Zorlu yollardan ve yıllardan geçiyoruz. Bu sürede belki de acaba yolumuz hiç kesişti mi diye düşünüyoruz. Sonra bir de bakıyoruz ki, alıkmak için altımda mı olman lazım? Lubunya, sınıf mücadelesi bu anlamıyla but olanaklara sahip. Zira kendi yağımızda kavrulurken sadece altımızdakine alıkmayı başarabiliyoruz. Ancak şimdi senin yürüdüğün Onur Yürüyüşü yollarıyla benim yürüdüğüm silahlı mücadele yolu tam da sınıf mücadelesi nehrinde kesişiyor. Onurlu yürüyüşlerde alıkıyoruz anlayacağın.
Bir süredir uzaktan izlemek zorundayım Onur Yürüyüşlerini. Ancak bittabi aynı heyecanla. Ne de olsa Gani Met’in de dediği gibi “lubunya her yerde kendini belli eder”. Deneyimlerinizi okuduğumda ne heyecanlar çoğalıyor içimde. Bir de “Her yürüyüşümüz Onur Yürüyüşü” sloganı gelince aklıma aslında o kadar da uzaktan izlemediğimi hatırlıyorum. Elbette son yıllarda yaşanan gelişmeler nedeniyle mücadele farklı biçimler almaya devam ediyor. Su akıp yatağını buluyor. Bununla birlikte belirli olanaklara “mecbur”muşuz izlenimi de uyanıyor. Bu kadar mecbur muyuz gerçekten? Sınıf mücadeleleri tarihi bu soruya cevap olacak milyonlarca deneyimle dolu. Bizler açısından bir tarafta kendini her türlü sinsilikle dayatan heteroseksizmin madilikleri duruyor. Ancak mücadele de devam ediyor. Emperyalizme, kapitalizme, faşizme, ataerkiye, heteroseksizme ve her türden gericiliğe karşı madileşmek, daha da but madileşmek için ve hatta bütün bunları nihai olarak naşlayabilmek için sahip olduğumuz kudret “damarlarımızdaki asil kanda” değil elbette, sınıf mücadelesinin denizlerinde.
Lubunyalar kurtuluş maratonunda birçok farklı dalda şanlarken ya da daha bilinen ismiyle LGBTİ+ hareketinin gelişimi diyelim, belirli sınırlara dayanmış bulunuyor. Bu mücadelemizin anlamsızlığı ya da yetersizliği anlamına gelmiyor. Sınıf mücadelesi derken de şovenistlerin “ne gerek var, devrimden sonra çözülecek” anlayışı değil elbette. Yalnızca mevcut olduğumuz sistem içinde belirli hakların talep edilmesinin yetersizliğinden bahsediyorum. Lenin yoldaşın da sıklıkla dikkat çektiği ekonomizm diyelim. Heteroseksizm bir sistem sorunudur ve ortadan kaldırılması sistemin alaşağı edilmesine de bağlıdır. Heteroseksizmle mücadele etmeksizin de bu sistem kökten naşlatılamaz. Bu anlamda elbette Gezi’de barikatlarda direnmek de bir araçtır, anayasal tanınma talep etmek de, lubunyaların ailelerini örgütlemek de, bir açılıp bir kapanan pankartla sokaklara dağılıp korsan örgütlemek de. Bütün bunlar dönemin koşullarına uygun politika üretebilecek kıvrak zekaya sahip olabilmekle ilgilidir. Ki, lubunyaların bu konuda hiçbir sorunu olmadığını bilmeyen yoktur heralde. Varsa da alıktır, ne diyelim. Ancak son yıllarda faşizmin artan saldırıları ile birlikte her ne kadar şugar siyasetler örgütlense de bir noktadan sonra hem bu siyasetlerin lubunya kitleler içerisinde değerlendirilip tartışılabileceği mekanizmalar örgütlenmiyor hem de azalan bir sayıyla “aktivizm” dar bir çevreye sıkışıyor. Bu koşullarda bile sokaklarda olmak elbette önemli ancak yeterli mi gerçekten? “Aktivizm” yerine devrimci militanlaşmanın zamanı değil mi artık? Yoksa birileri çıkıp bir yerlerden devrimi yapsa kim örgütleyecek heteroseksizme karşı kültür devrimlerini?
Bu anlamıyla önümüzde tarihsel sorumluluklar duruyor, lubunya! Genel çağrılarla, yürüyüşlere katılmakla, heteroseksizmin etkilerini tespit etmekle yetinmemek gerekiyor. Belirli etkinliklerin yapılabilmesinin dahi önemli olduğunu da bilerek tabi ki, bunların amaç değil araç olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu etkinliklerin başarıyla geçmesi, ortaya çıkan deneyim paylaşımları, alıktığımız bir direniş örneği elbet gözümüze umut kaçıracak ve bir damla yaş süzülecek. Bu zayıflığımızın değil nefretin dayatıldığı bu toplumda nasıl bir sevgi topu olduğumuzun göstergesidir. Bunlarla birlikte senin benim görevim sadece bununla yetinmek olamaz, olmamalı. Amaç kendimizi şanlatmak değil elbette. Amaç bu sınıf mücadelesi içerisinde üzerimize düşen rolü oynamak ve zafere ulaşmaktır. Lubunyaların sadece Onur Yürüyüşlerinde ya da belirli etkinliklerde ve “aktivizm faaliyetlerinde” bir araya geldiği ve faşizm güçlendikçe de daralan bu alanlardan çıkmalı ve devrimin lubunya önderliklerini yaratmalıyız. Önderlik yaratmak denilince karşı devrimin saldırıları ve anarşizmin etkisiyle genelde “Tek adam rejimi istiyorlar” gibi bir hissiyat uyansa da bizler bunun böyle olmadığını iyi bilmek zorundayız. Bu önderlikler tabi ki, kolektivizmi esas alan ve bu sistem karşısında profesyonel biçimde örgütlenmenin ilkelerine sahip önderliklerdir. Bu anlamıyla lubunyaların yılın her günü, günün her saati bir biçimde örgütlenmesinin ve birliğinin sağlanmasına kafa yormak, buna uygun araçları yaratmaktan bahsediyorum. Elbette, Türkiye ve T.Kürdistanı’nda LGBTİ+ hareketinin gelişim seyri içerisinde çeşitli sebeplerle bu tür örgütlülükler yaratılmamış, tersine gün geçtikçe ekonomizmin sınırlarına hapsedilen bir gelişim seyri izlenmiştir. Faşizmin saldırıları nedeniyle bu ekonomist anlayışlar bile kendisine yaşam alanı bulamasa ve baskı koşulları çeşitli direnişleri ateşlese de, faşizmin varlığı ekonomist anlayışların LGBTİ+ kitleleri kurtuluşa ulaştıramayacağı gerçeğini değiştirmemektedir.
Bununla birlikte devrimci ve demokrat saflarda da durum but şugar değil. HDP/DEM Parti örneğinde görüldüğü gibi sağlam örgütsel temellere oturtulmadığı sürece lubunyaların kazanımları hızlı biçimde popülizme kurban ediliyor. 2013’te herkes “LGBTci”yken bugün büyük çoğunlukta geri adım atılmış olması elbette “nankör”lükten değildir. Her şeyin bir gelişim seyri vardır ve bu gelişim seyri kendi doğasına uygundur. Bu felsefeler ve dünya görüşleri için de böyledir. Bu anlamıyla saflarında örgütlü bulunduğumuz dünya görüşünün şugariyetini de alıkmak gerekiyor, lubunya. Bütün bu ahval ve şerait içinde, bilinçli özneler olarak bize düşen ne, o halde? Kitleler içinde önderleşecek lubunyalar olmak, heralde!
Henüz var olduğumuzu ispatlamaya çalıştığımız bir noktadan özneleşme, örgütlenme ve önderleşme bilincine ulaşmak elbette tarihsel misyonlarımızı alıkmamızla ilgilidir. Biz, bugün bunu yapamıyorsak esas olarak misyonumuzun bilincinde olmadığımız veya yeterince olmadığımız içindir. Bu da elbette gerekli teorik, ideolojik, politik birikim ve derinliğe, kafa açıklığına ve benzerlerine sahip olmadığımız için yapamıyoruz demektir. Başka bir izah yanı olamaz. Bunu kabullenmemek veya gizlemekle de bir yere varılamaz. Bunu da ancak kolektivizmle aşabiliriz. Sorunlarımızı, hastalıklarımızı tespit etmek -ki çevremizde kendileri lubunya olmasa da heteroseksizme karşı mücadelede özneleşme konusunda azimli yoldaşlarımız gibi bir şansımız da var- ve bunları aşacak adımlar atmak elbette oturduğumuz yerden olmayacak. Lubunya kitleler içinde kesintisiz faaliyet yürüterek, önümüze çıkan sorunlara çözümler bularak, karma alanlarda -natrans ve heteroseksüellerin olduğu yerlerden bahsediyorum- tartışmalar örgütleyerek ve önümüze somut hedefler koyarak bütün bu süreci zafere ulaştıracağız.
Bu anlamıyla Onur Yürüyüşleri de bu emeğimizin ve doğru çalışma tarzımızın sonuçlarını aldığımız için gözlerimizi dolduracak ve karanlığa hapsedilmeye çalışılan her yaştan, milliyet ve inançtan, iş kolundan lubunyalara umut olacaktır. Yeter ki, hapsedilmeye çalışıldığımız ekonomizmin sınırlarını parçalayıp kendimizi sınıf mücadelesinin denizlerine atalım, lubunya.