Suriye’de iç savaşın başlatılıp “kardeş Esad’ın” “katil Esed’e” dönüştüğü dönemde mutabık olunan konulardan biri mülteci sorunuydu.
Suriye sorununun bir sonucu olan mülteciler, AKP/TC’nin en başından beri politik malzemesi oldu. Bu malzemeye, değişen politik çıkarlara göre biçim verildi. Silahların, bombaların patlamaya başlamasıyla birlikte Suriyeli mülteciler sınır bölgelerine tampon bölge oluşturmak amacıyla gönderilmiş, kamplar Antakya, Kilis ve Gaziantep’te sınıra yakın yerlere kurulmuş, Sünni-Arap Suriyeliler, bu kamplara yerleştirilmişti. Amaç hem tampon bölge hem de cihatçı çetelere cephe gerisi oluşturmaktı. Çetelere, dikkat ve tepki çekmeden her türlü yardım-destek, mültecilere insani yardım kılıfı altında yapıldı. “Mülteciler için yapılan” bu kamplarda beslenen cihatçı çetelere Suriye’de yaşayan Ermeni ve Aleviler katlettirildi. Rojava’da devrim sürecini baltalamak için Kobane’ye gönderildiler.
Ancak özellikle de Rus uçağının vurulması kriziyle tam anlamı ile dibe vuran dış politika aynı zamanda Emevi camisinde namaz kılma hayallerinin de sonu oldu. Mülteci mezarlığına dönen Ege ve Akdeniz AB’nin başını ağrıttığı, mülteci krizinin ayyuka çıktığı dönemde mülteciler bu kez AB’den para koparmanın aracına dönüştürüldü. “Açarız kapıları” tehditi savrulurken Suriyeli mültecilerin hiç de “kardeş” olmadıkları görüldü. “Verecekseniz verin yahu” dercesine dilenciliğe kadar düşülürken “onlardan istifade” etmenin nadide örnekleri sergilendi. Suriyeli mültecilerin kanı ve canı üzerinden çıkar hesabının adı Kayseri Pazarlığı oldu. 3 milyar Euro’nun peşine düşüldüğü esnada Suriyelilere Misak-ı Milli sınırları içinde ırkçı-şoven saldırılar, taciz-tecavüzler, emek gaspı devam ediyordu.
Hem dış hem de iç politikada gidişat RTE/AKP açısından atılan taşın yerini bulmamasından dolayı daha kötüydü. “Eyyy!” diyerek bağımlı olduğu Batı emperyalizmine çatmanın faturası “değerli yalnızlık” oldu. İlerici, demokrat, devrimci ve yurtseverlere çatmanın faturası da Gezi İsyanı ve 7 Haziran seçiminde HDP’nin başarısıydı. T. Kürdistanı’nda “ezip geçme” düşüncesiyle başlatılan savaş sonunda mülteciler iç politikanın malzemesine dönüştürüldü. Savaşla birlikte göçertme politikası devreye sokuldu. Kürtlerden boşaltılan yerlere Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesi gündeme geldi. Bölgeyi Araplaştırma veya “Arap Kemeri” olarak adlandırılan bu politikanın ilk adımı Maraş Pazarcık ilçesine bağlı Kürt Alevi köyü Terolar’a kamp kurulması oldu. Terolar’ın direnişi Suriyelileri istememekten ziyade bölgenin nüfus yapısını değiştirmeye yönelen RTE/TC zihniyetine karşı bir direniş olarak kayda geçti.
Bugün vatandaşlık konusuyla birlikte bu politika, sorunsuz bir şekilde hayata geçirilmek isteniyor. Zira mültecilerin “TC vatandaşı” olarak devletin onları istediği bölgeye yerleştirme hakkı meşrulaşmış olacak.
Türkiye’de 3 milyona yakın Suriyeli yaşıyor. Mültecilerin yüzde 90’ı kamplar dışında, yüzde 10’u da kamplarda yaşam savaşı veriyor. Gelir seviyesi olarak en alt tabakada yer alan Suriyeli mülteciler, burjuvazi tarafından ucuz iş gücü olarak görülüyor. Mülteci akınının başladığı günden bugüne Suriyeliler yasadışı-kayıtdışı bir şekilde yaşadıkları bölgelerde ucuz iş gücü olarak kullanıldı-kullanılıyor. Ocak ayında Suriyeliler için çalışma izni çıkarılarak sadece merdiven altında değil fabrikalarda da ucuz iş gücü olarak Suriyelilerin çalıştırılmasının önü açıldı. Vatandaşlık verilerek ise Suriyeliler ekonomi bakanının bahsettiği “dev şirketler” kurmanın önemli bir parçası olacak. “Dev şirketler” için gerekli olan en önemli şey, ucuz iş gücüdür. Bunu sağlayacak ve artı-değer sömürüsünü artıracak insan kaynak ise Suriyeli mültecilerdir. “Biz bu insanları ülkemizde değerlendirme imkanına sahibiz… Bu insanlardan istifade ederiz” diyen faşist RTE’nin aklından geçenle sermayenin aklından geçen aynıdır. Aynı olan bir diğer husus da insaniyeti, insana dair olanı ayakları altında çiğnemeleridir.
RTE/AKP’nin 14 yıllık tarihinde geldiği nokta taban olarak sınıra dayandığı noktadır. Son seçimlerde diğer partilerden oy çalma da bu sınıra dahildir. Dahası tek adamlığa doğru giderken kendi iç çelişkisini derinleştirmiş, deneyimli kadrolar tasfiye edilmiştir. Son yaprak A. Davutoğlu oldu. Dış politikadaki çark ediş ve İsrail ile anlaşmanın tabanda kırılma yaratacağı söylenirken başına talih kuşu gibi konan darbe girişimi ile sokaklara saldığı tabanını şimdilik yeniden birleştirmiş ve güçlenmiş görünüyor. Ancak zaten kemikleşmiş tabanında bir sorun yaşamayan AKP için Suriyelilere vatandaşlık vermesi, referandum vb. süreçlerde önemini koruyacaktır. Bugün Türkiye’de yaşayan 3 milyon Suriyelinin 1.5 milyonu oy kullanabilecek durumdadır. Bu, yüzde 3’lük bir oy oranı demektir ve RTE/AKP’ye istediğini yapabilecek kapıyı açacak bir olanaktır. “İstifade” etmenin bir hesabı da budur. Bunun önündeki engel Suriyelilerin seçme ve seçilme hakkının olmamasıdır. Vatandaşlıkla, Suriyelilere bu hak verilecek fakat anayasanın vatandaşlık için belirlediği 8 şartla değil bir şartla; AKP’li olmak, AKP’ye oy vermek… Suriyeli mülteciler AKP’li olurlarsa, ona oy verirlerse “insandır”, “kardeştir”, “vatandaştır!” değilse “Türkiye’ye gelirken RTE’ye mi sormuşlardır.”
“Vatandaşlık” elbette Suriyeli mültecilerin bugüne kadar yaşadığı sorunlara bir çözüm getirmeyecek. Bu sorunların en başında gelen ise ırkçı-şoven saldırılardır. Irkçı-şoven yaklaşımlar yaşamın her alanında görülürken MHP’nin seçim propagandasına kadar inmiştir. Açıktan Suriyelileri göndermeyi savunan MHP’nin tavrı, sokakta ölümle sonuçlanan saldırılar boyutuna ulaşmaktadır. ABD düşünce kuruluşu Marshall Fon’un yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye’de Suriyelilere daha kısıtlayıcı yaklaşılmalı diyenlerin oranı yüzde 65.8. Suriyelilerden endişeli olanların oranı ise yüzde 83.6. Geri dönmelerini isteyenlerin oranı da yüzde 73.1. Araştırma sonuçlarının yüksek çıkması, Suriyelilerin istenmediğini göstermesi RTE/AKP’nin beş yıldır insan yerine koymayan ırkçı-şoven salıdırıların önünü kesmeyen mülteci politikasının bir sonucudur. Vatandaşlık da durumu değiştirmeyip tam tersi daha da derinleştirecektir.
Vatandaşlık Suriyelilere verilen bir hak değildir. Daha boyutlu hak gasplarının önünü açan bir saldırıdır. Irkçı-şoven-tekçi zihniyetle Suriyeliler “Türklerin ekmeğini yiyen mülteciler” olacaktır her zaman. Buna karşın Türkiye’deki sınıf mücadelesinin bir parçası olarak Suriyelilerin kendi öz örgütlülükleri kurulmalı, yardım-dayanışma-destek olmadan bir adım daha ileri atılarak onları örgütlü mücadelenin üyesi yapma zorunluluğu söz konusudur. Suriyeli mülteciler için mücadele ederken onları bu mücadelenin içine dahil etmek esas noktadır. Suriyelileri yaşadıkları zulümden, sömürüden kurtaracak tek yol birlikte-örgütlü mücadeledir.