Makaleler

Türkiye Cumhuriyeti kime ait?

Giriş:

Bu kısa araştırmada, “milli gelir” sorununu çok ayrıntılı olarak ele almayacağız. Devletin kime ait olduğu, gelir ve servet dağıtımın yanı sıra işçi sınıfının ücretleri de dikkate alınarak, cevaplandırılacaktır.

Kapitalizm öncesi özel mülkiyetçi toplumlar bir yana, kapitalist toplumda, topluma damgasını vuran iki sınıf vardır: İşçiler ve burjuvalar. Ülkede üretim yapan ve maddi servet birikimini sağlayan işçilerdir. Ancak, ülkede üretim yapan işçiler olmasına karşın, üretilen mal işçilerin olmayıp, üretim araçlarını elinde bulunduran burjuvaziye aittir. Bu anlamda, yaratılan milli geliri işçiler ve burjuvalar eşit oranda paylaşmaz. İşçilerin yarattığı milli gelirin büyük bir bölümüne, ülke nüfusun çok az bir azınlığını oluşturan burjuvalar el koyar. İşçiler ise, üretimi yeniden üretmek ve burjuvalara devamlı artı-değer sağlamak için gerekli olan paylarını alırlar. Yani, ertesi gün yeniden çalışmak için enerjiye ihtiyacı olan işçiye, bu ihtiyacı kadar kendi yarattığı gelirden pay verilir.

Kapitalist sistemde, hiçbir zaman “milli gelir” o ülkede yaşayanlar arasında “eşit” bir şekilde pay edilmez. Üretim araçlarını, sermayeyi, parayı, devlet iktidarını elinde bulunduran burjuva sınıfı, “milli gelir”in büyük bir bölümüne (esasına) el koyar. Sistem bunun üzerine kurulmuştur.

Kapitalizmde, dengeli ya da eşite yakın oranda bir paylaşım olduğunu söylemek yanıltıcı olur. Tersine, kapitalizm, eşitsiz gelişim üzerine şekillenir ve toplumsal yapısını bunun üzerine oturtmuştur. Bir tarafta işçiler ve bir tarafta ise burjuvalar varsa, bunun anlamı, bir tarafta yoksulluk ve bir tarafta artan ölçüde zenginlik vardır.

Kapitalizm zenginliği her geçen gün daha bir azınlığın elinde biriktirirken, buna ters orantılı olarak da yoksulluğu ve sefaletin oranını genişletir.

 

Anayasal Haklar

Yazının başlığındaki soru sorulduğunda, her vatandaşın vereceği cevap, ezici çoğunlukla, “bize ait” olacaktır. Bu “biz”in, TC vatandaşı olan herkesi kapsadığı bir sır değildir. Gerçekten, bu cumhuriyet, TC anayasasına göre, TC vatandaşlarına ait. Ancak, işin gerçeği bu mu? 1982 Anayasa’sı ve daha sonraki eklemeler, birbiriyle çelişen maddeleri içerir. Birinde “özgürlük” verirken, bir sonraki madde özgürlüğün sınırlarını çizer. Bu anlamda aşağıda alacağım 5. ve 10. Maddeleri, diğer bağlayıcı maddelerden “bağımsız olarak düşünürsek” notuyla birlikte okunmalıdır.

Örneğin, halen yürürlükte olan 1982 Anayasa’sının 5. Maddesinde “devletin temel amaç ve görevleri” şöyle tanımlanıyor.

Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

İlk cümleyi bir kenara koyarsak (ki, bu cümle, Kürtlerin ayrılma haklarını engellemek için konulmuştur) diğerleri, herhangi normal bir burjuva demokrasisinde olan ve burjuvazinin “temel insan hakları” dediği normlardır. Peki, burada yazılanlar Türkiye Cumhuriyeti devletinde herkese uygulanıyor mu? Yoksa, sadece devleti elinde bulunduranlar mı sahip?

Hangi sosyal hukuk? Hangi temel hak ve hürriyetler? Hangi maddi ve manevi varlığın gelişmesi için gerekli koşulların hazırlanması?

Yine aynı anayasanın 10. Maddesinde de şunlar yazıyor:

MADDE 10- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

(Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle: 12/9/2010-5982/1 md.) Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.

(Ek fıkra: 12/9/2010-5982/1 md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde (ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında )  kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”

Ancak, bu maddelerin uygulanması bir yana, bütünüyle yok sayılmış ve göstermelik olarak anayasa maddesi içinde yer verilmiştir bunlara. Çünkü, bütün burjuva devletlerin anayasalarında bu maddeler vardır. TC devleti ise, uygulanmamak koşuluyla bu maddelere yazılı anayasalarında yer vermişlerdir. Uygulamalı anayasalarında ise, bu maddelerin tersi vardır.

Bugün, iktidarı elinde bulunduranlar hariç kime sorulursa sorulsun, bu maddelerin uygulanmadığını rahatlıkla söyleyebilir. Bir burjuva demokrasisinde olması gerekenler, Türkiye Cumhuriyeti devletinde uygulanmıyor. Türk devleti kendi anayasasını uygulamıyor ve hiçbir zamanda kendi yasalarına uymadı. Yasalar, daima burjuva sınıfı lehine yorumlanır.

Burjuva devletlerinde yasaların burjuvazinin çıkarları doğrultusunda ve onları çıkarlarını koruyacak şekilde oluşturulduğu bir gerçektir. Ancak, “herkes kanun önünde eşit” demek, koca bir yalandan öte bir şey değildir. İşçi sınıfı bunun gerçek olmadığını her gün yaşayarak görüyor.

Koç’un fabrikasında çalışan bir işçi ile Koç’un aynı yasa karşısında eşit olmadığını biliyor. Her halükarda yasanın Koç’tan yana işlediğini ve sonucun Koç’un lehine sonuçlandığını görüyor.

AKP iktidarı ile 1982 anayasasının dahi çöpe atıldığı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın keyfi tutumuna göre hareket edildiği ve iktidarı elinde bulunduran burjuvazinin sermaye birikimini büyütmek için Anayasada kısmen yer alan kitlelerin demokratik haklarının da rafa kaldırıldığı, onun yerine baskı ve devlet terörünün vahşice uygulamasının yürürlüğe sokulduğu bilinen bir gerçektir.

Burjuva ekonomi kitaplarında GSMH ya da daha dar anlamıyla GSYH (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla); bir ülkenin bir yıl içinde üretilen mal ve hizmetlerin piyasa (pazar) fiyatları üzerinden parasal değeri olarak belirtilir. Marksist açıdan ise, kapitalist bir ülkenin bir yıllık milli geliri; bir yıl içinde işçi sınıfı (artı-değer üreten üretken emekçiler) tarafından üretilen değerdir.

Milli gelir kavramı, burjuva ve Marksist açıdan farklılıklar arzetse de (ki, biz burada bu ayrıntının tartışmasına girmeyeceğiz), biz burada yine de burjuvazinin kendi “milli hesaplaması”nı esas alacağız. Bunun için de, TÜİK’in, Dünya Bankası’nın, IMF’nin ve diğer burjuva araştırma kurumların hesap verileri de sorunun anlaşılması için yeterlidir.

 

Patronların Cumhuriyeti

Şimdi bu cumhuriyetin kime ait olduğunu verilerle ortaya koyalım.

Sahiplik ve aitlik, gelire katkı ve bu gelirden alınan payla direkt ilgilidir. Milli gelire katkı yapanlar, bizzat üretimde bulunanlardır. Yani çalışanlardır. Çalışmayanların milli gelire katkısı söz konusu olamaz. Eğer çalışmayıp milli gelirden pay alıyorlarsa, çalışanların hakkını çalıyordur. Çalışmadan, milli gelirden çalışanlardan daha fazla pay alıyorsa, bu açıktan bir sömürüdür. Çalışanların haklarının gasp edilmesidir.

En basit anlatımla ortada bir Türkiye pastası vardır. Bu pastadan herkes eşit derecede dilim alırsa, tam eşitlik olur. Türkiye nüfusunu düz hesapla 80 milyona bölelim. Pastanın 80 milyon dilime bölünmesi gerekir. Eğer çalışabilecek durumda olanların tümü çalışıyorsa ve eşit oranda pastadan dilim alıyorsa, kimse kimseyi sömürmüyor denir.

Ne var ki, durum böyle değildir. İşçiler çalışır ve pastanın en küçük dilimini alırlar. Yine Koç örneğini verirsek, Koç’un milli gelirden aldığı payla, Koç’un fabrikasında asgari ücretle ya da biraz fazlasıyla çalışan işçilerin milli gelirden aldıkları pay aynı değildir. Koç, çalıştırdığı tüm işçilerin toplamının milli gelirden aldığı paydan daha fazlasını alır.

Kişi başına milli gelir hesaplanırken, yıllık ortalama GSMH toplamı toplam nüfusa bölünür ve buradan çıkan sonuç, “kişi başına milli gelir” diye hesaplanır. Oysa, GSMH 78 milyon Türkiye nüfusuna bölünürken, Koç’un fabrikasında asgari ücretle çalışan işçiyle Koç’un aynı oranda milli gelirden pay aldığı varsayılıyor.

Bu doğru bir yöntem değildir. Ancak, burjuvazi, herkesin gelirinin eşit olduğundan ya da böyle göstermek istediğinden dolayı, milli gelirin “eşit” oranda paylaşıldığı yalanına kitleleri inandırmaya çalışıyor.

Örneğin, burjuva iktisatçıları; yıllık milli geliri toplam nüfusa bölerek, “kişi başına şu kadar dolar düşüyor” diye övünürler. Türkiye’de kişi başına “10 bin ABD doları düşüyor” diyerek, Türkiye ekonomisinin büyüdüğünden dem vururlar. Oysa, ortada bir büyüme söz konusuysa büyüyen emekçinin payı değil, burjuvazinin payıdır.

Örneğin, Koç’a bağlı Arçelik fabrikasında aylık net 1.300 TL alan bir işçinin yıllık net geliri 1300 x 12: 15.600 TL yapar. Tek başına Koç Holding yönetim kurulu başkanı M. Koç’un yıllık kişisel geliri, servet olarak 2.5 milyar dolar.  Koç ailesi işçileri çalıştırarak zengin olurken, Koç’un fabrikalarında üretimde bulunan işçiler ise çalışarak yoksul kalıyor. Ya da Credit Suisse’nin 2015 yılı servet raporuna göre hareket edersek, Türkiye’de yetişkin kişi başına 19.300 dolar servet düşüyor. Türkiye’de TÜİK hesaplarına göre ise yetişkin sayısı, yani çalışabilecek durumda olanların sayısı 53 milyon 83 bindir.

Dünyanın en zenginleri listesinde yer alan Murat Ülker’in kişisel serveti ise 4.4 milyar dolar. Oysa Ülker’in fabrikalarında çalışan toplam işçilerin bir yıllık payına düşen (“servetleri”n) bu rakamın çok küçücük bir kısmı olduğu bilinen bir gerçektir.

Koç’un vb.lerinin Türkiye Cumhuriyeti devletindeki söz ve etki alanı milli gelirden aldığı payla orantılıdır. Onun söz hakkı milli gelirden aldığı pay kadar söz hakkı olduğu gibi, devlete hükmetme hakkı da o orandadır. Yani, TC devletindeki etkisi, onu etkilemesi, yönetmesi ve kendi çıkarları doğrultusunda kanunlar çıkarması, pastadan aldığı pay kadardır. Bu oran bazen az bazen ise çok olabilir. Ama mutlak bir şekilde aldığı payı kadardır. Yani, “işçi ve emekçilerin anasını belleyen”lerin[2]

Burada sadece Koç Holding’den örnek verdik. Ancak, Türkiye’nin 100 ailesi ve giderek daha altlara doğru yayılan zenginlik, sadece nüfusun en zengin yüzde onun elinde olduğu görülmelidir.

En zengin 500 ailenin ellerinde bulundurdukları servet dikkate alınırsa, geriye kalan nüfusun gelirden aldıkları payın çok aşağılarda olduğu görülecektir.

İsviçre Araştırma Enstitüsü (Credit Suisse Research Institute)’nün 2014 yılı Küresel Servet (Global Wealth)  2015 Raporu’na göre Türkiye’deki % 1 ile nüfusun % 99’un sahip olduğu servet oranını gösteren tablo:

Ülke nüfusunun %1’i,  ülkedeki servetin % 54’üne sahipken,  ülke nüfusunun % 99’u ise servetin ancak % 46’sına sahip. Bu verilerden hareketle, TC’nin kime ait olduğu net bir şekilde görülür.

Bu tablonun bütünün Türkiye’nin serveti olarak ele alırsak, nüfusun % 1’nin aldığı servet mavi boyalı yer, nüfusun % 99’unun aldığı servet ise kırmızı boyalı yer.

Yüzde nüfusun %1ile yüzde 99’un servet bölüşümleri (2014 yılı):

 

tablo1tablo2

 

Tablo-1

Ancak, bu rakamları biraz daha ayrıştırırsak, yani, ülke nüfusunun % 10’u ülke servetinin % 77.7’sine sahipken, ülke nüfusunun % 90’ı ise ancak % 22.3’üne sahip. % 1’lik nüfus pastası içinde gözükmeyecek kadar küçükken, pastanın paylaşımında ise yarısından fazlasına sahip.

Yüzde on ile yüzde doksanın servet bölüşümleri (2014 yılı):

 

tablo3tablo4

Tablo-2

% 1’lik zengin’in 2000 yılında servetinin genel servete oranı % 38 iken, 14 yıl içinde bu % 54’e çıkıyor. Nüfusun % 10’u 2000 yılında servetten aldığı pay % 66 iken,  2014 yılında bu oran % 77.7’e yükseliyor. Servet bölüşümü, sürekli bir avuç azınlığın lehine büyürken, ezici çoğunluğun, yani işçi sınıfı aleyhine de küçülmektedir.

Yukarıdaki Tablo-2’deki gösterge, TC’nin kime ait olduğunun açık resmidir.  Yani, ülke, pastanın en büyük dilimine el koyan nüfusun % 10’nun elindedir. Yönetim’de bunların elindedir. Bunların içinde de %1’in elindedir. Bu ülkenin gerçek sahipleri bunlardır. Çünkü, nüfusun % 99’u bunlara hizmet eder. Ülke yönetimini belirleyenlerde bu küçük azınlıktır.

TC anayasası ve kanunları bu % 10’luğun çıkarlarını korumak için hazırlanmıştır. Bütün devlet kurumları, bürokrasi, mahkemeler, hapishaneler, polis ve ordu bunların çıkarlarını korumak için vardır. “Vatan”, “bayrak”, “millet” kavramları sadece bunları ifade eder. TC’nin amblemi bayrak % 10’luk zengini temsil eder. Millet kavramı içinde esasta % 90 yoktur. Vatan ise bütünüyle % 10’un elindedir ve onların vatanıdır. Ancak, vatanı korumak, bayrağı sahiplenmek ve bunlar için ölmek, % 10’a düşmez.  Tersine, sahip olmadıkları için ölenler % 90 içinde yer alanlardır.

Bir de serveti rakam olarak ele alım. Yine aynı kuruluşun servet açıklamasında, Türkiye’nin serveti, 1 trilyon 25 milyar dolara olarak gerçekleşmiş. Bunu 53 milyon 83 bin yetişkin başına düşen servet ortalama olarak 25 bin dolar. Ne yazık ki, nüfusun en alt % 20’lik dilimine bu servetten pek bir şey düşmediği bir gerçektir.

Ücretli ve maaşlı bir işçinin serveti ne olabilir ki? Aldıkları ücretle ay başını zor getirebilenlerin serveti, olsa olsa bankalara kredi borçları olabilir(?)

Mal varlıklarını biraz daha ayrıntılarsak:

Aşağıdaki yüzdeler, milli gelirden bir yıl içinde aldıkları pay değil, ömürleri boyunca biriktirdikleri mal varlıklarının parasal değeri.

  • “% 75.3’ünün mal varlığı 10 bin dolardan az.
  • % 22.8’inin mal varlığı 10 bin ila 100 bin dolar arasında.
  • % 1.8’inin mal varlığı 100 bin ila 1 milyon dolar arasında
  • % 0.2’sinin mal varlığı 1 milyon dolardan fazla.“
  • Durum bu kadar net iken, kim kimin için çalıştığı ve bu çalışanların emeğine kimin zorla el koyduğu açık değil mi?

  • Bu hesaplamaların sonunda TÜİK:
  • İşyerinde çalışırken “iş kazası” nedeniyle ölen işçi, çalıştığı iş yerin sahibini daha fazla zengin etmek uğruna ölür. Askerde “eğitim zayiatı” ya da devletin “bölücü ve yıkıcı terörist” dedikleri ezilenlere karşı savaşta ölen asker, kendi vatanı için değil, % 10’luğun çıkarlarını korumak uğruna ölür. Polis yine böyledir. Bir avuç zenginin çıkarını korumak için yoksulları baskı altında tutmak için ölür. Ne asker ne polis sahip olmadıkları ve bu sistem sürdüğü sürece de asla sahip olamayacakları zenginlerin serveti ve kitleleri sömürmesi ve ezmesi için savaşa ve kitlelerin üzerine sürülür.

    Mülkü olmayan, doğru dürüst bir işi olmayan, işsiz olan, aç yaşayan, evi barkı olmayan, bir işte çalışsa da süresiz bir iş garantisi olmayan işçi ve emekçilerin, TC’de yerleri, sadece ve sadece % 10’un çıkarlarını her alanda korumak üzerine düzenlenmiştir.

  • TUİK Verileri:
    “Eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert gelirine göre sıralı yüzde 20’lik gruplar, 2013-2014
  • tablo5
  • Ortalama yıllık eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert geliri 14 bin 553 TL oldu.

Toplam gelirden en yüksek payı % 49.1 ile maaş-ücret gelirleri aldı, ikinci sırada % 20.1 ile sosyal transferler, üçüncü sırada ise % 18.5 ile müteşebbis gelirleri yer aldı. Sosyal transferlerin %93’ünü emekli ve dul-yetim aylıkları, müteşebbis gelirlerin ise % 71.1’ini tarım-dışı gelirler oluşturdu.“ Bu hesaplamaların sonunda TUİK:

“Nüfusun % 15’i yoksulluk sınırının altında kaldı’ğına

 

tablo6

Tablo-3

% 80: 62 milyon 400 bin kişi // % 20: 15 milyon 600 bin kişi

Ancak, buna karşın, TÜİK  “milli gelirin %49,1’ni ücret ve maaş”ların aldığını söylemesi, kamuda ve özel sektörde çalışan bürokrasiyi de bu dilimin içine katmasından kaynaklanıyor. Yani, Cumhurbaşkanının, başbakanın, bakanların danışmanları ve devlet müsteşarları, devletin en üst düzeydeki vali ve diğer üst bürokrasi tabakası, ordunun en üst rütbelileri vb.leri de bu yüzde dilimin içine konuyor. Doğal olarak “maaş ve ücretliler” dilimi sayı olarak kabarık olduğu gibi, milli gelirden aldıkları pay da yüksek çıkıyor. Sadece işçi ve memurların gelirleri hesaplandığında ise, payın % 49 olmasının söz konusu olmayacağı bir gerçektir. Bütün bunlara karşın, maaş ve ücretlilerin milli gelirden aldığı % 49.1’lik pay yüksek değildir.

Yani, hemen hemen yarı yarıya. Bunun sosyal yaşamdaki yeri, ülke ekonomisinin nimetlerini bu % 20 ve bunun içinde % 10 ve daha en üst % 1’lik ise bütünüyle iktidara egemen. % 80’lik bölüm ise, yukarıdaki % 20’ye çalışmakla yükümlü kılınmıştır. İşte, “vatan”, “bayrak” ve “millet” bunlardan ibarettir. Mülksüzleştirilmiş, yaşam araçları elinden alınmış “vatandaşlara”, yani işçi sınıfına ve emekçilere ait değildir.

 

İşçi Sınıfının Milli Gelirden Aldığı Pay

Öncelikle bir şeyi açıklığa kavuşturmak gerekiyor:

Burjuva devletinde bölüşüm sorunu, herkesin çalıştığının oranı karşılığında bir bölüşüm olmayıp, çalışanın (işçiler) daha az,  ama çalıştıranın (burjuvazi) ise çalışanın hakkına el koyması şeklinde gerçekleşir. Bu el koyma, çalışanın gönüllü olarak üretim araçları sahiplerine (burjuvaziye) verdikleri bir bağış olmayıp, zorla el koyma olayıdır. Burjuvazi zoru, devlet örgütü vasıtasıyla yapar.

Burjuva sınıfının geliri her yıl artış gösterirken, işçi sınıfı ve küçük üreticilerin gelirlerinde ise yükselme yerine düşüş söz konusudur.

“Kamu işçilerinin reel ücreti son 20 yılda yüzde 13 erirken, özel sektör ücretlerinde dalgalanma yaşandı. Ancak 20 yılda artış yüzde 0.9’da kaldı.”[6]

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, her ne kadar metal işçileri ayda net 3 bin TL kazanıyor dese de, bunun gerçek bir yanı yoktur. Metal işçilerin ortalama saat ücretleri ise 9 TL. Ayda ise ortalama net 1620TL kadar.

 

Sendikaların Hesapları

IMF’in Türkiye için 2015 yılı kişi başına düşen milli gelir tahmini aylık 2129 liradır. Dört kişilik asgari ücretlinin evine, kişi başına milli gelirin birinin bile düşmemesi çarpıcıdır. Ülkeyi yönetenlerin çok övündüğü milli gelir artışından da, büyümeden de işçilerin pay almadığı açıktır. Nitekim milli gelir 1978’den bu yana yüzde 400, kişi başına milli gelir yüzde 239 artarken brüt asgari ücret reel olarak sadece yüzde 17 artmıştır. O tarihten beri asgari ücret kişi başına milli gelir oranında artsaydı asgari ücret 2015 yılı için ortalamada brüt 2142 TL olacaktı. Evet, Türkiye’de büyüyen bir şey varsa o da adaletsizliktir.”[8]

2014 yılı verilerine göre ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik bakanın açıklamasına göre asgari ücretle çalışan sayısı 5 milyon. Asgari ücret dikkate alındığında bu 5 milyon kişi açlık sınırının altında yaşıyor. Yine bir başka hesaba göre ise Türkiye’de yoksulluk sınırı altında yaşayan sayısı 21 milyondur.[10] ise, ücretli çalışanların yaklaşık % 40’nı ve bu sayının 7 milyon işçiyi kapsadığını yazıyor. Yani, 7 milyon işçinin asgari ücretle çalıştığını ve bunu ise Merkez Bankası’nın verilerinde dayandırdığını söylüyor.

Bütün bunların gösterdiği şey, asgari ücretlilerin yoksulluk sınırı bir yana açlık sınırı altında yaşadıklarını da gösteriyor.

Yani, TÜİK’in hesaplarıyla Türk-İş’in hesaplaması birbirini tutmuyor.  Türk-İş gerçeğe daha yakın bir muhasebe yaparken, TUİK bilinen yoldan gitmeye, yani, Türk burjuva devletini daha şirin göstermeye çalışıyor. Burjuva sınıfı ile işçi sınıfı ve emekçiler arasındaki gelir dağılımı farkını, mümkün olduğunca az göstermeye yöntemlerini kullanıyor.

TUİK; “Ortalama yıllık eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri 14 bin 553 TL” olarak verirken, gerçeği yansıtmamaktadır. Bu genel bir ortalama olurken, net 1000TL asgari ücret alan birisinin hane halkı yıllık geliri ancak 12000 TL olabilir.

TÜİK’in kişi başına yıllık milli geliri 10.936 dolar hesaplamasıyla nüfusun son iki alt diliminin (% 40) gelirleri birbirine uymuyor. Bu hesaba göre, kişi başına ortalama gelir yaklaşık 30 bin TL olması gerekir. Oysa, bunun gerçekçi olmadığını TÜİK’in kendi hesapları da söylüyor. TÜİK, zenginin malını da yoksula dağıtıyor, ancak bunu sadece ve sadece kağıt üstünde yapıyor.

DİSK-AR’nin hesaplaması ve önerisi ise aşağıdadır:

“Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir 2014 yılı itibarıyla aylık 1800 TL’nin üzerindedir. 4 kişilik hane için işçilerin payına düşenin sadece birini talep etme en tabi hakkıdır. Hane başına milli gelirden düşen pay aylık en az 7 bin 200 liradır.”[12] 

İşçi sınıfı örgütsüzleştirilerek, sendikasızlaştırılarak ve işten atma baskısı uygulanarak, ücretleri hep düşük tutulmuştur. Örneğin, çalışabilir nüfus içinde % 35’i kayıt dışı çalışmaktadır. Kayıt dışı çalışanların önemli bir kesimi ise asgari ücretin altında çalıştırıldığı bir gerçektir.

 

Mülksüzleştirilme Operasyonların Başında Köylülük Geliyor

Soma’da bir kömür madeninde çalışırken göçük altında kalıp ölen (doğrusu katledilen) 301 işçi, kendileri için, kendi mülkleri için, kendi çıkarları ve kendilerini zengin etmek için ölmediler. Maden ocağının sahibi olan bir patronun çıkarı için öldürüldüler. Üstelik, TC devletinin en üst yetkilisi Cumhurbaşkanı’ndan başbakanına kadar ölen işçilere değil, öldüren madenin sahibine sahip çıktılar ve onu korudular. Mahkemeler, ölen işçileri savunma ve koruma yerine madenin sahibini korudular.

Durum bu kadar açıkken, nasıl oluyor da kömür madeninde ölen işçilerin devleti TC oluyor? Nasıl oluyor da Türkiye denen “vatan” kömür işçilerinin oluyor? Onların, bu devlet yönetimindeki bu ülkede ölmekten başka hiçbir hakları yoktur. Ancak, ölüm biçimini seçme hakları da yoktur. İşçilerin nasıl öleceğini de % 10’nun çıkarları belirliyor.

Mülksüleştirme oranı, kır-kent arasındaki nüfus oranı arasındaki fark en iyi göstergelerden biridir. Kent nüfusunun artıp kır nüfusunun sürekli azalması, köylülerin ellerinden topraklarının alınarak mülksüzleştirilmesinin bir ifadesidir.

Karakolda dayak yiyen, horlanan, herhangi bir devlet kapısında normal bir insan gibi karşılanmayan, her gittiği yerden rüşvetle iş yaptıran, hiç bir iş ve yaşam garantisi ve bu anlamda geleceği olmayan bir “vatandaş”, nasıl kendini bu ülkenin vatandaşı görebilir? Ya da bu ülkenin gerçek sahiplerinden birisinin de kendisi olduğuna inanabilir?

(i) “Özelleştirme/ tasfiye/ eritme/ işlevsizleştirme mekanizmaları büyük ölçüde sonuca ulaşmıştır.

(ii) Tarıma yönelik destekler 1999’da ulusal gelirin yüzde 3.2’sinden son üç yılın ortalaması olarak yüzde 0.7’ye geriletilmiştir.

(iii) Tarımsal örgütlenmenin, Tarım Satış Kooperatifleri Birliklerinin zayıflatılması ve gelecek beklentilerinin genelde olumsuza çevrilmesi “başarılmıştır”.

(iv) Tarımın son üç yılda net ithalatçı konuma getirilmesi sağlanmış­tır.

(v) Üreticiler DGD’ye muhtaç duruma getirilmiş ve “üretim kültürü” yerine “muhtaç çiftçi kültürü” yerleştirilmiştir.”[14] diyebiliyor. Ve sermayenin bu tasfiye işlemi AKP iktidarı süreci boyunca hızla yapılmaya devam ediliyor.

Mülksüzleştirme salt kırsal alana yönelik olmayıp, kentlerde de artan ölçüde mülksüzleştirme söz konusudur. TOKİ’nin faaliyeti mülksüzleştirme üzerine kuruludur. Yine, “Kentsel Dönüşüm Projesi” adı altında yürütülen faaliyet, küçük mülk sahiplerinin elinden mülklerinin alınmasıdır bir başka adıdır.

Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir haberde ise:

“Türkiye’de son bir yılda yaklaşık 98 bini aşkın çiftçi üretimden çekildi. Mersin’de 9 binden fazla çiftçi, Antalya’da da 2.500 çiftçi üretimden vazgeçti”[16]

Yabancı ülkeler içinde en çok paya Almanya sahip. Payı: % 17.  Sırasıyla; Hollanda: % 15.7,  Fransa:% 10.5, ABD: 10.3 ve Lübnan’ın payı ise; 9.7

Alman burjuvazisinin faşist AKP iktidarını canı gönülden desteklemesinin nedenleri, bu rakamların içinde saklıdır.

Kısacası, “vatan”-“millet”-“Sakarya” ulumaları, boş çığlıktan başka bir şey değildir. Özellikle, milliyetçilik ve ırkçılık yaparak, komünistlere, ilericilere ve ezilen uluslara karşı  “saf” Türkçülük edebiyatı, sermayenin duvarlarından içeri giremiyor. Sermaye, kendi “küreselleşmesini” yaratırken, geri yığınları ise “milliyetçilik” ninnisiyle uyutmaya çalışıyor. Ekonomi kimin elinde ve kontrolündeyse yasalarda onların kontrolü altındadır. Emperyalist ülkelerin bu göstergeleri, Türkiye’de neden AKP iktidarını desteklediğinin de yalın bir göstergesidir.

 

Cumhuriyet Kimin Sorusuna Yanıt

Bu Cumhuriyet’in,  Kürtlerin ve azınlık uluslardan Ermeni, Rum, Çerkez, Arap, Süryani, Asuri ve diğerlerin olmadığını biliyoruz. Çünkü bunların TC anayasasında ne adları ne de varlıkları geçiyor ve varoldukları kabul edilmiyor. Türkiye Türklerindir deniyor.

Dinsel ve mezhepsel azınlıklardan, Alevi, Yahudi, Hıristiyan ve diğer dinlerin adı TC anayasasında geçmiyor. Ve varlıkları kabul edilmiyor. Hıristiyan, Ermeni ve Yahudilerin ibadet yerleri olmasına karşın, Sünnilerden sonar en kalabalık mezhebi oluşturan Ailevilerin ne varlığı ne de Ailevi oldukları kabul edilmiyor.

Buradan çıkan sonuç, TC’nin bunlara ait olmadığıdır.

İşçi sınıfının ise TC anayasasında yeri, sınıf olarak kabul edilmez. Yani, TC anayasasında, işçiler sınıf olarak geçmez. Tersine, işçilerin anayasadaki yeri, burjuvaziye hizmetten ibarettir. İşten atılmaktır. İşsiz kalmaktır. En ucuza çalışmaktır. Sendikal haklardan yoksun kalmaktır. Sosyal güvencelerin yokluğu demektir. Kömür madenlerinde toplu kıyıma uğramaktır. İş yerlerinde “iş kazası” adı altında ölmektir. Patron karşısında el pençe durmaktır vs.

Haklarını almak için protesto eylemleri yaptıklarında (anayasada yeri olmasına karşın), polis ve jandarma şiddetiyle karşı karşıya kalmaktır. Ve en doğal haklarını aramak için yaptığı demokratik protesto eylemi nedeniyle ya işten atılmak ya da mahkeme kapılarında süründürülmektir.

Bütün burjuva cumhuriyetlerinde olduğu gibi TC anayasası da burjuva sınıfını korumak için yapılmıştır. İşçi sınıfı ve emekçilerin Anayasa’daki yeri, burjuvazinin çıkarlarıyla çeliştiği yerde yok sayılır.

20 yaşına gelen gençler, en dinamik çağlarında askere alınırlar ve “Mehmetçik” olurlar. Ancak, askerde ise her türlü aşağılanma ve hakaretlerle karşı karşıya kalırlar. Bu nedenle de bir an önce askerliğin bitmesini bekleyerek gün sayarlar. “Vatanı düşmana karşı” askere alınan genç işçi, askerliği biter bitmez gerçeklerle karşı karşıya kalır. İş bulamazsa işsiz olur. Yaşamın tüm ağırlığı omuzlarına yüklenir. “Vatanı korumak için öleceksin” denen gençlere, iş vermezler. İş bulanlar ise ağır sömürü ve baskıyla karşı karşıya kalırlar.

Burjuvazi için “vatan uğruna şehit” olanlar, gerçek yaşamda vatanın kendilerine ait olmadığını ağır bedeller karşılığında öğrenirler.

 

Burjuvazinin Endişesi, İşçi Sınıfının Endişesi Değildir

Koç Holding Yönetim Kurulu üyelerinden Ali Koç, “reel ücretlerdeki düşüş kabul edilemez” demiş. Bu konuşmayı 2015 Şubat ayı sonlarında Antalya’da yapılan B20 toplantısında söylüyor. Ve Türkiye’de o zaman en çok konuşulan konulardan biri yine, aynı işverenin; “Çocuklarımızın geleceğinden endişe ediyorum” sözüydü. Yine, aynı kişi, 15 Kasım‘da daha “ileri” bir çıkış yaparak; “Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Ben en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun kapitalizmdir” diyebilmiştir. Oysa, aynı Koç, 2013 yılında ise, Koç Holding’in “Global Oyuncu” rolünden övünerek söz etmiştir.

Ortada saklanamayacak bir gerçek olduğu için kimi burjuva patronlar ara sıra bu tür çıkışlar yapar. Aynen Bill Gates’in yaptığı gibi. Ama onlar asla egemenliklerinden de vazgeçmezler. “Dünyanın sayılı zenginlerinden ve Microsoft’un kurucusu Bill Gates “Kapitalizm bizi iklim değişikliğinden kurtaramaz. Çare sosyalist politikalar” dedi.[18]

Sonuç olarak: Tabii ki bu rakamlar kendilerinin belirttiğidir. Sadece son 13 kişilik liste dikkate alındığında bile, TC’nin kime ait olduğu, daha doğrusu hangi sınıfa ait net olarak görülebilir. Türk devleti bunların elinde, anayasa ve diğer kanunlar bunların lehine yazılır ve uygulanır. Hükümetler, bürokrasi, ordu, polis ve diğer devlet kurumları bunların çıkarlarını korumak için görevlendirilmiştir.

AKP faşist diktatörlüğünün ayakta tutulması ve tek kişi diktatörlüğü getirilmesi, yukarıdaki gelir dağılımıyla direkt bağlantılıdır. Bunca sömürü ancak ve ancak yoğun baskı ortamı içinde sağlanabilir. İşçi sınıfı ve ezilenler, din afyonu ve faşist baskılarla susturularak, sindirilerek, sistem kendini ayakta tutmaya çalışıyor.

İşçi sınıfı ve emekçileri sömüren TC, bütün dünyadaki burjuva devletlerin bir aynasıdır. Diğer ülkelerdeki gelir bölüşümleri ve devlet yapılanmaları öz olarak aynıdır. Kapitalist sistem kendi suretinde bir dünya yaratmıştır.

 

İşçi Sınıf iktidarı Ele Almalıdır

İşçi sınıf iktidarı alarak yeni yönetimi bir halk cumhuriyetine, sosyalist cumhuriyete, dönüştürdüğü vakit, burjuvazinin işçi ve emekçilerin anasını bellemesinin de önüne geçerek, bütün ezilenler için gerçek bir özgürlük getirebilecektir. Burjuva sınıfı ve onun devleti bütünüyle tasfiye edilecektir. Ne ezen, ne sömüren ne de farklı ulus, din, mezhep ve cinsiyet ayılıklarından dolayı insanlar baskı altında kalmayacak, dilleri yasaklanmayacak ve hiç bir ayrımcılığa yer verilmeyecektir.

 

1- 17-25 Aralık Yolsuzluk Operasyonu’nda internete düşen ses kayıtlarında ‘milletin anasını belleyeceğiz‘ diyen Mehmet Cengiz’in sahibi olduğu Cengiz İnşaat da listeye tekrar girdi. Geçen yıl 78. olan şirket bu yı 58. sırada listedeki yerini aldı. 1 yıl önce 72. sırada olan Cengiz Holding 600 milyon dolarla listeye girmişti. Ancak 1 sene içerisinde şirketin değeri 400 milyon dolar arttı. 31 Ekim 2014, http:/onedio.com/ işte-türkiye-nin-en-zengin-listesi

2- www.finansgundem.com

3- RIT (Research Institute On Turkey- Türkiye Araştırma Enstitüsü-) http://riturkey.org/2015/05/ekonomi-kimin-icin-buyuyor-k-murat-guney/

4- TÜİK, 18 Eylül 2015

5- Tahsin AKÇA / Ahmet KIVANÇ / 27 Şubat 2015 Cuma, http://www.haberturk.com/ekonomi/is-yasam

6- Erhan Bilgin, metal işçilerine ödenmeyen ücret, 22 Mayıs 2015/sendika.org

7-Kârlar azami, ücret neden asgari? Asgari Ücret 1900 Net!DİSK ‘in, 18 Kasım 2015  tarihli basın açıklamasından.

8- turkis.org.tr./dosya/26.09.2015

9- Zaman Gazetesi, 26.12.2014

10- Mustafa Sönmez,  “‘Milli Ekonomi’de sömürünün boyutları”, BirGün/20.05.2015/[email protected]

11- DİSK-AR

12- S. Yaşar, Taraf Gazetesi/18 Ağustos 2015

13- IMF Gözetiminde On Uzun Yıl, 1998-2008, BSB.PDF

14- Bkz. Yusuf Köse, Tarihin Önünde Yürümek, sf. 135

15- Antalya Ticaret Borsası (ATB) ve Batı Akdeniz Ekonomisini GeliştirmeVakfı (BAGEV) /cumhuriyet.com.tr /21 Kasım 2015

16- TUİK, “Yabancı Kontrolü Girişim İstatistikleri, 2013”, 25.06.2015 Bülteni

17- Cumhuriyet.com.tr/31.Ekim 2015

18- www.radikal.com.tr/2014/ ayrıca ayrıca bkz.vikipedi.org

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu