İstanbul: Uluslar arası hapishaneler sempozyumu “Uluslararası İnfaz Sistemleri ve Hukuk” başlıklı ikinci oturum ve “Ulusal ve Uluslararası ortak bir çalışma grubunun oluşturulması” başlıklı üçüncü oturumun gerçekleşmesinin ardından sona erdi.
Av. Begüm Yıldız moderatörlüğüyle gerçekleşen ikinci oturumda İran, Avustralya, Hollanda, Almanya ve Türkiye’den hukukçuların katılımıyla uluslararası infaz sistemleri ve hukuk üzerine sunumlar gerçekleştirildi.
“Politik tutsaklar için bu çürümüş sistemi kendi mezarına koymak gerek”
İlk olarak Avustralya’dan Av. Gill H. Boehringer 10 senedir Filipinler Nasyonalist gruplarında çalıştığını ve İngiltere’nin kendisinin ülkesine girmesini engellediğini ifade etti. Avustralya’daki hapishanelere ilişkin, hapishanelerin özelleştirildiğini ve devletin özellikle Aborjinlere karşı kötü uygulamalara; bu uygulamaların globalleşme ile hükümetin neo-liberal politikalarıyla birlikte daha da kötü hale geldiğine dikkat çekti.
Boehringer , “Aborjinler soykırım politikalarına maruz kalmaktadırlar. Her şey onlara yasaklanmış durumda. Yasal-hukuki anlamda hiçbir hakka sahip değiller. Aborjinler hakkında açılan davalar sıklıkla ‘terör eylemlerine karışma veya yardım etme’ üzerinden açılıyor.” Şeklinde Aborjinlere yönelik ülkedeki durumu açıkladı. Avustralya’nın tarihinden örnekler vererek ülkenin emperyalist çıkarlar doğrultusunda seferber olduğunu belirten Boehringer, tüm politik tutsaklar için bu çürümüş sistemi kendi mezarına koymak gerektiğini belirtti.
“İran’da herhangi bir eylem Allah’a karşı gelmek demek”
Ardından İranlı Av. Muhammed Hochi İran’daki hukuk sistemine dair, “İran’da karmaşık bir hukuk sistemi var. Bir tarafta daha sivil bir hukuk sistemi, diğer tarafta ise şeriat hukuku var. Politik davalara İslam devrimi mahkemeleri bakıyor. Şeriat hukuku işletiliyor.” şeklinde açıklama getirdi.
Geçmişte İran’da insanların işkenceden direkt mahkemeye çıkarıldığını belirten Hochi, örnek olarak 80’lerde 30 kişinin mahkemeye götürülerek, burada 30 dakika içinde infaz edilmesini verdi. Avukat talep etme hakkının olmadığından bahseden Hochi, yargı bütünlüğünü bozduğu için bir kadın avukatın tutuklandığını; tutsak kadınların ise tecavüzü reddettikleri takdirde çıplak bir şekilde soğukta bekletildiğini ve işkenceye maruz kalındığını ifade etti.
İran’da herhangi bir eylemin Allah’a karşı gelmek sayıldığını belirten Hochi, ülkede hiçbir hakkın tanınmadığını söyledi.
Hollanda’dan söz alan Av. Hans Langenber ise Hollanda’daki infaz rejimine dair bilgi vererek, hapishanelerin farklı tiplerde (yarı açık, kapalı, açık) bulunduğunu, hapishanelere sevklerin ise kriminal duruma bağlı olduğunu belirtti.
Langenber tecrite ise Hollanda’da bir sahil kasabasında bulunan yüksek güvenlikli hapishaneyi örnek vererek burada 9 tutsağun bulunduğunu ve bunlardan en çok tanınanın Muhammed Bee olduğunu ifade etti.
“Ülkemizde TMK kaldırılmadan hapishane sorunları bitmez”
Ezilenlerin Hukuk Bürosu adına söz alan Av.Özlem Gümüştaş ise hapishanelerin mücadelenin en temel güçlerinden biri olduğunu belirterek “ Hapishanelerdeki direniş devrimci yaşamın ve mücadelenin en kristalize halidir. Devlet bu neden çeşitli tiplerde hapishaneler inşa ederek mücadeleyi boğmaya çalışıyor.” dedi.
Sovyetler döneminde egemenler tarafından “önleyici savaş” tariflemesi yapıldığını belirten Gümüştaş, şimdi ise bunun adının Terörle Mücadele Kanunu (TMK) olduğunu ve çok geniş çerçevede bir terör tanımı yapıldığını belirtti. Buna göre ceza kanunu 55 suç tipini tanımlıyorken 2005 sonrasında ise TMK’nın yeniden tanımlanarak devleti tehdit eden her şeyi içerdiğini ve infaz kanununun da kaynağını TMK’dan aldığını ifade etti. “Ülkemizde de TMK kaldırılmadan hapishane sorunları bitirilemez. TMK ile adli-siyasi tutsak ayrımı yapılırken, siyasiler için ayrı bir infaz rejimi tarifleniyor. İnfaz kanunun disiplin suçlarını düzenleyen bölümleri ile ceza içinde ceza çektiriliyor.” diyerek ülkedeki duruma dikkat çekti. Tecritin kaldırılması, infaz rejiminin düzenlenmesi, hapishanelerdeki tutsakların temsilciliğinin tanınması gerektiğinden bahseden Gümüştaş, hapishanelerdeki hak ihlallerine karşı izleme kurullarının oluşturulmasının önemine değindi.
“Avrupa’da anti terör yasasının mağdurları göçmenlerdir”
Son olarak söz alan Uluslar arası Halkın Avukatları Birliği’nden Av. Dündar Gürses, bir tutsağın mektubunu okuyarak tutsağın yaşadığı sorunları ve psikolojik sıkıntıları aktardı. 11 Eylül ile birlikte AB konseyinin terör yasalarını düzenlediğini belirten Gürses, anti terör yasasından bahsederek terörist tanımının “halka korku hissettirmek, devlete zarar vermek” şeklinde belirtildiğine dikkat çekti. Bu tanımın çok genel olduğunu ve istenilen yöne çekilebileceğini ifade ederek bu yasaların mağdurlarının göçmenler olduğunu söyledi.
Dündar Gürses’in sunumunun bitmesinin ardından Filipinler’den sempozyum için gelen mesaj okundu. Mesajda, Filipinler’de yaklaşık 400 yıldır insan haklarının endişeli durumunun devam ettiği ifade edilirken hapishanelerdeki insanlık dışı uygulamalara değinildi. Dünya’daki halkların birliği ve mücadelesiyle hakim sınıflara karşı kazanım elde edileceğini belirten mesajın ardından serbest kürsüye geçildi.
Fransa’dan Maoist bir aktivist söz alarak dünyadaki ezilenlerin dayanışması gerektiğini vurguladı.
15 dakikalık bir aranın ardından sempozyumu sonuca bağlamak ve geleceğe dair politik tutsaklara ilişkin somut adımlar atmak üzere moderatör Kemal Rüya yönetiminde üçüncü oturuma geçildi.
ADHK, Türkiye’deki hapishaneler tarihinin yaygın mücadelelerle geçtiğini belirtirken, bu mücadelenin içinde olacaklarını belirtti.
ATİK adına konuşma yapan Süleyman Gürcan ise uluslararası ve ulusal çapta bir mücadele birliğinin oluşması gerektiğinin önemine değinerek sadece sorunları tartışmak yerine çözüm de üretmenin gerekliliğinden bahsetti. Kampanyalar yöntemiyle çözümün bir ayağının oluşturulabileceğini belirten ATİK, uluslararası dayanışmanın önemine dikkat çekti.
Partizan ise, hapishaneler sorununun tek tek ülkelerle ilgili bir sorun olmadığını, tüm ülke devrimcilerini ilgilendiren mücadelenin ana eksenlerinden biri olduğunu vurguladı. Uluslararası koordinasyon gibi bir örgütlenmeye gidilmesiyle tek tek ülkelerde yaşanan politik saldırıların gündemleştirilmesinin önemli olduğunu belirtti.
AGİF adına yapılan konuşmada, uluslararası bir ağ oluşturulmasının önemine değinilerek tutsakların sahiplenilmesi gerektiği vurgulandı.
Demokratik Halklar Federasyonu (DHF) adına açıklama yapan Ülker Sarı konuşmasında, koşulların dünden bugüne farklı bir noktada durmadığı, iktidarların sadece biçimsel değişikliklerle baskı araçlarını kullandığı belirtildi. DHF, enternasyonal dayanışmanın önemine dikkat çekerek açıklamayı sonlandırdı.
Ölümsüzlerin ve Tutsakların Sesi Platformu (ÖTSP)’ndan Münevver İltemur, tutsaklara ilişkin eş zamanlı eylemler, güçlü bir internet sitesi, baskı mekanizmalarına karşı mektup, faks, email gibi yöntemlerin kullanılabileceğini vurgulayarak pratik adımların önemli olduğunu ifade etti.
Sempozyum politik tutsakların özgürlüğü için uluslararası güç birliğinin önemine dair açıklamalarla son buldu.