Suriye’de gelişmeler giderek daha karışık bir hal almaya başladı. ABD seçimlerinden sonra netleşmesi beklenen Suriye iç savaşında aslında beklenildiği gibi de oldu. Ancak netleşen durum Suriye’deki kimi aktörlerin çıkarlarına ters düştü ki bundan kaynaklı “ne olduğunu anlayamadığımız” bir dizi ilişkiler açığa çıkmaya başladı. Rojava’nın Cerablus ile yaşayacağı büyük zaferi beklerken ABD’nin de göz kırpması ile Cerablus’a, oradan El Bab’a girmeye çalışan TC birlikleri, bölgede kaybetmiş gibi görünse de aslında ciddi adımlar attı. TC’nin Cerablus’a konumlanması ve aylarca bölgede istihbarat çalışması yapması ve askeri planlar gerçekleştirmesi bölgede anda ve gelecekte ciddi bir dizi krizin varlığına işarettir. Bu durumun netliğini yakalamak bu aşamada zor ancak şöyle bir gerçek var ki, TC El Bab’ta hayata geçirdiği projeyi Menbiç’te de gerçekleştirmek istiyor.
Cerablus’ta konumlanmış DAİŞ türevlerini kendi birliklerine katarak kurtaran, üniforma değişimi ile kendine asimetrik bir gayrı-nizami ordu oluşturan TC, açık ki dünden bugüne kadar mevcut Ortadoğu politikalarının kendisine mezar olmaması için çırpınıyor. Büyük bir heves ile üzerine atlanılan Ahmet Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” planından nasıl çıkacağının hesabını yapıyor. Ancak tüm bunları yaparken hem efendileri ile ters düşüyor hem de ekonomik gücünü nereye havale edeceğini bilmeden iç politikada daha fazla saldırganlaşıyor.
İşte tam da böylesi bir kaosun cenderesinde olan TC’nin ahvali, içler acısıdır. Saldırganlığın doktorasını yaparken kendisinden öncekilere taş çıkartan Erdoğan, umut bağladığı başkanlık sistemi için kıyamet alametçisi olmaya kadar vardırmıştır işin ucunu.
Satranç masasında Rusya’ya mat olmak
Rusya ile yaşanan uçak krizinin ardından yaşadığı ekonomik krizin ardından , siyasal tavizler verip, Putin’e gönderdiği özür mektubu ile sorunun çözüldüğünü zanneden AKP, aslında daha büyük bir krizin içine girmiş bulunmaktadır. Bu sürecin ardından verdiği tavizleri, tavizlerler silsilesi ile sürdüren ve her defasında Rusya karşısında sıtmaya yakalanan Erdoğan’ın Suriye konusunda hangi ipte oynayacağını seçememesi, krizin en önemli boyutlarından birisidir. Zira ABD’deki seçimlerin ardından elde edemediği imtiyazları Rusya’dan elde etmeyi ummuş ancak ardından Rusya’nın ipleri eline alması gerçekliğiyle karşılaşmışlardır. Zira Rusya, derenin başını tutmuş, her hamlesi ile TC’nin Ortadoğu’da umutlandığı soluk borularını tıkamış ve tüm ihtilaf güçlerinin karşısına Esad’ı dikip “rezili vezir ederim” diyerek kendisini el pençe divana zorlamıştır.
Kuşkusuz TC’nin bu tavizkar yaklaşımının iç politikadaki nedeni giderek güçsüzleşmesi ve devamında Kürt ulusal hareketinin kazanımlarıdır. PKK’nin Türkiye ve Ortadoğu’da askeri ve siyasal konumlanışı TC’nin kırmızı çizgilerini göstermiştir. Tarihsel tüm veriler bunu göstermektedir ve bugün ülkemizde KUH’nin kazanımları DHD’nin nüvelerini yaratmakta ve TC baş çelişkisi ile makus talihini yaşamaktadır. Bu çelişkinin nasıl ve kimler tarafından çözüldüğü sonuç açısından tayin edicidir. Ancak andaki duruma baktığımızda bu nüvelerin ortaya çıkışı kaçınılmaz olarak desteklenmelidir. TC’nin krizine neden olan andaki çelişkileri örgütlemek, yaymak ve geliştirmek emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı yapılacak en önemli hamledir. Bu durum sınıfsal süzgeçten geçirilerek atılacak adımın yarının örgütlenmesinde tayin ediliciliğinin gostergesidir.
TC bu kriz ile boğuşmakta ve Rusya da bu krizi kullanmaktadır. Kaşık kepçe metaforu üzerinden yürüttüğü politikayla TC’nin büyük tavizlerine küçük tavizlerle karşılık vermektedir. Kürt ulusal sorunu kapsamında TC’yi çevreleyerek adımlar atmaktadır. Ancak Suriye Ordusu bölgede gayrı nizami ordular içinde ilk olarak Lübnan Hizbullahı, ikinci olarak da PYD’yi kendine müttefik seçmektedir. TC, Esad ve Rusya’ya yakınlaşrak PYD’yi bu müttefik listesinden çıkarmak istemektedir. Zira Suriye’de Kürt ulusunun kazanımları TC açısından oldukça büyük bir sorundur ve yanı başında, sınırın hemen yanında kendisine karşıt güçlerin konumlanması onu korkutmaktadır. Bu nedenle de Davutoğlu’yla başlattığı “sıfır sorundan sefer sorununa” geçişi tersine çevirmenin derdindedir. Yani sefer sorunundan sıfır soruna geri dönüş… TC kendisine biat edecek IKBY şeklindeki bir Rojava’ya EVET demektedir. Bunun için Barzani’yi kışkırtmakta, onun eliyle bölgede istihbarat çalışmaları yapmaktadır. Ancak bundan da umduğunu bulamamaktadır. DAİŞ ve gericiliğe karşı bedel ödenerek kurulan Rojava, Barzani gibi emperyalistlerin bölgesel taşeronu olmaya HAYIR demektedir. Bu durum ise TC’nin tedirginliğini ikiye katlamaktadır.
Trump’ın ticaret merkezli yaklaşımı ve TC’nin planları
Sovyet revizyonizminin yıkılmasının ardından ABD’nin izlemiş olduğu siyaset ABD’nin ulusal güvenliği için savaş konseptini içermiştir. “Wolfowitz Doktrini” üzerine kurulu olan ABD yönetimi asimetrik işgali belli kapsamlarla yürütmüş ve yine bu doktrin üzerine terörizm ile küresel savaş planı kapsamında genişleterek özellikle Ortadoğu’da savaşı tırmandırmıştır. 11 Eylül ile büyük bir boyuta ulaşan bu proje genel hatları ile Ortadoğu’nun yeniden dizaynı şeklinde yorumlandı.
Trump ise bu projeyi bölgede ekonomik dönüşümlerin yaratılması şeklinde ele aldı. Bu projenin ayrıntıları henüz ortya çıkmadı. Çıksa dahi hızlı bir şekilde ilerlemeyecek gibi görünmektedir. Bu hesapla TC de el Bab’taki projesini Minbıç’te hayata geçirmek istemektedir. Bu kapsamda İran’a öneriler götürmekte, IKBY aracılığı ile Şengal’de açık savaş gerçekleştirmekte ve ABD’nin yavaş ilerleyen seçimler serüveninden sonuçla kozunu iyi oynamak için Minbıç’te varlık sağlamak istemektedir. Her şeyden önce TC’nin Minbıç’teki hamlesi DAİŞ’i kurtarmak değil aksine burada PYD ile karşı karşıya gelmektedir. Bu vesile ile bir NATO müttefiki olarak PYD ile savaşacak ve NATO’nun genel kurallarını devreye geçirerek ABD’yi dünya kamuoyunda açık bir tarafa zorlayacak. Kendisinin kaybetme ihtimali karşısında ABD’yi de bu kulvara çekerek açık karar vermeye zorlamaya çalışacaktır.
Ancak NATO yakın zamanda bölgede artık varlık göstermeyeceğini açıkladı. Bunun ne denli gerçek olduğu bir yana, bu durum TC’yi ciddi oranda öfkelendirmişe benziyor. Uluslararası ilişkilerin yıprandığı bir zeminde kendine müttefik dahi bulamıyor, bakanları kovuluyor, yaptırımlar uygulanıyor.
El Bab’ta kurduğu askeri birlikleri Minbıç’e yönlendirirken ABD ve Rusya birlikleri bölgede devriye gezmeye başladı. TC’nin provokasyonunun nasıl sonuçlara yol açacağının tedirginliği her iki ülkeyi de ilgilendirmektedir. YPG birlikle Minbıç’teki birçok hududu Suriye ordusuna devrederken burada TC ile Suriye ordusunu karşı karşıya getirmeye çalışıyor. ABD aynı zamanda bölgede kurduğu ve tam donanımlı askeri üssü 60 kadar eğitmeni ile PYD’ye devretti. Bu askeri üssün devredilmesi TC açısından bir çıkmazdır. Zira TC, Tel Abyad ve Cerablus’ta YPG mevzilerine dönük saldırıları da bu kurulu askeri üsleri ile püskürtülmüş, birçok tankı imha edilmiş ve özellikle Acur nehrindeki fitili ateşlemek için ABD’den yardım dahi istemişti.
Tüm bu gelişmeler TC açısından bir çıkmazı ifade etmektedir. Bir çıkış yolu aramanın telaşı ile bataklıkta çırpındıkça daha fazla batıyor. Galiba TC, bataklıkta hareket etmenin ölümle sonuçlanacağının farkında değil.