Türkiye işçi sınıfı için tarihsel bir önemi olan 15-16 Haziran direnişinin üzerinden tam 47 yıl geçti. 15-16 Haziran direnişinin bugün hala hatırlanması, direnişin işçi sınıfı açısından ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Diğer yandan 15-16 Haziran direnişinin hatırlanmasının önemi günümüzde daha da artmıştır.
15-16 Haziran direnişini anlamlı kılan sebeplerden bir tanesi işçi sınıfının örgütlenme hakkının elinden alınmasına dair yapılan saldırıya karşı işçilerin direnişe geçip buna dair tavır almasıydı. Direnişin öncesinde, Türk-İş’in devlet ile kurduğu uzlaşmacı tavır ve işçilerin taleplerini dikkate almaması, işçi sınıfının kendini başka bir sendikada ifade etmesinin önünü açmıştı. İşçilerin yaşadığı bu ve benzeri çelişkiler doğrultusunda Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu kuruldu. 1970’te kamu işçilerinin birçoğu Türk-İş’te, özel sektör işçilerinin büyük bir çoğunluğu da DİSK’te örgütlenmişti.
DİSK kurulduktan bir süre sonra devlet icazetli Türk-İş’in o dönemde üye sayısı çok yüksek olmasına rağmen, işçi sınıfı DİSK içinde ciddi bir büyümeye gitti. Dönemin hükümeti olan Adalet Partisi DİSK’in hızla büyümesinden rahatsız oldu ve 15-16 Haziran direnişini ortaya çıkaran ve sendikalara işkolundaki işçilerin üçte birini örgütleme şartı getiren düzenleme ile DİSK’i fiilen kapatmak anlamına gelen yasa değişiklikleri gündeme getirdi.
İşçilerin sendika seçme iradesine ipotek koymak anlamına gelen bu düzenleme ile DİSK, fiilen tasfiye edilmeye çalışılırken, bu saldırıya sessiz kalmayan DİSK ve Türk-İş üyesi işçiler İzmit ve İstanbul’da kitlesel yürüyüşler düzenleyerek, karşılarına çıkan her türlü engeli aşarak 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişini yarattılar.
Direnişin öğrettikleri ve günümüzdeki yeri
15-16 Haziran direnişinde açığa çıkan çok önemli olgulardan bir tanesi işçilerin kitlesel bir şekilde direnişe geçtiğinde kendi güçlerinin ne derece önemli olduğunu göstermesiydi. 15-16 Haziran direnişinin öğrettikleri günümüzdeki önemini daha da artırmış durumdadır.
Ekonomik ve siyasi kriz içinde debelenen Türk hakim sınıfları, yaşanmakta olan krizin faturasını işçi sınıfına yükleyerek çözmeye çalışmaktadır. Bugün işçilerin geçmiş dönemlerden direnerek kazandığı kıdem tazminatına göz dikilmiş durumdadır. Hem kıdem tazminatı hem de zorunlu bireysel emekliliği işçi sınıfına dayatarak, patronların işçiler üzerindeki sömürüsünü artırmaya çalışmaktadır. İşçilerin en önemli güvencesi olan kıdem tazminatını fona aktararak, işçilerin alınterini son damlasına kadar sermayeye aktarmaya çalışan AKP hükümeti, dönemin Adalet Partisi’ne benzer bir tutum içersine girmiştir.
Egemen sınıfların sermayelerini büyütmenin, azami kâr elde etmenin koşulu işçileri temel hak ve özgürlüğünden mahrum bırakmaktır. Yaşanan bu tarihsel benzerlik de egemen sınıfların ve onların temsilcisi devletin sınıfsal karakterinden kaynaklanmaktadır. Patronlar ve işçiler arasındaki bu mücadele, iki sınıf arasındaki uzlaşmaz çelişki çözülene kadar devam edecektir.
Bugün tarih bu şekilde akışını sürdürse de 15-16 Haziran direnişinden de görüldüğü üzere işçi sınıfı kendi haklarını korumak için bir direniş hareketi başlatmak zorundadır. Dönemin koşullarında, doğallığında çıkan bu direniş, yaşadığımız dönemin koşullarında da kendini yenileyecektir. Aslında güncele baktığımızda yer yer işçi direnişleri küçük depremler gibi görünmektedir. Birçok fabrikada greve giden işçi sınıfının yarattığı bu küçük sarsıntılar, daha büyük depremlere gebe olup Türk hakim sınıflarının iktidarını derinden sarsacak olan güce kavuşacaktır.