İstanbul: Son olarak Dağlıca’da yaşanan asker ölümlerinin ardından dün gece HDP binaları hedef alındı, Kürtçe konuşan bir genç katledildi, mevsimlik Kürt işçiler saldırıya uğradı, Kürdistan’a giden araçlar taşlandı, Kandil bombalandı, nefret medyası ölüm emri verdi…
7 Haziran seçimleri devlet açısından bir milat oldu. Faşizmin genlerinde mutasyon yaratan, toplumsal muhalefetin devlete ve özelde AKP’ye verdiği mesaj olan 7 Haziran seçimlerinin ardından AKP, halka karşı yeni bir saldırı süreci başlattı. Kobanê ile Suruç Katliamı ve ardından yürürlüğe koyulan savaş konsepti ile yüze yakın insan katledildi, binlerce kişi gözaltı ve tutuklama furyasıyla baskı altına alındı.
T. Kürdistanı’nda yüzlerce bölge yeni ismiyle “Özel güvenlik bölgesi”, bilinen eski ismiyle “OHAL bölgesi” ilan edildi. Özellikle AKP’nin (ve hatta Dersim özgülünde CHP’nin) seçimlerde tamamen silindiği bölgeler (Silopi, Sur, Cîzre, Dersim…) hedef seçilerek katliamlar gerçekleştirildi. Görünen o ki, her şeyde sandığı adres gösteren egemenler bu konuda da ikiyüzlüydü ve sandıktan çıkan sonuçları hazmedemedi/hazmedemeyecekti.
Ülkenin batısında ise adı konulmayan bir OHAL uygulaması yürürlüğe konuldu. Yapılan her demokratik eyleme, basın açıklamasına, yürüyüşe yasak getiren egemenler; İstanbul’da Taksim, Kadıköy, Sarıgazi, Gazi, Okmeydanı…, Ankara’da Sakarya, Yüksel, Tuzluçayır…, İzmir’de Alsancak, Sevinç Pastanesi önü… ve bilumum devrimci, demokrat ve yurtseverlerin faaliyetlerinin görünür olduğu bölgelerde yapılan tüm eylemlere yoğun polis ablukası ve saldırısı ile ortamı terörize etti.
Şu an ülkenin dört bir yanında eylem yapmak bilfiil yasaklanmış, demokratik alanlara el konulmuş, adeta yan yana gezen 2 kişiye bile müdahale edecek hale gelmiş bir “güvenlik konsepti” devreye koyulmuş durumda!
Tek bir günde yaşananlar…
Tüm bu saldırılar dün itibariyle daha da tırmandırılmış ve bugün itibariyle yeni bir boyuta erişmiş durumda. Bu saldırılara karşı yapılan eylemlerde giderek artan polis ve asker ölümleri; ki özellikle ölen asker sayısını PKK’nin 31, Genelkurmay’ın 16 olarak açıkladığı Dağlıca baskının ardından; AKP açısından fırsata çevrilmeye çalışılmış ve Kürt halkına dönük ırkçı-şoven damar kullanılarak saldırılar örgütlenmiştir.
Türkiye’nin batısındaki HDP binaları devlet güdümlü sivil faşistlerin hedefi oldu, en az 128 HDP binası kundaklanıp saldırıya uğradı.
İstanbul’da telefonda Kürtçe konuşan bir genç faşistler tarafından katledildi.
Konya ve Ankara’da Kürt mevsimlik işçiler çoluk-çocuk denilmeden linç saldırısına maruz kaldı, kaldıkları yerler ve araçları kundaklanmak istendi.
Mersin ve Kayseri’den Kürdistan bölgesine giden araçlar faşistler tarafından durdurulup camları kırıldı, içinde “Kürt olup olmadığı” sorgulandı ve insanlar darp edildi. Bu illere yolcu taşıyan otobüs firmaları, hem işyerlerindeki hem de otobüs üzerlerindeki Kürdistan illerinin isimlerini silmek zorunda kaldı.
Ve tüm bunlar yalnızca bir günde gerçekleşti.
Hedef sadece HDP değil!
Bu saldırı konseptinde hedef yalnızca HDP değil.
Keza bugün sabah ESP’ye İstanbul’da gerçekleştirilen ve gün boyu süren baskın ve gözaltılar; devrimcilerin, demokratların, ilericilerin de aslında hedef olduğunu göstermektedir.
Ayrıca 2 gün önce Gazi Mahallesi’nde yine bir protesto eylemine saldıran polis 2 Partizan okuru, 2 ESP’li ve 1 yurtsever çocuğu gözaltına almıştı.
Yine 3 gün önce bir Yeni Demokrat Kadın aktivisti ve Partizan okuru bir kadın polis tarafından kaçırılarak taciz ve tehdit edildi.
Bu saldırı ortamını ve konseptini fırsat bilen patronlar ORS’de hakları için direnen işçi ve ailelerine jandarma korumasında saldırdı.
İstanbul-Tuzla’da aylardır süren Ermeni çocukların anılarının yıkılmak istendiği Kamp Armen’e faşist saldırı gerçekleştirildi.
Tüm bunlarda son birkaç günde gerçekleşen saldırılar.
Görünen o ki, karşımızda planlı-programlı bir saldırı konsepti var ve anlaşılan bu konsept 1 Kasım seçimlerine hazırlanıldığı süreçte de devam edecek.
Lafta değil, sokakta mücadele, dayanışma!
Peki bu saldırganlığa karşı ne yapılmalı?
Şurası açık ki; toplumsal muhalefet bugün açısından sokağa çıksa da çıkmasa da devlet terörünün hedefindedir. Oysa seçimlerin ardından oluşan hava pek de hayra alamet değildir. HDP’nin % 13 oranıyla mecliste yer alması ciddi bir kazanım olarak ele alınsa da, bir süredir muhalefetin esasının meclisteki konumlanmadan doğru şekillenmesi, mücadelenin milletvekillerine havale edilmesi gibi bir sonuca götürmektedir.
Bu da halk kitlelerinin kendi mücadelesinin öznesi olması bilincine ket vuran bir hal almakta ve üzerine Suruç ve ardından gerçekleşen kanlı saldırılar eklendiğinde bu bilinç kırılması bir korku duvarına dönüşmektedir.
İşte tam da bu en tehlikeli olandır!
Hayatını halkların kanı, canı ve alınteri üzerinden kendi devamlılıklarını sağlayan egemenlerin sözcüsü ve koruması devlet her durumda saldırmaya devam edecektir. Saldırı mevzisini direnenlerin mevzisini geriletmek için hep daha ileriye giderek kurmaya ve direnenleri sıkıştırmaya çalışacaktır. Bu onun doğasında olandır.
Ancak direnenler mevzisini, her daim egemenlerin saldırısına göre geriye geriye kurarsa ve her seferinde kendinden ödün vermeyi sürdürürse işte orada kaybedilmiş olunur. Çünkü devlet doğası gereği, direnenlerin mevzilerini yok ederek ilerlemesini sürdürmek isteyecektir ve direnenler ne kadar ödün verirse buna doymayacaktır!
O yüzden lafta değil sokakta ve tüm mücadele alanlarında dayanışmanın ve mevzileri sağlamlaştırmanın zamanıdır. Çocuk kanına doymayan bu canavara karşı başka yol yoktur!