Kendi sınırları içerisinde defalarca kez tanık olduğumuz MİT eksenli yüzlerce olay ve girişim ülke sınırlarını aşar oldu.
Türkiye Cumhuriyetlerinde Orta Doğu ekseninde İslam ülkeleri çerçevesinde boy gösteren bu yaygınlık yakın denecek dönem içinde oldukça gelişim göstermiştir. ’FETÖ’ davası adı altında Balkan ülkelerinden kaçırılarak Türkiye ye getirilen belli sayıdaki kişiler bu gelişimin ön ayağını oluşturmuştu. Adam kaçırma, rüşvet, şantaj, suikast, tehdit, uyuşturucu ve çete örgütlenmeleri belli başlı işleri arasında yer etmektedir.
Politik arenadan askeri alana kadar birçok çevreyi kapsayan bu faaliyetin iki önemli ayağı can alıcıdır.
Birincisi ayağı geniş anlamıyla Ortadoğu özel anlamıyla Irak ve Suriye Kürdistan alanlarıdır. Son yıllarda işbirlikçi KDP dolaysıyla Barzani ailesiyle girilen ilişki MİT’in bu alanlardaki ağı genişletilmiştir. Türk devletinin sömürge valisi gibi davranan Barzani ailesi çıkar ilişkileri adı altında Kürt topraklarını alabildiğince MİT’e açmış bulunmaktadır.
Bu alanda aldıkları istihbaratla onlarca suikast eylemini gerçekleştirmiş ve dehası onlarca masum köylünün hayatına mal olmuştur.
İkinci ayağı ise Avrupa’dır. Aslında devrimci ve Ulusal Kürt Hareketi Alevi örgütlenmesi ve farklı alanlardaki muhalif kesimlerin en organize oldukları alanlardan biridir Avrupa.
Türkiye’de ki demokratik ve özgürlük mücadelesine bazen yüzbinleri bulan güçle destek sunan devasa örgütlü bir güç oluşturulmuştu.
Türkiye de faşizmin toplumsal muhalefete yönelik baskı ve sindirme saldırıları kısmi olarak tutmuş ve devrimci muhalefet savunmaya hapis edildiği bir dönemde Avrupa da ki kitlesel mücadele önemli bir moral kaynağı olabilmişti. Neredeyse Türkiye de ki her anti-demokratik harekete kitle boyutuyla teşhir politikası ile karşılanıyordu.
Ve de Avrupa kamuoyu ve siyaseti üzerinde baskı aracı oluyordu. Kısacası ülkede bastırılmış muhalefete karşın Avrupa da güçlü ve örgütlü bir muhalefetin varlığı Türk devletini oldukça rahatsız etmişti. Afrin işkal saldırıları ve 31 Mart seçimleri karşısında özellikle Avrupa’daki sokak protestoları ve örgütlü çalışma tarzı son odak noktasını oluşturdu.
İçişleri bakanı Soylu “orda sokaklarda teşhir edeceksiniz buraya da gelip güneşleneceksiniz” diyerek devletin yaklaşımını ortaya koydu.
“Kısacası beni orda teşhir edip burda izin yapacaksınız. Buna müsaade yok” diyerek karşı hamlede bulundu.
Onlarca insan havaalanında geri çevrildi ya da tutuklandı. Medya da bu korku psikolojisinin yoğun bir propagandası yapıldı . Bu psikoloji yeteri kadar devrimci ve ulusal hareket tarafından anlaşılamadı.
Karşı önlem ve politikalar geliştirilemedi. Kitle etkinliklerine katılan yüzlerce insan birkaç yıl içinde içerisinde geri çekildi. Sokak etkinlikleri sayısı bir hayli düştü. Türkiye’ye gidememe ordaki yatırımlar korkusu ve mücadeleyi içselleştirememe yönüyle örgütlü alanın daraltmasına etken oldu.
Ardın dan sırf Avrupa da on binlere varan Mit için çalışanlar kamuoyuna servis edildi. MİT in öteden beridir cami, cemaat ve işsiz güçsüz lümpen çete MHP faşist çevresini kullanarak sesiz bir şekilde örgütlendiği gerçeği pratik sahaya yansımaya başladı. Her anımız ve hareketimiz sanki MİT kontrolünde her an birileri tarafından ihbar edilecek hissinin yarattığı basınç giderek kitleler üzerinde etkili oldu.
Oysa Faşizme karşı mücadelenin bedelleri olduğu ülkeye izine gidememe olabileceği gerçeğini anlatamadık. Mücadele ve bedel ikilemi kavranmadığı ve kırılmadığı müddetçe bu psikoloji bizleri daraltarak devam edecektir. Fransa da katledilen üç Kürt kadın siyasetçinin mesajı ve MİT örgütlenmesinin ciddiyeti ve yapabilecekleri üzerine yeterince durulmadı.
Hayko Bağdat ve bir dizi sürgündeki siyasetçiye yönelik suikast tehditlerinin altında yatan ciddi örgütlenme ağını gösteriyordu. Zaman zaman sokak protestolarında faşist güçlerle karşı karşıya gelinmesine karşın son süreçlerdeki daha örgütlü saldırıları açıktan yapılmaya başlanması tesadüfü değildi.
Avusturya’nın Viyana şehrinde ATİK bağlı derneğin ve aynı binada bulunan diğer kurumların derneklerine yüzlerce faşistin saldırarak yakma ve yağma girişimleri çıtanın yükseltildiğinin kanıtıydı. Günlerce süren saldırılar yine kitlesel anti-faşist karşı duruşla durdurulmuştu. Hemen akıbetinde Avusturya hükümetinin direk Türk MİT’ini açıktan açıktan teşhir etmesi gelinen aşamanın önemini gözler önüne sermekteydi.
Bu tartışmalar sürerken geçtiğimiz günde yine bir MİT elamanının Avusturya makamlarına teslim olarak itiraflarda bulunması önemli bir örgütlenme ağını ortaya çıkarıyor. Teslim olan MİT elamanı yeşiller eski millet vekili akademisyen Berivan ASLAN ve Politikacı Peter PİLZ’e suikast planını deşifre etmesi ciddi bir tartışmayı da beraberinde getirdi.
Öne çıkmış politikacı veya önemli şahsiyetleri suikast ve korkuyla susturmak. Gösterilere katılan kitleyi tehdit ve şantaj yoluyla korkutmak. Böylece iç faşist baskıyı dış sindirme politikasıyla bütünleştirmek.
Avrupa da esası 80 den bu yana politikleşmiş geniş bir tabanın varlığı ve örgütlülüğün olanakları olmasına karşın devletin ülke içindeki saldırıları bertaraf edilememiş olmasından kaynaklı kitle üzerinde yarattığı gerileme ve geri çekilme psikolojisini MİT aracılığıyla Avrupa alanında gerçekleştirme çabasına müsaade edilmemelidir.
Bu bağlam çerçevesinde kazanılmış hiçbir mevziden geri çekilmemek can alıcı bir öneme sahiptir. Bu bilinç her defasında kitleyle tartışılıp var olan korkular ve tedirginlikler aşılmalıdır.
Anti- faşist mücadele önümüzdeki dönemin en önemli mücadele biçimini alacaktır. Kitle ayağı ve sokak etkinliklerinin içeriği boşaltılmadan önemle korunmalıdır. Bu hem Avrupa da gelişen ırkçılık açısından hem de Türk ırkçı saldırılarının önlenmesinde büyük yarar sağlayacaktır. Belçika, Fransa , Hollanda, Almanya ve Avusturya da başlayan direk MİT tarafından yönlendirilen bu organizasyonun ağının asıl amacı Avrupa da ki devrimci örgütlenmelerinin kitle ayağını boşa çıkartmak amacını güdüyor.
Çok kapsamlı saldırıları bertaraf edecek politik öngörü ve inatla mevzileri koruyacak dirayet ve teşhir politikası bu süreçte kan kaybını durdurabilir.