Türk egemen sınıfları Kürt meselesinde bir yandan barış ve uzlaşma derken diğer yandan “terörle mücadelede” kararlılık vurgusu yapmaktadır. Abdullah Öcalan ile kamuoyuna mal edilen görüşmeler bir tarafta yürümekte; diğer tarafta ise Kürt Ulusal Hareketi’ni ve bütün muhalif kesimleri bir cendere içine sokacak siyasal, ekonomik, askeri ve ideolojik hamleler yapmaktadır.
Kürt meselesini yeniden şekillendirmek ve yürümekte olan ulusal mücadeleyi berhava etmek için açılımlar yapılmakta, Ortadoğu’daki politikalarının kolaylaştırıcı unsuru haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bu uğurda “şeytanlaştırdıkları” her şeyi kullanabileceklerini de çok net ifade etmektedir. Yani Kürt ulusal meselesinde oldukça pragmatist ve ikiyüzlü bir siyasal çizgi oluşturmuştur. Bu siyasal çizgiyi de sürekli bir şekilde üretme gayretindedir.
Ancak çözüm süreci diye ifade edilen şey Türk egemenlerinde Ulusal Hareketin silahları bırakmasına endeks- lenirken, ulusal harekette ise hangi ulusal hakların kazanılacağı ve örgütsel gücün yeni durumda nasıl ikame edileceği üzerine kurulmuş. Yani bu noktada iki taraf arasındaki çözüm algısındaki keskin farklılık henüz kapatılabilmiş değil.
Devlet ve borazanları Ulusal Hareketin silah bırakmasının hangi aşamalarla, nasıl bir yol izleyeceği üzerinde sürekli fikir üretmektedir. Bunun istenilen düzeyde olmaması durumunda ise mücadelenin hangi yöntem ve araçlarla keskinleştirileceğine dair de güçlü bir hazırlık içinde olmaktan geri durulmuyor.
Kürt Ulusal Hareketine sürekli bir şekilde yoğun siyasal ve psikolojik baskı uygulanmakta, nasıl siyaset izlemesi, hangi biçimde davranması gerektiği öğretilmeye çalışılmaktadır. Bunu kâh en kaba ve yoğun şiddet ve tehdit içeren biçimde, kâh bir ağabey ya da akıl hocası edasında yapmaktadır.
Her türlü zor devrede!
Her türlü şiddet, psikolojik baskı ve siyasal tahakküm biçimi devrededir. Yeni yasal düzenlemelerle, Türklerin yüksek duyarlılıklarıyla verdiği tepkiyle ya da doğrudan polis ve asker baskısıyla bu süreç örgütlenmektedir. Paris’te 3 yurtsever kadının katledilmesi, terörün finansmanının önlenmesinin yasalaşması, 15 şubat protestolarında Şahin Öner’in katledilmesi, HDK heyetinin Karadeniz turumda Sinop’ta başlayarak samsunda devam eden ziyaretlerinin beyaz bereliler tarafından polisin kolaylaştırıcı rolü ile lince dönüşmesine, İmralıya gidecek heyetin bileşenlerine yönelik başbakan rezervine, Kandil ve Metina’ya yönelik hava bombardımanına, Lice’de gerçekleştirilen askeri operasyona kadar bir dizi örnek henüz barış ve uzlaşı çığlıkları devam ederken gerçekleşmektedir.
Devletin “barış ve uzlaşı inişli çıkışlı bir süreçtir” tespitine karşı barış ve uzlaşıyı ezerek, zayıf düşürerek, mümkünse “yok ederek yapılır”ı ikame ettiğini görüyoruz.
En makul yaklaşımları bile aşağılama ve Kürt ulusal haklarına ve onun örgütlenme özgürlüğüne saldırıyı içeriyor. Son olarak Sinop’ta yaşanan saldırıyı oldukça “demokratik” bir tutumla eleştiren kanatsız melek Bülent Arınç hemen akabinde BDP’nin çıkarması gereken dersleri sıralamaktan geri durmuyor.
“Bugüne kadar yaptığınız etnik kimliğe dayalı siyaset faydalı olmamıştır. Bugüne kadar yaptığınız sadece Türkiye’nin belli bir bölgesinde, bu bölgenin insanlarına yönelik siyasetiniz doğru olmamıştır. Bugüne kadar yaptığınız tahrik edici siyaset, çevrenizdeki insanları şiddete yönelten, silaha yönelten siyasetiniz doğru olmamıştır. İşte buna tepki olarak sadece Karadeniz bölgesinde değil başka yerlerde de aynı tepkiyi görebilirsiniz.”
Yani Kürt Ulusal Hareketi’ne “ulusal mücadele yürütme, ulusal haklarını savunma bunu yaptığın sürece ülke birliği mevcut rejim altında korunduğu sürece benzer tepkiyi görmeye devam edersiniz” uyarısı yapmaktadır.
Her mücadelenin bir onuru, haysiyeti vardır. Karşıt olduğun şeyi karşıt olanın kendini tanımladığı biçimde kabul ederek mücadele edersen bir haysiyet kazanırsın. Devletin mücadelede henüz bundan yoksun olduğunu “en hayırlı açıklama- larında” dahi görmek mümkündür.
Yasa yeni değil!
Bu koşullar içinde “barış ve uzlaşı arayışı” devam etmektedir. Devlet bir yandan yumuşatılmış bir politik atmosfer yaratırken bu politik atmosferden faydalanmaktan da hiç geri durmuyor. Bu süreçte kendi adına bir faydalı iş de “terörün finansmanını önleme yasasının” kısa sürede resmi gazetede yayımlanarak hayat bulmasını sağlamak oldu.
Uzun süredir gündemde olan bu yasal düzenlemeyi en uygun zamanda tam da şanına yaraşır bir maharetle gerçekleştirdi. Bu noktada gündemin uzlaşma ve barış eksenine oturduğu atmosferde, onun gölgesinde ve kolaylaştırıcı etkisiyle yasayı şipinişi çıkarıverdi.
Bu yasa uzun süredir gündemde idi. Bugün her ne kadar Kürt Ulusal Hareketi’ne ve mücadelesine en etkin ve yakıcı bir şekilde dokunacak olsa da, yasa her türlü muhalif gücü hedef tahtasına koyacak bir niteliğe sahiptir. Ki olası toplumsal ve siyasal çalkantılara karşı uluslararası emperyalist kurumların hemfikir olduğu bir düzenleme özelliğini taşımaktadır.
“Terörizmin finansmanının önlenmesi”ne dair Birleşmiş Milletler’in hazırladığı bir sözleşme söz konusudur. Bu sözleşmeye TC devleti de 2002 yılında imza atmış, onaylamıştır. Uzun süredir BM Mali Eylem Görev Gücü FAFT, bankaların ‘terör finansmanın’ engellenmesi, kara para aklanması ve kullanılmasını” önlemek amacıyla, Türkiye’den yasa çıkarmasını istemektedir.
TC bu yasal düzenlemeyi kendi toplumsal sistemine en uygun biçimde nasıl uyarlayacağının hesabını yapmaktaydı. Nihayet bunun en uygun yolunu Terörle Mücadele Yasası üzerinde şekillendirmekte buldu. Böylece uluslararası bir sözleşmeyi iç hukukuna bu şekilde yerleştirdi.
TMY’nın kapsam ve yetki alanının ne denli geniş ve kapsayıcı olduğu malum. Öyle ki belli koşullarda kendi genel kurmay başkanından hatta görevde olan MİT müsteşarına kadar uzanabilecek bir esneklikte.
Muhalif olan demokrat ve devrimci güçler üzerindeki etki ve tesiri ise sanırız üzerine söz söylenmeyecek kadar aleni ve açık. En ufak muhalif tepkinin dahi terörizmle bağlantısını kuracak bir kabiliyetle donatılmış durumda TMY.
Bu niteliklere sahip bir kanunun içeriği böylece finans ayağı ile de beslenmiş ya da güçlendirilmiş oldu. Bu yasaya göre; kurulacak bir kurulla, somut delile ya da yargı kararına dayanmaksızın sadece bir istihbarat raporuyla; “Belediyelerin”, “Sendikaların”, “Derneklerin”, “Vakıfların”, “İşadamlarının”, “İnsani Yardım” kuruluşlarının mal varlıkları dondurulup, el konulabilecek.
Terörist olduğuna kanaat getirilen herhangi birisinin ilişkide olduğu herkes bu suç kapsamında rahatlıkla yargılanabilecek ya da mal varlığına devlet tarafından el konulabilecek. Bu düzenleme- nin pratikte uygulamasının hangi boyutlara varacağı üç aşağı beş yukarı bellidir.
Ancak her şey beklenir diyenleri dahi şaşırtacak uygulamaların yaşama geçme olasılığı da oldukça yüksektir.
Hedef toplumsal muhalefet!
Bu yasanın bugün pratik olarak ilk elden Kürt ulusal mücadelesine ve onun bütün bileşenlerine odaklanacağı, ilk ganimetleri bu kesim üzerinde toplamaya çalışacağı aşikardır. Yani yasanın ilk test sahası burası olacaktır.
Ancak sadece Kürt ulusal mücadelesine dönük bir uygulama olduğu algısı yanıltıcıdır. Yasanın uluslararası niteliğe sahip emperyalist sistemin projelendirdiği ve ezilen geniş kesimleri ve onun muhalif örgütlü damarını hedeflediği görülmelidir.
Somut durum ve özgün koşullarda önceleyeceği kesimler kuşkusuz olacaktır. Toplumsal muhalefetin en diri ve mücadeleci kesimlerini hedefe koyacaktır. Ancak bu yasa kısa vadeli konjonktürel bir saldırı değildir. Toplumsal nizamın nasıl ve ne biçimde tesis edileceğine dair anlayış ve yaklaşımın ürünüdür.
Bugün için “entegre stratejinin” ya da “açılımın” bir enstrümanı alarak devreye girmektedir.
Sınırları elbette bu kadar değildir. Ancak ilk elden araçsallaştığı nokta burasıdır. Kürt ulusal güçlerinin ya da Kürt ulusuna mensup toplumsal kesimlerin bu yasadan daha fazla endişe duyması için yeterli sebepler vardır.
Yasa aynı zamanda her türlü sermayenin el değiştirmesini sağlayacak ve egemen olan sermaye kesiminin açıklarını bu değişimle sağlayacak güçlü ve doğrudan bir ekonomik çıkar aygıtı işlevi de vardır.
İstendiği zaman Kürt ulusu ya da ezilen diğer milliyet ve mezheplere mensup sermaye sahibi sınıflara karşı modern bir “varlık vergisi” işlevi görebilir.
“Açılımcı, barışçı ve uzlaşmacı” faşizm ancak bu kadar olabiliyor!