Savaşçı adlarıyla tanırız yoldaşlarımızı. Son sözlerini söyleyip silahlarını devrederken bizlere, toprağa düşüp yıldızlara uzanırken elleri, o zaman bizde saklı kalan kayıtlı ismine bakarız. Saklı kalan kayıtlı ismini o zaman öğrenmeye başlarız. Ancak kayıtlı isimlerini artık öğrenmiş olsak da, yine de onları savaşçı kimliğiyle ve parti isimleriyle tanımaya ve anmaya devam ederiz. Hatıralarımızın en canlı devrimci yerinde saklı kalır özgürlük harfleriyle yazılı isimleri. Bir de özgürlük afişlerimizde kalan gülüşleri.
Sonra en çok birlikte geçirdiğimiz zaman diliminde yaptıklarımız, gece yürüyüşlerimiz, nokta sohbetlerimiz ve bitmeyen gülüşleri ve yoldaş sıcaklığı kalır aklımızda. Sonra bazen sonuç aldığımız, bazen alamadığımız düşman keşiflerinde geçen sessizlik zamanlarımız kalır geride. Sonra en küçük bir sese bile tahammülümüz olmayan, sızma adımlarımızla düşmana yaklaşan namlularımız kalır. Yoldaşlarımıza dair anlatmaya çalıştığımız her hikayede eksik cümlelerimiz kalır dilimizin ucunda.
Orhan yoldaşın dilinden en çok dökülen sözcüktü “evladı Kerbela”. Hemen her bir yoldaş seslenişinde ya da başladığı her konuşmada ya da kendine özgü her espiride “evladı Kerbela” sözleri dökülürdü kendiliğinden. Mazlum bir halkın ve Alevi inancın gülen gözlü çocuğunun aklında kalan Kerbela’da yaşanan zulümdür. Bundandır ki devrimcileşen her bilinç ve sözde, geriden gelip dilde adı kalan izler kolay silinmez. Sökülüp atılmaz. Zaten her birimizi devrimcileştiren nedenlerin bir yerinde ötekileştirilmiş inançlarımızdan, kimliklerimizden, cinsiyetimizden, sınıfımızdan vb. dolayı yaşadıklarımız ve yaşatılan acılar değil midir?
Orhan yoldaşın da tıpkı diğer şehit yoldaşlar gibi kendine özgü, kendisi olan bir gülüşü vardı. Sık terleyen yüzünü silip boynundan eksik etmediği Dersimli analarımızın hediyesi olan kenarları işlemeli yeşil bir mendili vardı. Boynundan hiç eksik etmezdi soluk renkli mendilini. Gerillanın yüzünde biriken terleri silen her mendil bir anlamda Dersimli her bir ananın emek dolu sevgi damlalarıdır. Onların bitmeyen iyilik dualarıdır gerillanın yüzünde dolaşan. Halkın emeğidir, suyu hürmetidir. Gerilla, halka duyulan saygının yaşayan canlı temsilcisi gibidir. Bir anlamda çağdaş dervişleridir.
Orhan yoldaş, anlatılması en zor yoldaşlarımızdan biriydi. Kabul ve retleri kendine özgü yoğunluktaydı. Her şeyi kolay kabul eden, kolay kafa sallayan ya da kolay ikna olan-onay veren bir yoldaş değildi. Asiliği ve sahip olduğu renkli karakteriydi onu biraz Orhan yoldaş kılan. Onun bu özelliği gerilla bileşenine ve ortamına ayrı bir renk katardı. Kendine özgü varlığı ayrı bir mutluluktu. Fikir ve önerileri hiç eksilmezdi. Düşünsel yaratıcılığı, fikir zenginliği en fazla en farklı en çok olandı. Her yoldaş onu bu kendine ait fikirleri ve bitmeyen önerileriyle tanırdı. Bu değişik bir zenginlikti. Orhan yoldaş gerillanın doğasına ve toprağına katılmış ayrı bir yaşamdı. “Monoton” akıp geçen zamana inatçı bir duruştu.
Uzun ince boyuyla gerillanın en uzunlarından biri sayılırdı. Bu bazen bir avantaj olurdu bazen çabuk yorulmanın bir nedeni. Fiziksel yoğunluk ve güç isteyen her pratikten yüzü gözü kan ter içinde dönerdi. Alışılmış akıp giden zamana-yaşama-kurala inatçı duruşu bazen öylesine bir yere ve noktaya varıyordu ki “bu bir Orhan pratiği” dedirtecek özelliğe varıyordu. Sırtında yükü olan atı çekişi, kızgın güneş altında patika boyunca yürüyüşünde geride bıraktığı ince bir dal gibi gölgesi, eksik olmayan tertemiz insan gülüşüyle her zaman karşımızda duran Orhan yoldaşımızdı. Bazen köylerden-yaylalardan toplanıp alınıp getirilen şekere sarılı kağıtlara yazılı “aşk-dert-fal” dörtlüklerini okurdu. O kadar ilginç ve bir o kadar tuhafımıza giden dörtlükleri bulup yine kendine özgü üslup ve şevkle biraz da bizleri güldürmek istercesine okurdu ki gerilla ortamına hep yeni bir heyecan katmayı becerirdi.
Her göreve gidişte bırakıp gittiği noktada büyük bir sessizlik kalırdı. Ve onun bıraktığı boşluk anında fark edilir, yokluğu görülür ve hissedilirdi. Her sessiz gerilla ortamında yokluğu en çok fark edilen ve özlenen Orhan yoldaştı. İnanıyor ve biliyoruz ki düşman karşısında da o kendine ait, sadece ona özgü olan direnç ve inadıyla karşı koymuştur. “Bizimkiler böyle ölür” dedirtecek tarzda gözlerini sonsuzluğa kapatıp yumarken bile yüzündeki yoldaş gülümsemesi eksik olmamıştır.
Şimdi daha sessizdir gerilla ortamları. Şimdi daha eksiktir Beşlerden boşalan gerilla yaşamı. Çünkü o gülen gözlü ve yüzlü insanlar arkalarına bile bakmadan bırakıp bizleri gittiler. Gerillanın gülen çocukları Bakış-Aşkın-Tuncay-Hakan-Orhan yoldaş yok. Kocaman bir boşluktur yoldaş boşluğu. Hiçbir fiziki boşluğa benzemez. Ve siz yerine ne koymaya ve nasıl doldurmaya çalışırsanız çalışın o boşluk asla doldurulamaz eğer yerine konulacak olan yine yoldaş değilse. Ancak yoldaş olanlar doldurabilir o gülen gözlü yoldaşların yerini. Ancak geleceklerini ellerine alıp ölümle alay edenler doldurabilir o boşluğu.
Dal gibi bir çocuk gibi ata binmeyi seven ve arkasından ses çıkarmadan atı en güzel şaha kaldırarak koşturan, onların dilinden acısından en çok anlayan Bakış yoldaşımız. Bakışımız. Bizim çocuk yürekli naif bakışlı bakışımız. Gerillanın esmer yüzlü, toprak kokulu yiğit çocuğu. Onlar yelleri kapkara atlara binip gittiler. Geride kalanları rahatsız etmeyecek şekilde sessizce gittiler. Arkalarında ne bir gürültü ne de ortalığı toza boğan bir toz bulutu bırakmadan, arkalarına bile dönüp bakmadan gittiler. Geride bıraktıkları yoldaşlarını tehlikeye atacak, riske sokacak en ufak bir iz bırakmadan ancak tarihe düşecek kadar büyük ve anlamlı devrimci dipnotlar bırakarak gittiler.
Şimdi onların at sırtında göreve gidişlerini düşlüyorum. Düşlerinin peşinde giden Orhan-Bakış-Aşkın-Hakan-Tuncay yoldaşları görüyorum. Ocak soğuğunda sımsıcak yoldaş gülüşlerini, bakışlarını özlüyorum. Korkuya meydan okuyan, sevgileri büyük olan yoldaşlarımı özlüyorum.
Bir yoldaş