Mart 2011’de Suriye’de başlayan savaş, kısa sürede dünyanın dört bir yanından bölgeye akın eden cihatçı çetelerle bütün Ortadoğu’yu etkileyecek bir boyut almıştır.
Suriye’de Esad rejimiyle daha düne kadar yüksek düzeyde stratejik işbirliği anlaşmaları imzalayan ve kardeş sıfatıyla anılan rejim, bir anda düşman oluverdi. ABD ve batılı emperyalist güçlerin İran’a giden yolda, ilk hedef olarak ilan ettikleri Suriye’de rejim değişikliği bir an önce yapılmalıydı. Bunun için “Alevi” Esad’a karşı cihatçı örgütlerle doğrudan temas kuruldu, söz konusu örgütlere her türlü destek sunuldu, dahası bir araya gelebilmeleri adına boğaza nazır, dört yıldızlı otellerde istişare üstüne istişare yapıldı. Kuşkusuz bu hikâyesinin en atak ve hevesli kahramanı Türk hâkim sınıfları olmuştur.
T.C devleti, Suriye’de savaşın başladığı günden bu yana yaşama geçirdiği politika ile sınırları dışında yaşanan savaşı doğrudan bir iç politika meselesi haline getirmeyi başarmıştır. TC devleti açısından en kritik konu Esad’ın devrilmesinin yanında hatta ondanda önce, çatışmalarla birlikte tarih sahnesine yeniden çıkan Rojava Kürtleri olmuştur.
Kürt halkının Suriye Kürdistanı’nda kendi kendini yönetmek adına harekete geçmesi ve örgütlülüklerini inşa etmesi, TC’nin uykusunu kaçıran gelişmelerin başlangıcı olmuştur. Kürt halkının bu adımı/kazanımıyla Suriye’deki gelişmeler, TC/AKP açısından giderek daha fazla önem kazanan gelişmeler serisinin, 7 Haziran seçimlerinde faturasını ağır bir şekilde ödediği bir bumeranga dönüşüne tanık olmuştur.
AKP, Suriye’de Kürt halkının kazanımlarını düşmanca karşılamakla kalmamış, Esad’ı devirmek adına piyasaya sürülen cihatçı örgütleri bu yaklaşım temelinde örgütlemiştir. Bunun sonucunda cihatçı çeteler, Kürt halkının kazanımlarına yönelmiştir. Kobanê’nin DAİŞ tarafından kuşatılarak düşürülmeye çalışılmasıyla daha da ayyuka çıkan DAİŞ-AKP ittifakı içerde 6-8 Ekim serhildanıyla karşılık bulmuştur. Nerede olursa olsun, Kürt halkının kazanımlarına saldırma refleksini sürdüren TC/ AKP’nin bu tavrı giderek T. Kürdistanı’ndan silinmesine neden oldu.
TC, çatışmaların başladığı günden bu yana gerici cihatçı örgütlerle kurduğu söz konusu samimi ilişkileri açığa çıkan sayısız kanıta karşın beklendiği gibi bunu hep inkâr etmiştir. Ne ki her gün yeni bilgi ve belge açığa çıkmakta, AKP’nin ikiyüzlülüğü daha fazla deşifre olmaktadır.
Tel Abyad da Yenilen DAİŞ’le Birlikte AKP’dir
Sözgelimi, Adana’da durdurulan ve MİT’e ait olduğu ortaya çıkan MİT TIR’larına ilişkin Erdoğan’ın ilk açıklaması, TIR’ların içinde sağlık ve gıda yardımlarının olduğu ve “bayır- bucak Türkmenlerine” gönderildiği olmuştur. Ne varki Türkmenler, bahsi edilen yardımlardan haberleri olmadığını duyurmuş devamında Cumhuriyet gazetesinin yayımladığı görüntülerle söz konusu TIR’ların sağlık malzemesi değil silah taşıdığı belgelerle ortaya çıkmıştır. MİT TIR’ları olayı AKP hükümetinin Suriye’ye yönelik politikasını özetlemesi bakımından son derece önemlidir.
AKP, MİT TIR’larını durduran savcıları önce görevden uzaklaştırmış devamında tutuklamıştır. Tutuklanan savcı Özcan Şişman’ın mahkemede; “O tarihlerde ve öncesinde gerek benim yaptığım, gerekse başsavcıvekilliğimiz tarafından yapılan birçok soruşturmada tesadüfen bir kısım devlet görevlilerinin devlet görevi, istihbarat ve terör ayrımını yapamadıklarını, IŞİD’e ve benzeri Suriye bölgesinde faaliyet gösteren başka unsurlarla hukuka aykırı temaslarının bulunduğunu birçok dosyada tespit ettik” (Cumhuriyet Gazetesi 19 Haziran) sözleriyle yaptığı savunma, Reyhanlı, Cilvegözü ve Niğde’ de yaşana saldırıların MİT’le ilişkilisini de ortaya koymaktadır.
7 Haziran seçimleri söz konusu gerçeğin başta Kürt halkı olmak üzere geniş kesimler tarafından görüldüğünü ve iflas ettiğini göstermiştir.
7 Haziran’dan sonra en büyük darbeyi AKP, yine Rojava’dan almıştır. TKP/ML TİKKO, MLKP ve BÖG gibi Türkiyeli devrimci güçlerin bileşeni olduğu “Enternasyonalist Özgürlük Taburu”nunda içinde olduğu YPG ve Burkan El Fırat güçleri 15–16 Haziran günü düzenledikleri bir operasyonla Tel Abyad’ı (Girê Sipî) bir yıldır elinde tutan DAİŞ’in elinden alarak özgürleştirmiştir. Çatışmalar sırasında DAİŞ çeteleri ile TC ordusu arasındaki işbirliği bir kez daha açıkça ortaya çıkmıştır.
Erdoğan’dan Davudoğlu’na AKP ricalinin, “Tel Abyad’ın teröristlerin eline geçtiği” yönündeki açıklamaları, AKP’nin vahşi katliamlara imza atan DAİŞ’i değil çeşitli milliyet ve inançlardan Rojava halkıyla birlikte demokratik bir toplum kurmaya çalışan YPG’yi tehdit olarak gördüğünü bir kez ilan edilmiştir. Tel Abyad’la birlikte TC’nin değişik ülkelerden gelen cihatçı çeteler için transit bir geçiş yolu olarak kullandığı Akçakale sınır kapısı el değiştirmiş, DAİŞ en önemli lojistik üssünü kaybetmiştir. Bununla birlikte dünya ile tek bağı TC ile sınır kapısı olan Kobanê ile doğrudan bağlantı kurulmuş, Rojava’nın iki kantonu arasında toprak bütünlüğü sağlanmıştır.
Böylece Rojava Kürtleri, Kobanê’de DAİŞ’i yenilgiye uğrattıktan sonraki en büyük zaferini kazanmıştır. Söz konusu zafer, TC’nin DAİŞ’le işbirliğine de vurulan önemli bir darbe olmuş ve dengeleri de değiştirmiştir. Kürt halkının kendini yönetmesi ve özerk bir yönetim modeli inşasında daha hızlı adımlar atabilmesi yolunda önemli bir mesafe kat edilmiştir. Bundan sonraki adımın, Afrin’e olacağı/olması gerektiği açıktır.
Çok Bilinmeyenli Koalisyon Denklemi
“Sınırların dışında” böylesi önemli gelişmeler yaşanırken iç politikada 7 Haziran seçimlerinin açığa çıkardığı ve koalisyonu işaret eden sonuçlarda bir gelişme yaşanmamıştır. Çeşitli koalisyon senaryolarına karşın nasıl bir hükümet kurulacağı henüz netleşmemiştir. AKP’nin, içinde yer almadığı bir koalisyona izin vermeyeceği görünmektedir. Zira bu durum AKP’nin iktidarı kaybetmesi anlamına gelmektedir. Suç dosyası ise oldukça kabarıktır. Erdoğan’ın sevdiği deyimle AKP’nin üst aklı, CHP ile koalisyonun HDP’yi ana muhalefete taşıyacağını bunun sonucunda etkisini artırma riski taşıdığını hesaplamaktadır. AKP’nin, MHP ile kuracağı bir koalisyon hükümetiyle ise özellikleT. Kürdistanı’nda kaybettiği Kürt oylarını alması olanaklı görünmemektedir. Söz konusu koalisyonla, devrimci, ilerici ve yurtsever güçlere, toplumun çeşitli kesimlerine yönelik kapsamlı bir saldırganlığın yaşama geçirileceği ve T. Kürdistanı’nda sıcak savaşın yeniden başlayacağı öngörülebilir. Siyasi alanda yaşanan krizden beslenecek ve büyüyecek etkili bir ekonomik krizin açığa çıkabileceği de anlaşılmaktadır.
Her güç ve yapılanma seçim sonuçlarını, süreci, kendi hedefleri üzerinden değerlendirmek buradan hareketle yeni planlama ve yönelimlere girmektedir. HDP ile yürümek, Kürt halkının merkezinde yer aldığı cephenin bir parçası olarak direnişi büyütmek, bizim sürece yüklediğimiz genel hedefleri ifade etmekteydi. Bu bağlamda, geride bıraktığımız seçim sürecinde, gerek örgütlülüklerimiz gerekse de etkileşim halinde bulunduğumuz hemen her alanda etkin, yaygın, tutarlı, yoğun bir çalışma yürüttüğümüz açıktır. Bu anlamda, geleneğimizi sürdüren ve onu daha ileri bir noktada yeniden üreten bir pratiğimiz olmuştur.
İçe dönük hedeflerimizden birkaçı ise, politik alanda şovenizmle hesaplaşmak, örgütsel düzlemde var olan örgütlülüklerimizi geliştirmek, niteliğini yükseltme ve daha geniş bir alana ulaşmak olmuştur. Bu bakımdan özellikle de seçime özgü kurulan çeşitli örgütlenmeler vasıtasıyla, tabanımızla yeniden ve daha geniş bir örgütlenme ağıyla ilişkilendiğimiz bir gerçektir. Seçim sürecinde açığa çıkan ve demokratik alanda önemli bir rol oynayan örgütlüklerin ve kolektif çalışma tarzının sürdürülmesi, önümüzdeki süreçte, bu yöntemin daha etkin bir şekilde kullanılması gerektiği açıktır. Zira, harcanan emeğin, açığa çıkan enerjinin ve gücün niteliğini yükseltecek olan “sihirli değnek”, örgüt ve örgüt mekanizmalarının işletilmesidir.