı politik avantaj da devletleri cezbediyor.
Bu yönelime Ortadoğu devletleri de girmiştir ve çok kutuplu dünyanın kültürüyle yetişmiş olan yeni nesil Arap yöneticilerinin öncülüğünde petrolsüz dünyaya hazırlık yapılmaktadır. Su-gıda sorunu, küresel ısınma, çevre kirliliği ve yeni teknolojilere (elektronik ve elektrikli araçlara) uyumla birlikte ele alınan petrolsüz dünyaya geçişin hızlı olması mümkün değildir. Bir bütün ekonomik sosyal altyapıyı değiştirip, şehirleri hızlıca değiştirebilmek mümkün değildir. Ancak bunun hazırlığının Batıda 1980’lerde başladığı, Ortadoğu’da ise 2000’lerle birlikte hızlandırıldığı söylenebilir.
Bütün Ortadoğu devletleri, güneş ve rüzgâr enerjisine büyük yatırımlar yapmaya veya bu yönlü yatırımları teşvik etmeye başladı. Rusya Federasyonu’nun Ukrayna’yı işgaliyle birlikte enerji bağımlılığının yarattığı sorun, Ortadoğu devletlerinin de nükleere daha çok yönelmesine yol açtı. Ukrayna krizi öncesinde riskleri dolayısıyla çok sınırlı kullanılan nükleer enerjiye talep, önümüzdeki süreçlerde çok fazla artabilir. Deniz kıyısındaki devletler, denizden faydalanıp yenilenebilir enerjilere de yatırım yaparken; tatlı suyun küresel ısınmayla ve hızlı nüfus artışıyla değerinin artması sonucu barajlara ve özellikle küçük derelerdeki suyu bile kontrol altına alabilen Hidroelektrik Santral (HES)’lere yatırımlar da arttı. Bu açıdan su savaşlarının yakında petrol savaşlarının yerini alması muhtemeldir.
Dolayısıyla pek çok devlet gibi Ortadoğu devletleri de su savaşlarına hazırlık yapıyor. En fazla petrol rezervine sahip olan Körfez İşbirliği Konseyi devletleri (S.Arabistan, Bahreyn, Katar, Kuveyt, BAE, Umman) ve Irak ile İran devletleri de petrolsüz dünyaya hazırlık yapıyor. Irak ve İran devletleri yaşadıkları ekonomik ve politik krizlerin uzun süreli olmasının etkisiyle yeni sürece çok fazla yoğunlaşamasalar da İran, nükleer enerjide ısrar ederek kendini dünya devletlerine kabul ettirebildi. Hem enerji hem silah ihtiyacı açısından nükleer enerjiye yönelen İran, bu sayede bölgesel güç alarak varlığını idame ettirmek istiyor.
Yeni tip enerjiyle gelen güç ilişkileri
Körfez devletlerinin geri kalanından yeni enerji kaynaklarına en fazla yatırım yapan devletlerin S.Arabistan, BAE ve Kuveyt olduğu söylenebilir.
1.Arabistan Devleti, 2017 yılında ilan ettiği “NEOM Projesi” (Yeni Gelecek) için 500 milyar dolar ayırdı; bu proje çerçevesinde Akabe Körfezi’nde bir yatırım, enerji, teknoloji şehri kurmaya başladı. Yine aynı yıl Riyad’da yapılan uluslararası bir konferansta Veliaht Prens Muhammed Bin Salman, S.Arabistan’ın köklü bir değişime girdiğini ve ülkesinin açık bir Ilımlı İslam ülkesi olacağını ifade etti.
Diğer Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) devletleri gibi önceden kendi vatandaşlarından vergi almayan S.Arabistan Devleti, katma değer vergisi alımına başlayarak, petrolsüz dünya için kendi vatandaşlarına yaslanmaya ve birikim yapmaya başladı. Yenilenebilir enerji kaynaklarına büyük yatırım yapan S.Arabistan, Rusya Federasyonu, Çin gibi iki kutuplu dünyada hasım sayılmış olan devletlerle bile ekonomik ve askeri işbirliği antlaşmaları imzalayarak kendine yeterli olmayı hedefliyor.
2017 yılında ABD ile 300 milyar dolarlık antlaşma yapan S.Arabistan Devleti, bu miktarın 110 milyar dolarının ordusunun modernizasyonu için ayırmış; orduyu da modernize ederken millileştirmeyi (paralı yabancı asker sayısını azaltma ve ABD-MD ordusuna bağımlılığı zayıflatmayı) hedeflemiştir.
Kuveyt ile BAE devletleri de vatandaşlarından vergi almaya başlamış, yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırımı artırmış ve ekonomi yatırımlarında sanayinin ağırlığını öne çıkartmıştır. Kuveyt Devleti “2035 Vizyonu” projesiyle yenilenebilir enerji kaynaklarında hızlı gelişme sağlamaya başlamıştır.
Ortadoğu devletlerinin bazısı, petrol gelirlerinin bir kısmını, petrolsüz dünya/dönem için fon şeklinde ayırırken, bir kısmını yeni şehirlerin yeni teknolojiyle donatılmış altyapısı için ayırmaktadır. Özellikle KİK devletleri altyapı yatırımlarını ve özellikle elektrikli araçlar ile sanayiye yönelik yatırımlarını oldukça artırmıştır. Enerjideki kendine yeterliliği, kendi ordularında da sağlamaya çalışan bu devletler, ABD’ye olan bağımlılıklarını azaltarak bölge ve dünya siyasetinde daha rahat hareket edebilecek alan açmaya çalışıyorlar.
Bu sebeple Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) devletleriyle de siyasi, ekonomik, askeri anlaşmalar yapabiliyorlar. S.Arabistan Devleti, Çin’le füze üretim tesisi anlaşması yaptı. BAE, Rusya Federasyonu ile askeri anlaşmalar yaparken; uçaklarının yeni nesile uyumu için Fransa ile anlaştı. Bu tür hamleler elbette bu devletlerin hegemon devletlerden bir bütün koptuğu anlamına gelmiyor. Ancak petrolsüz dünyanın çok kutuplu olacağı varsayılarak çoklu ilişkileri esas olan yeni dış ilişkiler politikasının Ortadoğu’da da hakim olmaya başladığı söylenebilir.
Petrolsüz dünya, oldukça karmaşık/girift politik ve askeri dengeleri beraberinde getirecek gibi görünüyor. Bir satranç tahtasındaymış gibi okunabilen iki kutuplu dengeler tarih oldu. Yeni enerji kaynaklarının yarattığı enerjide özerklik, yeni tip enerjiyle gelen güç ilişkileri, yeni tip iktidar odakları/ağları yarattığı için yeni dünyanın daha büyük değişimler yaşayacağı malum. Toplumsal değişimlerin rotasını ana hatlarıyla okuyabilmek toplumsal değişimi yönlendirebilmenin ilk koşuludur; haliyle gözler petrolsüz dünyaya çevrilmelidir.