Tarım üzerinde yürütülen tartışmaların ana eksenini “tarımda kendine yeterli ülke” söyleminin bir şehir efsanesine dönüşmesidir. Küçük üreticiler uygulanan emperyalist tarım politikalarıyla üretim dışına itilirken büyük üreticilere azami kâr alanı açılıyor. Sorun “kendine yeterlilik” değildir, küçük üreticilerin hızla mülksüzleştirilerek sefil bir yaşama sürükleniyor olmasıdır.
Kapitalist sermaye her alanı kendine tabi hale getirir. Bunu yaparken azami kârın önündeki engelleri ortadan kaldırır. Kendisinden küçük sermayeleri, serbest piyasa koşullarında ezerek tasfiye eder. Kapitalist sermayenin tarım sektörüne azami kâr alanı olarak esas yönelmesi 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasına denk gelir. Bugün Türkiye’de tarım sektöründe yaşanan sorunların kaynağı bu süreçten bağımsız değildir. 1980’lerden günümüze hükümetler emperyalist tarım politikalarını harfiyen uyguladı. Bu uygulayışta aslan payını emperyalist sermayenin aldığı komprador kapitalizmle yapılan “çıkar ortaklığı” ayrıca not edilmelidir. Bu ortaklık sonucu tarımsal üretimde büyük sermayenin azami kârı artarken küçük üreticinin tasfiye süreci hızlandı.
Gelinen aşamada küçük üreticiler üretim yapamaz hale geldi-getirildi. Emperyalist tarım politikaları ekseninde yapılan desteklemeler, çıkarılan yasalar, özelleştirmeler küçük üreticileri darboğaza soktu. Devlet desteğinden yoksun, tarımda önemli bir yeri olan küçük üreticiler için cansuyu niteliği taşıyan KİT’lerden yoksun, mevcut destekleme ve kamu hizmetlerinden yoksun, sürekli zamlanan girdi fiyatları karşısında çaresiz, maliyetin altında kalan taban fiyatları nedeniyle zarar eden küçük üreticiler ya bankalara ya da tefeciye borçlanarak üretim yapmak zorunda bırakılıyor. Sürekli zararda olan köylüler, borçların ödenmez hale gelmesiyle canının yongası toprağını kaybederek mülksüzleşiyor.
Tarım arazilerinde düşüş…
15 yıllık AKP döneminde tarımda yaşanan sorunlar daha da arttı. TÜİK verilerine göre 2002’de 26.5 milyon hektar olan tarım alanı 2005’te 23.9 milyon hektara düştü. 2.6 milyon hektar alanda üretim yapılmıyor. Girdi (mazot, tohum, zirai ilaç vb.) 2002-15 arası dönemde yüzde 400 artarken tarım ürünlerinin fiyatı yüzde 200 oranında arttı. Üreticiler yüzde 50 oranında yoksullaşırken bundan en çok küçük üreticiler etkilendi. Örneğin tütün üretici sayısı 2002’de 405 bin iken 2015 yılında 65 bine düştü. 340 bin tütün üreticisi üretim yapamaz hale geldi. Tarım sektörünün genelinde yaşanan bu sorun tasfiye politikalarının kaçınılmaz sonucudur.
Hayvancılık için önemli olan mera alanı 2001 yılında 14.6 milyon hektarken 2005 yılında 10.7 milyon hektara geriledi. Mera alanlarının imara açılıp tarım dışı kullanılması, üstelik Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu olmasına rağmen, hayvancılığı olumsuz etkilerken kapalı sistem hayvancılık uygulanarak hem maliyet artırılıyor hem de küçük üreticinin tasfiye edilmesinin önü açılıyor. Tarımda mevcut durumun ifadesi olan bu veriler aynı zamanda büyük üreticilerin, tarım tekellerinin azami kârını artırarak büyümesinin, orta köylülüğün ve küçük üreticilerin mülksüzleştirilmesinin de ifadesidir.
İktisadi gelişim karşısında eskinin kalıntısı veya eskiyi ifade eden üretim yöntemleri ile üretim araçlarının makus kaderi er ya da geç ortadan kalkması veya kalkacak olmasıdır. Kapitalist üretim ve gelişen üretim araçları karşısında da küçük köylülüğün varlığını sürdürmesi uzun erimli değildir. Fakat bu durum küçük köylülüğün, sistemin insafına terk edilip sefalete sürüklenmesi gerektiği anlamına gelmiyor. 15 yıllık AKP döneminde küçük köylülerin tasfiye politikalarıyla yaşadıkları şey tam da budur. Büyük üreticinin karı uğruna toprağından koparılan köylüler kentlere yığılarak işsizlik, yoksulluk ve açlık içinde yaşamaya zorlandı. Kırdan gelen nüfusu kaldıracak bir sanayi yapısı olmadığı için bu nüfus doğrudan yedek sanayi ordusuna katıldı. Katılmaya da devam ediyor. TEPAV’ın verilerine göre 2013 yılında çiftçi sistemine kayıtlı üretici sayısı yüzde 12 oranında azaldı.
“Küçük topraklar üzerinde çalışan köylülere kapitalist üretimin üstünlüğü karşısında onları bireysel mülk ve işletmelerinin sahibi olarak koruyacağımız vaadinde bulunamayız. Onlara yalnızca, onların mülkiyet ilişkilerine, onların isteğine karşı kaba güç yardımıyla karışmayacağımızı vaat edebiliriz. Ayrıca kapitalistler ile büyük toprak sahiplerinin köylülere karşı savaşımının daha bugünden başlayarak daha dürüst araçlarla yürütülmesi ve bugünkü dolaysız soygun ve dolandırıcılığın olanaklar ölçüsünde engellenmesi için elimizden geleni yapabiliriz.” (Engels, 1979, 573) Engels’in vurguladığı “elimizden gelen”in bugünkü karşılığı işsizliğe, yoksulluğa, açlığa ve sefalete sürüklenen köylülerin tek alternatifi olan örgütlü mücadeleye sevk etmektir. Büyük üreticilere karşı başka çıkar yol yoktur. (Engels, 1979, Seçme Yapıtlar-3, Sol Yayınları, 1. Baskı, Ankara)