“Bu dünyada insanlar mum ateşi önündeki üç kelebek gibidir.
İlki ateşe yaklaşmış ve demiş ki: Ben aşkı biliyorum.
İkincisi ateşe yavaşça kanadıyla dokunmuş ve demiş ki:
Aşkın ateşinin nasıl yaktığını bilirim…
Üçüncüsü kendini ateşin ortasına atarak, yanarak kül olmuş…
Gerçek aşkı işte sadece o kelebek bilir…”
İbrahim Kaypakkaya, bir ikonoklastır, yani bir ikon kırıcıdır. Kaypakkaya, katmanlı bir sistematik ve yıkıcı bir teori ve yıkıcı bir pratiktir. Böylesi bir kimliği sadece işkencede direnişiyle ya da bir illegalite aksesuarı ve imajıyla öne çıkarmak onun ruhunu kadavra etme anlamına gelir. Bu tavır niyet ne olursa olsun direnişinin arkasındaki düşünceyi görmemek, yıkıcı teoriyi flulaştırmaktır. Sol, Kaypakkaya’ya bugüne kadar bunu yapmış, ya onu ignore(bypass) etmiş ya da politik bir figüre dönüştürmüştür. Yani trajik bir biçimde bir ikonoklast, ikon haline getirilmiştir.
Kaypakkaya’ya son dönemlerde bir başka yaklaşım ise ulusal sorun ve Kemalizm konusunda önemli şeyler söyledi diyerek, İbrahim’e değer veriyormuş gibi gözüken ama İbrahim sistematiğini vulgarize(bayağılaştırmak,adlileştirmek) eden tutumdur. Bu tavır da çok şeyler söylüyormuş gibi gözüküp, özünde hiçbir şey söylememe hatta Kaypakkaya’nın sistematiğini göz ardı etme manasına gelir.
Eylem içinde oluşan düşünce
Önce Kaypakkaya’nın düşünce sistematiğinin eylem içinde (Bolşeviklerde olduğu gibi) oluştuğunu vurgulamak gerekir. Onun ideolojik-teorik mimarisi köklü bir alt yapıya sahiptir.
Birincisi: Anadolu ve Mezopotamya halklarının isyan ve komünalite geleneği bu mimariyi oluşturdu. Kürt, Ezidi, Alevi, Nusayri komünalitesi gibi bu coğrafyanın kadim halklarının domestik pradigmaları, yani devletsiz, doğrudan demokrasiye dayalı, kadın merkezli, eşitlikçi, paylaşımcı ilkel komünalite kültürü ve doğa inanç sistemine dayanan, heterodoks inanışları ve isyan gelenekleri Kaypakkaya’yı besleyen faktörlerdir. 9. yüzyılda Hallac-ı Mansur, 13. yüzyılda Hacı Bektaşi Veli ve Babailer isyanı, 14. yüzyılda Şeyh Bedrettin, 14. yüzyılda Nesimi,16. yüzyılda Pir Sultan Abdal’da ifadesini bulan isyan ve ayaklanmalar İbrahim’in sistematiğinin mayası oldu.
İkincisi:; 1960 sonrası içine girilen tarihsel momenttir. Bu süreç zengin sınıf mücadeleleriyle anılır. Temel sınıf olarak işçi sınıfı bu momentte, 125 yıllık bir birikimle tarihsel ve toplumsal bir güç olduğunu ortaya koymuş; Saraçhane Mitingi ilk büyük adım olmuş, ardından Kavel, Paşabahçe, DİSK’in kuruluşu, Alpagut Özyönetim pratiği, sarsıcı fabrika işgal eylemleri dalgası gelmiştir. Bu birikimler bir patlama olan 15-16 Haziran Ayaklanması’nı yaratmıştır. Ayrıca dönem toprak işgallerinin yaygınlaştığı, öğrenci gençliğin anti- emperyalist mücadelenin ön saflarında yer aldığı bir süreçtir. Kaypakkaya her yerdedir ve eylem içinde fikirleri kristalize olmaktadır. İbrahim’in sistematiğinde praksisin ruhunun olması boşuna değildir.
Üçüncüsü ise 1968 küresel isyan hareketidir. ABD’de Sivil Haklar Hareketi ve savaş karşıtı hareket, İtalya ve Fransa’da genel grevler ve işçi konseyleri hareketi ve küresel düzeyde alternatif hareketler, refah toplumunun insanı kadavraya dönüştürmesine ve reel sosyalizmin bürokratik çürümüşlüğüne ve özgürlüğü yok edişine karşı ayağa kalkışını ve “ başka bir dünya arayışını” simgeledi. Ayrıca Asya’yı, Afrika’yı, Latin Amerika’yı saran ulusal kurtuluş hareketleri, özellikle Çin Devrimi ve Vietnam Devrimi ve ezber bozucu Kültür Devrimi Kaypakkaya’nın idelojik-teorik mimarisinin katmanlarını oluşturdu.
Bu birikimler ve olağanüstü koşullar, Kaypakkaya’yı şekillendirmiş ve uçurumun kenarında cüretle yürümesine yol açmıştır. İçinde İbrahim’in de bulunduğu 71 pratiği, devrimci tarihimizde bir momenti işaretler. En başta 71 pratiği tarihsel bir kopuştur. 71 pratiği, sistem dışı ve devlet karşıtlığıyla kendini dışa vurur. İhtilalci bir yolu gösterir. 50 yıllık revizyonist, legalist, parlamentarist çizgiden radikal ve devrimci bir kopuşu simgeler. 71 devrimcileri Devlet ve İhtilal’in diyalektiğiyle hareket eder. Lenin’in en önemli eserlerinden biri olan bu kitabın özeti şudur: “Onların devleti varsa, bizim de devrimimiz var”. 71 devrimcileri bu kitabın en önemli vurgusuyla, hatta ruhuyla hareket ederler. Devlet aygıtını yıkmak. Devrimci şiddetle yıkmak… 71 devrimcilerin silahlı mücadeleyi temel mücadele biçimi olarak almaları Leninist bir ruhun ve kavrayışın ürünüdür.
‘71 devrimcileri, ihtilalci bir kopuş
71 devrimcileri ihtilalci bir kopuş yarattı. Bu kopuş kendini somut olarak sistem dışılıkla ve devlet karşıtlığıyla ifade etti. İbrahim bu kopuşu bir adım daha ileri götürdü. Kopuşu sınıf devrimciliğiyle tamamlamaya çalıştı. Kopuşun teorik içeriğini doldurdu. Devrimci önderlikten, temel sınıfa dayanarak komünist önder olmayı başardı
İbrahim, ne sadece bir pratik devrimci, ne de sadece politik bir devrimcidir. İbrahim’in yalnızca politik bir devrimci olduğunu söylemek ve bu yönde güzellemeler yapmak (maalesef iyi anlaşılmadığından ve “övgülerin” cazibesinden dolayı etkili oluyor ama bu tavır son derece ince bir şekilde) Kaypakkaya’yı sığlaştırmanın başka bir yöntemidir.
İbrahim Kaypakkaya bu vasıfları yanı sıra teorik bir devrimci ve kuramcıdır. Genç yaşına rağmen Marksizm’in özü olan yıkıcı bir teori olma yönünü, kendi kuramsal analizlerinde ortaya koymuş, kapsamlı ve katmanlı yıkıcı ve sarsıcı çözümlemeler yapmıştır. Bundan dolayı İbrahim Kaypakkaya bir ateştir, tutanın “elini yakar”. Onu savunmak ancak ve ancak ihtilalci olmak ve kalmakla mümkündür. Çünkü o ruh ve sistematik ıslah olmaz, o ruh ihtilalcilikle özdeştir. Kısaca İbrahim, kopuştan kopuştur. Kopuştan devrimci kopuşu gerçekleştirmiştir. Yani militan diyalektiğin tezahürüdür.
Peki İbrahim’in bu kopuşu tesadüfi midir? Ya da nereye dayanmaktadır? Burada iki kavramı kullanmakta yarar var: Sınıfsal antogonizma ve toplumsal çelişkiler, uzlaşmazlıklar. İbrahim Kaypakaya ya da TKP-ML, THKO ve THKP-C’den farklı olarak sınıfsal antagonizmayla hareket etti ve kendini bu antagonizmanın bir kutbu olarak konumlandırdı. Buradan hareket ederek devrimin güncelliğini aradı.
Devrimin güncelliği ve İbrahim Kaypakkaya
Lukacs, Lenin’i Marx’a bağlayan en önemli özelliğinin Devrimin Güncelliği olduğunu söyler. Yani emperyalizm çağında, her şart altında devrimin ihtimalini, olanağını, aktüelliğini arama. Bunun pratik, örgütsel, teorik adımlarını ısrarla atma. Yıkıcı teoriyi, yıkıcı güçle ısrarla birleştirme iradesi.
THKO ve THKP -C kendini toplumsal çelişkiler üzerinde konumlandırdı. Aynen dönemin Latin Amerika’daki ve Küba’daki devrimci hareketler gibi. Bu bir konumlanma ve bir tercihtir. İdeolojik, teorik yönelimle doğrudan bağlantılıdır. THKO ve THKP-C ayrıca Vietnam ve Çin Devrimi’nden ve halk savaşı pratiğinden etkilendi. Tabii ki toplumsal çelişkiler, uzlaşmazlıklar önemlidir ve her şartta müdahale edilmelidir. Fakat toplumsal çelişkiler ağırlıkta kendini devlet ve halk arasında çelişkilerde dışa vurur. Ve sınırı demokrasidir. Halk çok sınıflı bir kavramdır ve muğlaklığı bünyesinde barındırır.
THKO, teorik ifadesini Hüseyin İnan’ın Türkiye Devriminin Yolu çalışmasında bulan sistematikle hareket etti. Kır-kent diyalektiği hareketin temel yönelimi oldu. Hareketin eylem içinde şekillenmesi, bir forma girmesi ya da partileşmesi hedeflendi. Aslında Sovyet Marksizm’inin ve pro-Sovyetik çizgilerin yarattığı ağır tahribata ve legalist, parlamentarist yönelimlere karşı bir reaksiyonu içeren bu yaklaşım bir anlamda devrimci, militan bir tutumla eylemin birleştirici gücüne inancı simgeliyordu. Dönemin özellikle Latin Amerika gerilla hareketlerinde de gördüğümüz bir tutumdu. Bir bütün olarak radikal bir kopuşu ifade ediyordu. THKO’nun Kemalizm’e yaklaşımı son derece zafiyetli olmasına karşı, Ulusal Soruna yaklaşımı daha olumlu ve temel Marksist- Leninist prensiplere uygundu. Türkiye Devrimin Yolu hareketin bildirgesi mahiyetini taşıdı. Sistematik bir bütünselliği olmayan çalışma her şeyden önce bir başlangıç metniydi. Eylem ve sürecin metnin içeriğini dolduracağı düşünüldü. THKO bir devrimci çekirdek işlevi görmeye ve dalgasal etki yaratmaya çalıştı. Bunu da en fedakar ve militan bir şekilde hayata geçirdi. Ama hareketin bütünüyle konumlanması toplumsal uzlaşmazlık ya da devletle – halk arasındaki çelişki üzerinden oldu.
THKP-C ve önderi Mahir Çayan son derece iyi bir sistematik oluşturdu. Mahir Çayan, temel tezlerini savaş içinde ve illegal şartlarda yazdı. Mahir’in Kesintisiz I, II, III ve daha sonra Bütün Yazılar’da çıkan yazıları THKP-C’nin sistematiği oldu. Yüksek sofistikasyon gücüne sahip Mahir Çayan, PASS(Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi), Öncü Savaşı, Suni Denge, Sömürge Tipi Faşizm, Sürekli Faşizm, Açık ve Gizli Faşizm gibi orjinal ve çarpıcı politik kavramlaştırmalarla tarih tezi, devlet anlayışı, faşizmin analizi ve mücadele tarzını ifade etti. Bu açılımlar önemli teorik tezlerdi. Doğu toplumlarını ve özelde Osmanlı ve TC’yi çözümleyen ve emperyalizmle ilişkisini analiz eden ve yorumlayan içerikteydi. Mahir 71 devrimcileri içinde sofistikasyon yeteneği en gelişmiş önder olarak öne çıktı. Ayrıca I., II., III. Bunalım Dönemi gibi modellemeler yaparak, bu dönemlerdeki emperyalizmin sömürgecilik yöntemlerine bağlı olarak devleti analiz etti, gelişmelerin toplum, birey ilişkilerine yansımaları çözümledi. Bunun devrim anlayışına ve mücadele tarzına etkilerini ortaya koydu.
Ayrıca THKP-C bir parti modeli olarak dikkat çekti. Filistin, Vietnam ve Latin Amerika’daki ulusal kurtuluş mücadelelerinin parti cephe modellerinden esinlendi. Parti Cephe anlayışıyla THKO’nun bir adım önüne geçti. Ama THKO’nun ve esinlendiği hareketlerden farklı olmayan bir tarzda halkla devlet arasında çelişkide ve uzlaşmazlıklar üzerinden kendini var etti. Temel sınıfa dayanmayan bu tutum ideolojik – teorik bir yönelimin göstergesi oldu. THKP-C ve Mahir Çayan, büyük sofistikasyon gücüne rağmen Kemalizm analizinde tıkandı ve bunun bir sonucu olarak Ulusal Sorun konusunda Marksizm genel geçer argümanlarını ileri sürdü. Hatta THKP-C savunmasında bu konulardaki teorik zafiyetler ciddi oranda derinleşti. THKO ve THKP-C teorik problemlerini, 6 Mayıs ve 30 Mart’ta pratik olarak aştı. 6 Mayıs ve Kızıldere bir başkaldırı ve bir manifesto oldu.
İbrahim’in sınıfsal antagonizmadan hareket etmesi ona iki devrimci, ihtilalci hareketin önüne geçme şansı verdi.
Devrimin diyalektiği
İbrahim’e devrimin diyalektiği ya da militan diyalektik yol gösterdi. Bu diyalektik Marksist yöntemin özüdür. İbrahim, 20. Yüzyıla damgasını vuran iki büyük devrimin yolundan yürüdü: Rusya ve Çin.
Rusya’daki devrim II. Enternasyonalin devrimin diyalektiğini donduran anlayışına bir cevaptı. Determinist bir çizgiyi simgeleyen Kautsky, Ekonomizmi, evrimci sosyalizmi simgeleyen Bernstein’ın anlayışına karşı Ekim Devrimi yıkıcı bir etki yarattı. Ekim Devrimi ve Lenin pozitivist yozlaşmaya, sol skolastiğe, dondurulmuş diyalektiğe yanıttır.
Çin Devrimi, Rusya’da Sovyetlerin devre dışı kalmasıyla başlayan bürokratik çürümeye, statükoya (ya da devrimin dondurulmasına) ve diyalektiğin kırılmasına karşı, devrimin diyalektiğinin yeniden kurulmasıdır. Mao bir komünist önder olarak Çin Devrimi’nin mimarı ve hamalıdır. Mao, Kaypakkayı’yı bu yönleriyle ciddi derece de etkilemiştir.
THKO ve THKP-C yüzünü toplumsal çelişkilere, uzlaşmazlıklara (yani devletle halk arasındaki çelişkiler) çevirdi ve özellikle Latin Amerika ve Küba devriminin yolundan yürüdü. TKP-ML Rusya ve Çin devriminin diyalektiğiyle hareket etti. Temel sınıf olarak proletaryaya dayandı. İbrahim’in teorik çözümlemelerindeki yıkıcılık bu militan diyalektiğin yansımalarıdır. Marksist yöntemin bir silaha dönüştürülmesidir.
Latin deneyimleri, bugün daha net ve pratik bir biçimde ortaya çıktığı gibi sol popülist bir çizgiyi ifade eder. FMLN, FSLN, URNG, TUPAMAROLAR’ın bugünün sol, sosyal demokrat olmaları, hatta neo-liberal politikalara onay vermeleri şaşırtıcı değil, hareketlerin dayandığı sınıfla ve bu sınıfların yönelimiyle ilgilidir. Halk kavramının muğlak ve flu bir karaktere sahip olduğunu belirtmiştik. Sınıflar mücadelesinin farklı momentleri, farklı kombinasyonlara yol açabilir. Ama kapitalist toplumun temel sınıflarından biri olan proletarya dayanma, sınıfsal antagonizmanın bir tarafı olma ve kalma şansı verir. Sınıflar mücadelesinin her momentinde, bu çelişkiye göre konumlanır ve tavır alırsın.
Hakla devlet arasındaki çelişki de sınır “demokrasiyken”, sınıfsal antagonizmada ise sınır komünizmdir. Devrimin diyalektiğiyle hareket etme, İbrahim’e sistemin acıyan yerine vurma şansı ve devrimin güncelliğinde ısrar etme olanağı verdi.
İbrahim tüm pratik ve teorik adımlarını devrimin güncelliği ve ihtilalin imkanı için attı. Her zaman, devrimin güncelliğini aradı. Üzerine çok fazla imaj yüklenen ve İbrahim sol tarafından speküle edilmesinin göstergelerinden biri olan ve saflarda da garip bir şekilde yanlış mana yüklenen İbrahim o meşhur fotoğrafı ve o fotoğraftaki kasketin sırrı budur. Yani O imaj onun bir köylü devrimcisi olduğundan dolayı değil ya da yaptığı bir atraksiyon değil, devrimin olanağını ısrarla aramasından ve konspirasyon kuralları (gittiği alana uygun giyinme ve davranma) gereğinden dolayıdır. Devrimin olanağını ısrarla arama, ihtilalci ruh ve tutum tam bir Leninist tarzdır.
Yıkıcı teori, yıkıcı pratik
İbrahim Kaypakkaya, yıkıcı bir teori ve yıkıcı bir pratiktir. Kaypakkaya’nın ulusal soruna ilişkin son derece erken ve nitelikli öngörü ve çözümlemeleri ve Kemalizm konusundaki yıkıcı teorik tespitleri, tek boyutlu değerlendirme ya da retorik tanımlamaların dışında compact bir yapının, sistematiğin dışavurumudur. Öncelikle ulusal sorun ve Kemalizm üzerine tespitleri bir tarih tezidir. Ayrıca Kemalizm analizleri yalnızca resmi ideolojiyle sınırlı değildir. TC’nin devlet aklı, ruhu ve tarihsel pratiğiyle ilişkili çözümlemelerdir.
Ulusal soruna yaklaşımı TC’nin sadece yakın geçmişine yönelik bir analiz değildir. Bu analiz aynı zamanda TC’nin Perslere, Bizans’a. Selçukluya, Osmanlıya dayanan; yağma, talan, katliam, soykırım, tenkil ve tehcir esaslı devlet geleneğini, aklını, ruhunu ve pratiğini çözümlemeyi içerir. İbrahim’in bu perspektifle Ermeni soykırımına ilişkin vurguları Türkiye devrimci hareketindeki bir başka ilktir. Burada Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın Kemalizm ve Ulusal Sorun üzerine önemli analizlerini ve Ermeni sorununa ilişkin çözümlemelerini unutmamak gerekir. Ne yazık ki Kıvılcımlı’nın bu erken çözümlemeleri devrimci kamuoyuna mal olmamış, Kıvılcımlı yaşarken de gündeme getirmemiş, ancak öldükten sonra 1970’lerin ortalarında yeniden gündeme taşınmıştır. Yani İbrahim, Kemalizm’le solun, ilericiliğin hatta devrimciliğin özdeş tutulduğu, ulusal sorunun ancak retorik olarak kullanıldığı, ayrıca TKP’nin 50 yıllık sosyal şoven ve Kemalizm etkisinin hakim olduğu bir politik iklimde büyük bir teorik sezgi ve devrimci cüretle Ulusal Sorun ve Kemalizm analizleri yapmıştır. Kemalizm’i faşizm, faşist diktatörlük olarak değerlendirmesi ezber bozucu ve yıkıcı bir mahiyettedir. Ulusal sorunu Marksist-Leninist kavrayışla, çözümlemesi de tesadüfi değil, devrimin diyalektiği ve uyguladığı Marksist yöntemle ilgilidir.
Kemalizm ve ulusal sorun TC’nin iki ana kolunudur. Aslında İbrahim Kaypakkaya bu iki ana kolana vurmuş ve devrimin imkanını aramıştır. Egemenlerin İbrahim Kaypakkaya’ya duyduğu kinin nedeni de bundan dolayıdır.
Kemalizm ve Ulusal Soruna yaklaşımının stratejik önemi devrimci hareketin işçi sınıfıyla kurduğu ilişkiyi belirlemesidir. Türkiye solunda Kemalizm’in ideolojik nüfuzu bir yandan açık ve örtük sosyal şovenizmi beslemiş, öte yandan sınıfla ontolojik ilişkilenmeyi engellemiştir. Kısaca Kemalizm’den kopamayan bir solun bırakın ihtilalciliği, önemli bir çıkış bile yapması olanaklı değildir. Yani tek başına İbrahim, Kemalizm ve Ulusal Sorun üzerinde önemli şeyler söyledi demek, totolojiden başka bir şey değildir. Bu iki olguyu ele alış aslında devrimci komünist hareketin varoluşunu ve sınıfla ilişkilenmesini belirleyen bir içerik taşır. İbrahim, son derece yıkıcı ve ayrıştırıcı teorik tespitlerde bulundu.
Açılımlarıyla iki olasılık ya da iki yol sundu: İhtilalin yolu ve düzen içiliğin yolu. Yani ya devrimci komünist bir yapısın ve bu iddianın gereğini yerine getireceksin ya da adın ne olursa olsun sistem içi kulvarlarda yer alan bir yapı… İbrahim Kaypakkaya’nın ideolojik – teorik mimarisi compact bir nitelik taşır. Devrim anlayışı, tarih tezi, çalışma tarzı, örgütlenme biçimi, parti anlayışı bir bütünselliği ifade eder. Yani Kemalizm analizi ve Ulusal Sorun analizleri bu bütünlüğün parçalarıdır. Parti adının komünist olması, son derece önemlidir ve sınıfla ontolojik ilişkiyi ifade etmektedir. TKP adının kullanılması tarihsel bir bağı simgelerken, ML vurgusu bir kopuşu ve Leninist çizgiyi göstermektedir.
15-16 Haziran analizleri (sonuçlarını konusunda yanlış çözümlemeler yapsa da) bu bağlamda ayrıştıcıdır, Kır -kent diyalektiği ve Halk Savaşı üzerine düşünceleri özgündür, mikro sosyoloji çalışmaları olarak Çorum İlinde Sınıfların Tahlili, Kürecik Bölge Raporu Marksist yöntem ve araştırmanın ve devrimci çalışmanın zeminlerini göstermesi açısından önemlidir. Sınıfın tarihsel rolüne ve proletarya diktatörlüğüne yapılan vurgular İbrahim’in özel yönleridir. Ve İbrahim’in tamamlanmamışta olsa sistematiğinin katmanlarıdır. Compact niteliğin parçalarını oluşturur.
İbrahim Kaypakkaya’nın en temel özelliklerinden biri de Lenin gibi uzlaşmazlığıdır. Lenin siyasal yaşamında çelişkide taraf oldu ve sınıfsal antagonizmanın bir tarafında yer aldı. Tüm momentlere sınıfsal antagonizmanın prizmasından baktı. Narodnizm’le, Ekonomistlerle, legal Marksistlerle, Menşeviklerle hatta eski Bolşeviklerle uzlaşmadı. Devrimin güncelliğini arama ısrarını sürdürdü.
İbrahim’de de PDA’dan kopuşunda, Kemalizm meselesinde, Ulusal Soruna ilişkin yaklaşımda ve işkence de esnemedi ve asla uzlaşmadı. Bu onun çelişkide taraf olma ve diyalektiği pratiğe geçirme halidir. Öte yandan İbrahim Kaypakkaya’nın sistematiğinde bütün bu vurgulara rağmen, tabii ki bazı gerilim noktaları vardır. Çin Devrimi’nin yüksek etkisi bazı teorik çözümlemelerinde problemler yaratmıştır. Düşünsel blokajlara yol açmıştır. Fakat sistematiğindeki kapsam ve yıkıcılık ve devrimin güncelliği arama ısrarı ve iradesi bu gerilim noktalarını önemsizleştirmektedir. Başlı başına Kemalizm ve Ulusal Sorun çözümlemeleri bile onun teoriyi ne derece yıkıcı hala dönüştürdüğünün göstergesidir.
Kızıl kelebek
İbrahim Kaypakkaya ihtilalin yolu ve ruhu oldu. Ödemesi gereken bedelleri de layıkıyla ödedi. Komünist önder olarak işkence ve ölümün karşısında da komünizmin propagandasını yaptı. Katledilmeden önce sorgusunda dikkat çeken en önemli vurgulardan biri dönemin işçi eylemlerini sayması ve bu direniş ve eylemlere aktif katıldığını bir propaganda olarak belirtmesidir. İbrahim, üniversite gençliğinin ve Trakya ‘da topraksız köylülerin eylemlerine iştirak ettiğini söyledikten sonra, Demir Döküm, Sungurlar, Horoz Çivi, Pertrisks, Ege Sanayi, Gisvaled, Gamak, Singer, Derby eylemlerini ve 15- 16 Haziran ayaklanmasını sayar. Bir müddet sonra öldürülecek olan Kaypakkaya, hemen hemen dönemin bütün işçi eylemlerin içindedir. Katılan, destek veren ve örgütleyendir. Zaten ancak bu eylemlerin içinde olan birisi bu ayrıntıları, o şartlarda verebilir. Bu yön, İbrahim’in bir proleter devrimci olarak en temel yönlerinden biridir.
İbrahim Kaypakkaya, boyun eğmedi, hiç tereddüt etmedi. Ölümünü manifestolaştırdı. Aynen Arjantinli devrimci önder, Maria Roberto Santucho gibi. PRT Genel Sekreteri ve ERP başkomutanı olan Santucho, efsanevi bir üne sahipti. Faşizme ciddi darbeler vurdu. Santucho, bir operasyon sonunda faşist generaller tarafından öldürüldü (1976). Faşist generaller onun ölü bedenini mumyalaştırılarak, yıllarca ordunun en önemli kışlasında teşhir etti. Faşizm Santucho’dan böyle intikam almaya çalıştı ama bu tutum çıplak bir korkunun göstergesiydi. Aynen Tupac Amaru II gibi… Kızılderili önderi Tupac Amaru II, İspanyol sömürgecilerine karşı 1781’de ayaklandı. İsyan 6 ay sürdü. Tupac Amaru 6 ay süren isyan sonunda yenildi. Yoğun işkencelere tabi tutuldu.Tupac Amaru sustu. Sömürgeciler önce dilini kesti, sonra ayaklarından ve kollarından 4 ayrı ata bağladılar. Vücudu dört parçaya bölündü. Vücudunun her bölümü Latin Amerika’nın farklı merkezlerine asılarak İnkalar’ın torunlarına gözdağı verilmeye çalışıldı. Ama Latin halkları Tupac Amaru’yu unutmadı. Adı direniş ve isyanlarla birlikte anıldı. Peru’da ve Uruguay’da devrimci hareketler onun adını aldı.
İbrahim böylesi bir geleneğin adıdır. Ve böylesi bir ruhun simgesidir. Bir enternasyonal komünist olarak, davasını ölümüyle de manifestolaştırandır. İbrahim alev ve ateşe dönüştü. Kızıl bir kelebek oldu. Gerçek “aşkı” yanlızca o Kızıl Kelebekler bilir.
Volkan Yaraşır
* Partizan’ın 16 Mayıs 2015’te, Sarıgazi’de “Öfkenin Bilinci, Direnişin Rehberidir Kaypakkaya” başlığıyla düzenlediği panelde yapılan sunumun içeriğidir.