Makaleler

Yeni bir sayfa açılırken!

Yeni hükümet kuruldu ve programı açıklandı. Hükümet açıklanınca görüldü ki, ortada Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın doğrudan belirleyici olduğu bir “Saray Kabinesi” var. Bu kabine Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun yerini koruduğu, damat ve danışmanların bakan olduğu bir hükümettir. Bu durumda T. Erdoğan’ın fiilen ilan ettiği “başkanlık rejimi”nin uygulanacağı açıktır. Bunun anlamı önümüzdeki süreçte Türk hakim sınıflarının kendi içlerindeki çelişkilerin süreceği, politik söylem ve pratik adımların bu çelişkiler üzerinden kurulacağıdır. Diğer bir ifadeyle önümüzdeki süreçte Türk hakim sınıfları kendi aralarında bu fiili duruma uygun olarak, “başkanlık” ve “yeni anayasa” tartışmaları içinde olacaklardır.

Yeni kurulan hükümetin içeride başta Kürt halkı olmak üzere, devrimcilere ve her türden muhalif güçlere; dışarıda ise Suriye’ye ve özel olarak Suriye Kürtlerine yönelik bir “savaş hükümeti” olacağına kuşku yoktur. Nitekim T. Kürdistanı’ndaki yerleşim yerlerine aylardır faşist abluka uygulayan ve halkı katleden devlet, son olarak Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’yi katletmiş durumdadır. Aylardır faşist ablukayla, sokağa çıkma yasaklarıyla onlarca Kürdü katleden faşist devlet, bu son saldırısıyla Kürt halkına yönelik savaşını “kararlılıkla” sürdüreceğini pratik olarak da beyan etmeyi sürdürmektedir.

Yeni hükümetin kurulması Suriye’de Rus uçağının düşürülmesinin gölgesinde kaldı. Yaşanan bu gelişmenin hem iç hem de dış siyasette Türk hakim sınıflarının politikasını etkileyeceği çok açıktır. Çünkü hedef alınan, emperyal bir güç olan Rusya’nın uçağıdır ve önümüzdeki süreçte bu saldırıya karşı Rusya’nın çeşitli hamleler gerçekleştireceği çok açıktır. Nitekim bunun etkileri kısa sürede ortaya çıkmaya başladı. Rusya ticaretten turizme, askeri alandan diplomasiye kadar birçok alanda ardı ardına hamleler yapmaya, tavır geliştirmeye başladı. Bu gelişmeler karşısında T. Erdoğan, muhtarlarla buluşmasında, düşürülen Rusya uçağı için “Şimdi olsa yine aynı karşılığı veririz” derken birkaç saat sonra France 24’e verdiği demeçte, “Bu bir Rus uçağı olduğu belli olmuş olsaydı belki uyarıların türü farklı olabilirdi” demek zorunda kaldı. (26 Kasım)

TC devletinin sınır ihlali gerekçesiyle Rus uçağını düşürmesinin tamamen bir bahane olduğu çok açıktır. Türk hakim sınıflarının tarihsel geleneği bize, yarı sömürgeleşme sürecinde sırtını emperyal güçlere dayayarak var olmaya çalıştıklarını gösterir. Türk hakim sınıflarının politik konumlanışı esas olarak ABD emperyalizminin yörüngesinde ve AB emperyalistlerine dayanarak; bulundukları bölgede var olmaya ve emperyalistler arasındaki çıkar dalaşlarından pay kapmaya çalışmalarının tarihsel örnekleriyle doludur.

Bu anlamıyla Rus uçağının düşürülmesinin arkasında Suriye savaşında emperyalistler arasındaki dalaşta saf tutan TC’nin rol kapma çabasının olduğu; arkasındaki emperyalist güçlerin desteğiyle “ben de varım” demeye çalışması vardır. Açık neden Türk devletinin Suriye savaşında desteklediği Cihatçı çetelerin Rusya tarafından bombalanması ve mevzi kaybına karşı tepkidir. AKP hükümeti ve havuz medyası bölgede bulunan Bayır Bucak Türkmenleri’nin katledildiğini gerekçe gösterse de bunun koca bir yalan olduğu açıktır. TC’nin bölgedeki hedeflerinin Türkmenleri korumak olmadığı; başta Esad diktatörlüğünün devrilmesi olmak üzere, Kürt güçlerinin belli bir statü kazanmasını ne pahasına olursa olsun engellemek olduğu ve bunun için de, DAİŞ, El Nusra gibi Cihatçı çeteleri her anlamda destekledikleri bilinmektedir.

 

Uçağın düşürülmesi emperyalist gerici dalaşın ürünüdür!

TC’nin bu hamlesinin başta ABD olmak üzere, NATO’dan bağımsız olmadığı, olmayacağı ise çok açıktır. TC uzunca bir süredir Suriye üzerinde yaşanan emperyalist dalaşta safını, başını ABD’nin çektiği ve NATO’da somutlanan safta belirlemesine rağmen, ilk kez açıktan rakip emperyalist bir güce karşı böyle bir saldırıda bulunmuş durumdadır. Türkiye’nin tetikçiliğini yaptığı bu provokasyonun kaynağı Suriye sürecinde yaşanan son askeri ve politik gelişmelerdir. TC, Rusya’nın Esad yanında savaşa girmesiyle birlikte, kendi beslediği taşeron Cihatçı örgütlere yönelik etkili saldırılarda bulunması ve geriletilmesini; sırtını ABD’ye ve NATO’ya dayayarak engellemek istemiş ve Rus uçağını düşürmüştür.

Bu anlamıyla TC Ortadoğu coğrafyasında ABD ve AB emperyalistlerinin jandarması olduğunu bir kez daha kanıtlamış durumdadır. Nitekim Rus uçağının düşürülmesinden hemen sonra Rusya ile bağlantı kurmak yerine koştura koştura NATO’yu toplantıya çağırmak, güçsüzlüğün yanında bu taşeronluğun göstergesidir. ABD ve AB emperyalistleri, bölgede TC gibi taşeronları varken bir adım geride duracaklar, itidal açıklamaları yapacaklardır. Çünkü bu güçler kestaneyi başkasının elleriyle almada ustadırlar ve hiç kuşkusuz ki Suriye üzerindeki savaşta Rusya ile kapışmada maşa olarak TC’yi kullanmaktan çekinmeyecekleridir.

Aynı şekilde Rusya’nın da rakip emperyalist safların taşeronluğunu yapan TC’ye yöneleceği açıktır. Yaşanan bu gelişmeler beraberinde TC’yi ABD, AB emperyalizmi ve NATO’ya her zamankinden daha bağımlı hale getirecek, özellikle dış politikada emperyalistler arasındaki kapışmada bir nebze de olsun var olan manevra imkanını daraltacak ve bölgesel olarak var olan Rusya-İran ittifakının karşısındaki konumunu daha da sağlamlaştıracaktır. Artık Suriye üzerindeki savaşta saflar daha nettir. Önümüzdeki süreçte çelişkiler ve uzlaşmalar bu saflar üzerinden şekillenecektir.

 

Dalaşta taraf olmak değil devrimci odak olmak!

Emperyalistlerin ve onların her türden taşeronunun Suriye üzerindeki bu dalaşının faturası başta Suriye halkı olmak üzere, bölge halklarına çıkmaktadır. TC devleti Suriye savaşında içine düştüğü bataktan ve işlediği suçlardan kurtulmak için yeni suçlar işlemekte, dışarıda karşısına Rusya gibi emperyal bir gücü almaktan çekinmemekte; ülke içinde ise başta Kürt halkı olmak üzere, her türlü devrimci, demokrat ve hatta kendisine muhalif güçlere yönelmeyi sürdürmektedir. Tahir Elçi bu katletme politikasının son hedefi olmuştur. T. Kürdistanı’nda yaşanan katliamların yanında, “örgüt üyeliği” adı altında faşist gözaltı ve tutuklama saldırıları sürmekte, “devlet büyüklerine hakaret”, “sosyal medya paylaşımları”, “miting ve basın açıklamalarına katılmak” vb. vb. gerekçelerle insanlar tutuklanmaktadır.

Nitekim T. Erdoğan ve AKP hükümetinin Suriye’de cihatçı çeteler örgütleyip onları nasıl silahlandırdıklarının belgelerini yayımlayan (ki bu, hakim sınıf klikleri arasındaki dalaştan bağımsız değildir) gazetecilerin tam da bu sırada tutuklanmaları zamanlama bakımından da bir mesaj içermektedir. T. Erdoğan’ın bu gazetecileri açıktan tehdit ettiği bilinmektedir. Benzer şekilde sokak ortasında katledilen T. Elçi; bir TV programında, PKK’yi terör örgütü olarak görmediğini söylediği için hedef gösterilmiş, lince maruz kalmış ve hakkında dava açılmış ama tutuklanmayıp katledilmiştir. Bu yönüyle de, T. Erdoğan başkanlığındaki AKP iktidarının dışta olduğu gibi içte de bundan böyle nasıl pervasız bir saldırganlıkla hareket ettiği ve edeceği bir kez daha görülmüştür. Böylelikle T. Erdoğan eliyle TC devleti, en iyi bildiği şeyi yapmakta, iç politikada safları bir kez daha tahkim etmektedir. Rus uçağının düşürülmesi karşısında Sözcü gibi ırkçı gazeteler, Perinçek ve Devlet Bahçeli gibi faşistler ve hatta Gülen Cemaati yaptıkları açıklamalarla “Başkomutan Erdoğan”ın ardında saf tutmaktadırlar. Kısaca her türden ırkçı ve şovenistler bir kez daha safa dizilmiş durumdadır. Bu çevrelerin T. Elçi’nin katledilmesinde de “başkomutan”larının arkasında durduğunu söylemeye dahi gerek yoktur.

Ama öte yandan Kemalist kimlikleri açık olan ve bu nedenle de hükümete muhalif olan gazetecileri tutuklayarak, bir kez daha bu saflara gözdağı vermekte; diğer yandan da Kürt hareketine saldırılarını sürdürmektedir. Böylelikle bir yandan işledikleri suçların üzerini kapatmaya, diğer yandan da rakip hakim sınıf temsilcilerine ve sözcülerine ve her türlü muhalefete gözdağı vermeyi sürdürmektedir. Rus uçağının düşürülmesi karşısında T. Erdoğan’ın ardında saf tutanlar, Suriye savaşındaki politikada ayrışmakta ve bunun bedelini ödemektedirler. Yine Kürt hareketi faşizme teslim olmamanın, direnmenin karşılığında katliam saldırılarına maruz kalmaya devam etmektedir. Öldürülen onlarca sivilin yanında, içlerinde Figen Yüksekdağ’ın da bulunduğu grubun üstüne ateş açılması ve Selahattin Demirtaş’a suikast girişimi de dahil olmak üzere bir dizi faili belli saldırıların hedefindedir. T. Elçi bu kanlı politikanın son kanlı örneğini oluşturmuştur.

Önce Cemaatçi ve şimdi de Kemalist gazetecilerin tutuklanmasının ve ardından da bir baro başkanının katledilmesinin arkasında, TC’nin ve onun dümenindeki T. Erdoğan ve AKP hükümetinin işlediği suçların açığa çıkması ve iktidarı kaybetme korkusu vardır. Faşizmin kendisine biat etmeyene hayat hakkı tanımadığı yeni öğrenilen bir durum değildir. TC tarihi yüzlerce muhalif, devrimci ve Kürt yurtsever gazetecinin katledilmesi ve tutuklanması örnekleriyle doludur. Yine T. Elçi’nin katledilmesinde olduğu gibi faili belli, doğrudan devlet destekli cinayetlerin sıklıkla işlendiği bir “devlet geleneği” olduğu ortadadır.

Faşizmin kendisine şu veya bu nedenle muhalif olan gazetecilere yönelik saldırılarına karşı durmak, bu tür saldırıları protesto etmek devrimci bir görev olmakla birlikte, bu dalaşın hakim sınıf klikleri ve onların sözcülerinin arasında olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Buna “sol” Kemalist gazeteciler de dahildir. Daha düne kadar bu gazetecilerin Kürt sorunu karşısındaki şovenist tavrı ve HDP’ye yönelik spekülatif haberleri ortadadır. Bu tür çevrelerin bugünkü muhalefetleri de AKP karşıtlığından öteye geçmeyecektir. Dolayısıyla Kürt sorununa yaklaşım bir kez daha ilericiliğin, devrimciliğin kıstaslarından biri olmaya devam etmektedir.

Yaşanan gelişmeler özellikle Suriye’de savaşın daha da şiddetleneceği, Rusya’nın saldırılarını daha da artıracağına işaret etmektedir. Benzer şekilde T. Kürdistanı’nda faşist devletin saldırıları artarak devam edecektir. Bu süreçten gerek Suriye’de ve gerekse de Türkiye’deki Kürt ulusal hareketlerinin güçlenerek çıkma ihtimali vardır. Bu tamamen Kürt hareketinin tavrına bağlı olarak şekillenecektir. T. Kürdistanı’ndaki Kürt halkının direnişi bize örnek olmaya devam etmektedir. Bu direnişten öğrenmek dahası onunla dayanışma içinde olmak, içinde yer almak anın devrimci görevidir. Faşizmin saldırılarını daha da artıracağı açıktır. Bu saldırılara karşı devrimci bir odak olma görevi her zamankinden daha fazla omuzlarımızdadır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu