Kapitalizmin gelişimi burjuvazi açısından kendi pazarının tanımlanması zorunluluğunu ortaya çıkarmaktaydı. Bu zorunluluk, devlet sınırları adı verilen hayali sınırlar içinde geçmişten gelen kimi ilişkiler ile tanımlanan ulus kavramının ortaya çıkmasında etkili oldu. Kapitalizmin eşitsiz gelişimi kimi ülkelerde uluslaşma sürecinin hızla ilerlemesi kimilerinde ise oldukça geriden gelmesi ile sonuçlandı.
Tüm dünyada yaşanan uluslaşma hareketleri, Osmanlı topraklarında ancak 19. y.y.’ın sonları ve 20. y.y.’da görülmeye başlandı.
Bu hareketlere Osmanlı hakim sınıflarının tepkisi süreç içinde farklılık gösterdi. Örneğin Osmanlı’yı uzun bir süre istibdat yönetimiyle yöneten Aldülhamit diktatörlüğü sırasında Ermenilere yönelik sayısız katliam gerçekleştirildi. Osmanlı’nın yaşadığı toprak kayıplarına ve iktidarın kötü yönetimine karşı dönemin Osmanlı hakim sınıfları içinde başgösteren hoşnutsuzluk ve tepki, aralarında subayların da olduğu, önce Jön Türkler adı verilen ve sonrasında ise İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) adını alan örgütlenmelerin kurulmasına neden oldu. Bu örgütlenmeler, devletin toprak kayıpları ve kötü yönetilmesiyle çökmesini engellemek için Abdülhamit diktatörlüğüne karşı mücadele içine girdiler. Bu mücadele içinde diğer ulus ve milliyetleri de yanlarına almak için önce Osmanlıcılık, sonra İslamcılık ve nihayetinde Türkçülük ideolojisini savundu ve uyguladılar.
Osmanlı’nın çok etnisiteli yapısı, yönetimi 1908 itibariyle ele geçiren İttihadçıların Türkçülük fikriyle karşı karşıya geldiğinde sonuç Anadolu’da yaşayan Rum, Ermeni, Kürt, Alevi, Yahudi halklar için tam anlamıyla bir felaket oldu.
İttihadçıların bir ulus devlet yaratma amacıyla “Anodolu’nun Türkleştirilmesi” olarak formüle ettikleri gerçekte ise “sermayenin Tükleştirilmesi” olarak pratiğe geçen uygulamalarla başta Hıristiyan olan Ermeni, Rum ve Süryanilere yönelik soykırım, mallarına ve servetlerine çökme siyaseti, Yahudilerle, Alevilerle ve nihayet Kürtlere yönelik olarak sürdürüldü. Amaç sermayenin Türkleştirilmesi adı altında, Türk burjuvazisinin soykırım, yağma ve talanla ilk sermaye birikimini sağlaması ve kendi ulus devletini kurmasıydı.
İttihadçıların başlattıkları hamleler yine İttihadçı kadrolar tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi siyasetini oluşturdu ve Türk-Sünni ulus oluşturma gayesi ile Anadolu’da yaşayan ulus, milliyet ve ezilen inaçlara yönelik soykırım ve asimilasyon uygulamaları olduğu gibi devam ettirildi.
Kendini var etmek için “öteki”ni yok etmek!
“Anadolu’nun ezelden beri Türk yurdu olduğu” ya da “Türklerin özel bir tipte kafatası yapısına sahip oldukları”nı ispata girişecek kadar etimolojik ve ontolojik anlamda ırkçı bir düşünceye dayanan “yeni” cumhuriyetin Anadolu’da binlerce yıldır yaşayan ulus, milliyet ve inançlara karşı siyaseti yok etme, servet ve mallarına çökme, inkar ve asimilasyona tabi tutmak biçimde özetlenebilir.
Öyle ki Anadolu Rum, Ermeni ve Yahudi nüfusu geçmişteki durumlarıyla kıyaslandığında neredeyse tamamen yok edildi ve kalanların da büyük kısmı kimliklerini gizleyerek yaşamaya mecbur edildi. Kürtler ise kitlesel katliamlar sonrasında dilleri üzerinde uygulanan yasaklar, Kürt köylerine yönelik komando seferleri vb. uygulamalarla asimilasyona, kimliklerini inkara zorlandılar. Benzer şekilde Aleviler de Alevi köylerine yapılan camiler, Alevi çocukların zorunlu din dersi uygulamaları ile asimile edilmesi uygulamalarına maruz kaldılar, kalmaya devam ediyorlar.
Elbette Türkleştirme saldırıları sadece yukarda anılan milliyet ve inançlarla sınırlı değil. Örneğin Romanlar da aynı asimilasyon ve türlü aşağılamalara maruz kalmaktadır. Bugün her ne kadar Roman bireylerin devlet memuru olmaları önündeki yasal engel kaldırılmış gibi gözükse de yasal olmayan engellemeler devam etmekte, Roman olmak TC hakim sınıflarının egemen kültürü tarafından da aşağı görülmekte, Roman halkı aşağılanmaktadır.
Devletin doğrudan kendi güçlerini kullanarak anılan uluslara karşı geliştirdiği katliam ve saldırılara ilaveten yine devletin kontrgerilla unsurlarının ve örgütlenmelerinin harekete geçirdiği ilkel, lümpen kitlelerin saldırıları ile günümüzde özellikle Kürtler, Romanlar, Araplar, Afganlar kısaca “kendinden olmayan” herkes hedef alınmaktadır. Yakın dönem örnekleri olarak Alanya, Fethiye, Kayseri, Samsun, Trabzon’da Kürtlere; Selendi’de Romanlara yönelik saldırılar, Ankara’da Suriyelilere yönelik saldırılar bu kapsamda değerlendirilmelidir. TC devleti bu tür saldırıları organize ederek bir taraftan hedefteki ulusun asimilasyon sürecini hızlandırmayı diğer taraftan da bu saldırılara katılan lümpen faşist grupların hemen başka saldırılar için hazır tutulmalarını hedeflemektedir.
Cumhuriyetin kurulmasından bugüne kadar geçen 100 yıllık süreçte Alevi köylerine cami yapılmaya devam edilmesi, Alevi çocuklarının asimilasyonu için uygulanan zorunlu din dersi uygulamasının devam ettirilmesi; Kürt ulusunun kendi dilinde eğitim yapmasının, kendi seçtiği kimselerle temsil hakkının sağlanmasının gerek parlamentoda gerekse yerel yönetimlerde önündeki engeller; Ermeni, Rum, Yahudi milliyetlerinden olmanın bizzat devleti yöneten kadrolar tarafından hakaret ile anılması devlet siyasetinin ne olduğuna ilişkin fikir vermektedir.
Türk Sünni egemen ulus ideolojisi: Kemalizm!
Aradan geçen zamandan sonra örneğin kendini Kürt olarak tanımlayan ancak Kürt ulusuna hakim ulus baskısını uygulayan kadroların başında gelen Mustafa Kemal’e ve onunla özdeşleşen Kemalizm’e ilişkin olumlu payeler atfetmeye başlamış olmaları sınıf odaklı olmayan yaklaşımların yaşabilecekleri muhtemel handikaplara işaret ediyor olduğu için önemlidir.
Mustafa Kemal ve cumhuriyetin yanlış değerlendirilmesine ilişkin bir diğer durum da Alevilerin bu konudaki bilinç bulanıklığı ile kendini göstermektedir. Osmanlı tarihi boyunca üzerinde yaşadıkları toprakları terk etmeleri yasak olan, türlü katliam ve zorunlu göç uygulamalarına maruz kalan Aleviler, cumhuriyetin ilanı ile birlikte ilkin kimi farklı beklentiler içine girmişlerdir. Ancak Mustafa Kemal’in liderliğinde Alevi halka yönelik gerçekleştirilen Koçgiri, Dersim soykırım uygulamaları ve yine bu dönemde Alevilerin cem ibadetlerinin devlet askeri eliyle yasak edilmesi, takibata uğraması; Kemalistlerin iddialarının aksine gericilikle hesaplaşma değil Alevi halkın asimile edilmesi için uygulanan Tekke ve Zaviye’lerin yasaklanması Alevilerin bu dönemdeki umutlarının boşa çıkması ile sonuçlanmıştır.
Tek partili dönemin sonlanıp da ilk çok partili seçime gidildiğinde hakim CHP’ye alternatif olarak gördükleri Demokrat Parti için Alevilerin kitlesel oy kullanmaları, Mustafa Kemal’in tek lider olduğu dönemde ve sonrasında tek partili dönemde yaşanan Alevilere karşı saldırı ve asimilasyon uygulamalarına tepki niteliğindedir. Ne var ki aradan geçen zamanda devlet siyaseti bu açığı kapatmak konusunda oldukça farklı taktiklere başvurmuş, örneğin Süleyman Demirel’in itiraf ettiği gibi ‘İzzet Doğan’a Cem Vakfı’nın kurdurulması’ gibi yöntemleri uygulamaya koymuştur. Böylelikle Alevilerin hakim Sünni inanışın ritüelleri sahiplenmesi dışardan devlet baskısı ile değil de içerden Cem Vakfı için çalışan ‘devlet dedeleri’ aracılığıyla yapılagelir olmuştur. Bu asimilasyon çalışmasına son derece ilginç bir örnek olarak hakim sermaye grupları ile çelişme yaşayana kadar devletin merkezi tarikat örgütlenmesi gibi hareket eden Gülen Cemaati’nin Cem Vakfı ile birlikte uygulamaya koymaya çalıştıkları “cami-cemevi” projesi ele alınabilir. Burada devletin Cem Vakfı gibi organizasyonları kullanarak varmaya çalıştığı hedef kendisini açıkça göstermektedir.
Bugün Ermeni, Rum, Yahudi, Kürt, Alevi ulus, milliyet ve ezilen inançlardan olan yurttaşların kimliklerinde -kendilerinin bilmedikleri ama devlet tarafından bilinen- farklı soy numarası uygulamasının olması, TC devletinin Türk ve Sünni olmayan ulus ve milliyet ve inançlara karşı tutumunun geride kalan 100 yılda değişmediğinin göstergesidir.
Cumhuriyetin 100. yılını geride bırakırken 100 yıldır uygulana “ötekini” imha etme ya da asimilasyona tabi tutarak biat ettirme politikası hız kesmeden devam etmektedir. Üstelik bu politika İslamcı iktidar eliyle çeşitlendirilerek, kadınlara, LGBTİ+lara yönelik yok sayma ve katletme politikalarıyla zenginleştirilmiştir. Yaşasın cumhuriyet diye diye, kendinden olmayanı katleden, kendine biat etmeyi şart koşan faşist bir rejimle karşı karşıya olduğumuz bilinmelidir.