7 Haziran seçimleri tüm ülkenin gündemini işgal ederken Suriye ve Rojava’da ciddi gelişmeler yaşanmaktaydı. YPG ve Burkan El Fırat ortak operasyonla aylardır Cizîre ve Kobanê kantonu arasındaki Tel Abyad’ı IŞİD güçlerinden temizlemeye çalışıyordu. Nihayet bu operasyon Haziran’ın ikinci haftasından itibaren hızla sonuca ulaşmaya başladı. Tel Abyad, YPG komutanlığının açıklamasına göre 15 Haziran’da tümüyle IŞİD’den temizlenerek YPG’nin kontrolüne geçti. Tel Abyad: Kürt Kazanımında Yeni Halka!Bu askeri başarının aynı zamanda ciddi politik etkileri ve güç dengelerini etkileyecek özellikleri var. Rojava kantonları arasındaki kopukluk ve bunun yarattığı risk bu başarı ile bir açıdan bertaraf edilirken, Kürt hareketinin Suriye Kürdistanı’nda alanı genişleyip siyasi etkinliğine çarpan etkisi olan bir durum yarattı. Uzun Suriye-Türkiye sınırının büyük oranda kontrolü PYD-YPG güçlerine geçmiş oldu. Cihadist örgütler bu hat üzerinden adeta süpürüldü. Bu durum, Suriye’deki cihadist örgütlerin iç savaştaki lojistik ve siyasi desteğini de büyük oranda akamete uğratacak. Artık Türk devletinin Suriye’ye uzanan eli Kürtlere mahkum kalmıştır. Yine Türk egemen sınıflarının Kürt politikasını yeni baştan elden geçirmesini, bölge politikasını hayata geçirmek için Kürtlere daha fazla mahkum kalmasını sağlayan bir durumun oluşmasına neden olacaktır.Türk egemen sınıfları, Ortadoğu politikasında Kürt kartını elinde tutmak, onu bir aparat olarak kullanma hesabını uzun zamandır yapmaktadır. Büyük ve ezen ulus konumuyla Kürt hamiliğini Kürt ulusal haklarını kısmen tanıyarak gerçekleştirme üzerine projeler oluşturmuştur. Çözüm süreci, barış politikası, uzlaşma yolu ile Kürt sorununu halletme gibi sürece yaydığı bir politikayı hayata geçirmiştir. Oyalamaya ve zaman kazanmaya dönüşen ve temel ulusal haklara dair bir arpa boyu yol kat etmeyen TC, Suriye ve Irak’ta sürekli Kürtler lehine yaşanan gelişmelerle umduğu avantajlı koşulların oluşmaması ile yüz yüze kalmıştır. Kürtleri kendine mahkum kılma eksenine oturan politikası Suriye ve Irak’ta açık ve örtülü hal alan Kürtleri zayıflatma ve karşıtlık oluşturan bir tutuma dönüşmüştür. Kürt ulusal güçleri alanda politik yaklaşım ve askeri hamleleriyle bunu boşa çıkarırken açığa çıkan ve berraklaşan ise Türk egemenlerinin açık Kürt karşıtlığı politikası olmuştur. Kobanê sürecinde bu tevil edilmeyecek şekilde berraklaşmış, son süreçte ise bir korku ve endişeyle karakter kazanma rotasına girmiştir. Takke Düştü Kel Göründü!Tel Abyad’a IŞİD’e yönelik YPG’nin askeri hamlesi ve kontrolü ele geçirmesi, Türk egemen sözcülerini hem panikletmiş hem görünürde Kürt severliği elden bırakmayan hem de arkadan kuyu kazan ikiyüzlü maskelerinin düşmesini sağlamıştır. 7 Haziran’da AKP’nin tek başına hükümet olamamasının Türk egemenleri adına üstlendiği sözcülük konumunun tek başına sorumluluğunu üstünden atmanın rahatlığı ile bu meseleyi Kürt düşmanlığına oturtan açık bir iç politik malzemeye dönüştürmüştür. YPG, Tel Abyad’ı kuşatıp IŞİD’i temizleme operasyonu yaparken bu çatışmadan kaçarak canını kurtarmaya çalışan on binlerce kişi günlerce sınırda bekletilerek Türkiye’ye alınmamıştır. Bu kitlelerin IŞİD tarafından açık bir şekilde koruma kalkanı olarak kullanılmasına bu şekilde çanak tutulmuştur. Sınıra yığılan kitleler kameraların önünde IŞİD militanları tarafından zorla geri götürülmeye çalışılmış, şehrin düşmemesi için araçsallaştırılmıştır. Türk egemenleri Tel Abyad düşene kadar sınırları açmayarak IŞİD’e tüm dünyanın gözü önünde “lojistik destek” verdiğini göstermiştir. Tel Abyad’ı YPG düşürdüğünü ilan ettiğinde ise sınırları açarak “kanatsız yardım meleği” rolünü utanmadan, hayasızca paketleyip sunmuştur.TC’nin Kürtler yerine IŞİD’i tercih ettiğini gösteren açık tutumun yanında daha açık konumlanışlar da söz konusudur. Devletin başı, cumhur tarafından 7 Haziran’da ufak çaplı sopaya çektiği “başkanı” Tayyip Erdoğan peş peşe açıklamalarıyla meseleye dair aldıkları konumlanışı teyit etmiştir. “O bölgede yaklaşık 15 bin Arap ve Türkmen Türkiye tarafına geçti. Onların boşalttığı yerlere PYD ve PKK yerleştiriliyor. Bu pek hayra alamet değil. Zira bu sınırımızı tehdit edebilecek bir yapı oluşması demek. Bu konudaki hassasiyetlerimizi herkesin göz önünde bulundurması lazım.” (Tayyip Erdoğan, 13 Haziran Azerbaycan ziyareti dönüşü) diyerek Kürt korkusunun geldiği noktanın altını çizmektedir. Bu duruş Kürtler yerine IŞİD’i komşu olarak tercih ederiz anlamına gelmektedir. Suriye’deki asıl tehdidin kontrol edemedikleri, kendilerine bir türlü tabi kılamadıkları Kürtler olduğunun ifade edilmesidir. Kürtlerle içerde istediği koşullarda barış ve bir uzlaşma sağlayamaması Rojava’yı sorun olarak tanımlamaya mecbur kılmaktadır. Ama daha da önemlisi Ortadoğu’ya rol model olma iddiasının tümüyle berhava olması ile Suriye ve Irak üzerinden gerçekleştirmek istediği Sünni Arap-Kürt-Türk ittifakının da artık imkansızlara oynaması Türk egemenlerini hızla tercih yapmaya zorlamaktadır. Suriye’de Sünni Arap egemenliğinin gerçekleşmemesi Türk egemenlerinin Ortadoğu için ağızlarını sulandıran tüm olanakların ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Zira Suriye’de bu başarılamadığı noktada Ortadoğu’ya dair hesapların bir 100 yıl daha ötelenmesi anlamına geldiği düşünülmektedir. Ancak gelişmeler öyle bir noktaya evrilmiştir ki bırakalım Türk egemenlerinin Ortadoğu’yu bir yüz yıl daha ıskalamasını kendi iç ulusal, mezhepsel temelli toplumsal sorunların daha fazla olgunlaşıp daha dinamik hale gelmesine neden olmuştur. Ki 7 Haziran seçimleri Türkiye Kürdistanı’nda bu olgunlaşmanın geldiği noktanın “sağlaması” olmuştur. Şimdi hesap orta ve uzun vadede mevcut siyasi sınırlarını verili politikayla koruyup koruyamayacağı noktasına dayanmıştır.Kürt Meselesinde “Sünni-İslam Kardeşliği” İmha Olurken!AKP cenahı ve onların medyadaki entelejansiyesi var olan durumu bir tehdit paketine dönüştürmektedir. Suriye politikasıyla bağladıkları elleri ve kollarını, politik bir uyanıklıkla devletin bekası ve geleceği sorununa tahvil etmektedirler. Davutoğlu 7 Haziran seçimleri sonrası “AK Parti’siz bir iktidar ülkeyi Suriye’ye, Irak’a dönüştürür” diyerek tehditler savurmaktadır. Bu tespiti ise yandaş yazarları temellendirecek şekilde kamuoyuna mal etmektedir. Bu noktada Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, Suriye ve Ortadoğu politikasının geldiği noktada o kadar emindir ki kaleminden şu tespitler çıkmaktadır: “Türk dış politikasında derin değişikler yaptırmazlar sana, bunu beceremezsin (diğer kliklere sesleniyor bn.) … Bugün MİT TIR’ları üzerinden hükümete vuranlar yarın kendileri MİT seferleri düzenlemek zorunda kalacak, o seferleri ifşa edenlere çok daha büyük bir öfke ile müdahale edecekler… Kaos coğrafyası, adım adım Türkiye içine servis ediliyor. Bunun bir adım sonrası içeride çatışmadır, Ortadoğu tipi karmaşadır. Kimlikler üzerinden bölgesel çatışmanın Türkiye ayağı bu şekilde gerçekleşecektir.” (Yeni Şafak, 16 Haziran). Bu satırların tercümesi 7 Haziran’ın yenilgili ruh halinin hezeyanlarıyla okunduğunda “Ey Türk egemen sınıflarının çeşitli klikleri hepiniz AKP’ye mahkumsunuz, bizsiz oyun kuramazsınız, yaptıklarımızla hepinizi bağladık. Biz olmazsak Cihat rüzgarı Türkiye’ye sıçrar” demektir. Bu noktada haksız da değiller. Ancak bu denli pervasızlık ve çılgınlık hali, Türk egemen sınıflarının topyekün nasıl bir çıkmaz ve kaos içinde olduğunun da göstergesidir.Aynı İbrahim Karagül, Tel Abyad üzerinden aynı eksende okumaya tabi tutarak, kapılarındaki tehlikeleri de Kürt düşmanlığıyla ele alıyor. R.T. Erdoğan’nın ortaya koyduğu tavrın politik arka planını irdeliyor ve maceradan kaçınmamak gerektiğini vurguluyor. “K. Irak-Akdeniz koridorunda, hemen güneyimizde bir tampon kuşak (kast edilen Kürt oluşumu bn.) oluşturulduktan sonra Türkiye’nin eli Akçakele’den öteye uzanamayacaktır. Ortadoğu’nun hiçbir yerinde olamayacaktır. Arap dünyası ile bütün bağlantıları kesilecektir… Türkiye derhal tampon bölge planlarına müdahale etmeli. Gerekirse askeri müdahalede bulunmalı ve kendini korumalı. Çünkü doğrudan Türkiye’yi hedef alan bir cephe kuruluyor. (Yeni Şafak, 17 Haziran). Bu Türk egemenlerinin en azından bir kliğinin kararlaşma eğiliminde olan tutumudur. Ki Tel Abyad Kürt güçleri tarafından düşürüldükten sonra Erdoğan önderliğinde “acil kodlu” güvenlik toplantısı gerçekleşti. Bu toplantının Rojava ve yaşanan gelişmeleri gündeme aldığı muhakkaktır. Müdahale ve savaş seçeneğinin de toplantıda masaya yatırıldığı sızan bilgiler arasında. Ancak TC’nin Suriye bağlamında son dört yılda kaç kırmızı çizgisinin aşıldığı, kaç defa savaş seçeneğinin tartışıldığı da açıktır. Ancak bu yaklaşımlar ve toplantılar kendinden menkuldür ve artık ciddiyetsizliğe dönüşmüştür. Zira Türk egemenlerinin Ortadoğu politikası emperyalist yönelim ve eğilimden bağımsız değildir. Onun gücü ve desteğini yanında bulmadıkça sadece söylemde kalmaya mahkumdur. Ancak Türk egemenlerinin kaybetme pahasına Kürt kazanımlarını aşındırma gücü vardır. Şimdi bu gücü Kürtlere karşı bir tehdit ve sopaya dönüştürmeye çalışmaktadır. Bu tutum aynı zamanda olası koalisyon hesaplarında (MHP’ye göz kırparak) dış politikayı bir olanak olarak kullanma amaçlıdır da. Ancak Türk egemen sınıflarının Kürtleri tümüyle kaybedecek bir çılgınlık yapmaları muhtemel görülmemektedir. Savaş tamtamları Kürt kazanımlarına karşı sadece bir istek ve tehdittir. Ancak bölge dengeleri, iç politik dengeler ve uluslararası dengeler bu istek ve tehdidin gerçeğin duvarına toslamasını kaçınılmaz kılacaktır. Ancak Kürtlerin burnunu sürtme isteği bu eksende yoğun politik gerginlikler, azmış bir şovenist histerinin oluşmasını da sağlayacaktır. Ortaya çıkan verili tablo artık Türk egemenlerinin Kürt politikasını Sünni-İslam kardeşliğinde yürütme projesinin tarihin tozlu raflarına kalktığını göstermektedir. AKP’nin bu eksende üstlendiği rol, tümüyle imha olmuştur. Kürt kazanımlarına askeri müdahalenin dile gelmeye başlamış olması trajik sonun göstergelerinden biridir. Şimdi Türk egemenleri bu gerçeklik üzerinden tarihi Kürt-Türk ittifakını gerçekleştirecek yeni aktörler, yeni politik formüller arayışına girmeye zorunludur. Ancak bu noktada gelişmeler onların bu arayışına vade vermemektedir, Türk egemenlerinin kredisi tükenmiştir. Mahkum oldukları Kürt barışına verecekleri önem ve ciddiyet onların kaderlerini belirleyecek noktaya gelmiştir. Süreç şimdi Türk egemenlerini bu teste tabi tutacaktır.