Tarih, bir dönemin tanıklıklarını içerisinde barındırır. Bu bir yenilgi olur ya da bir zafer, bir keşif olur ya da bir dogma. Bu diyalektik bağın ezilenlerin tarihini, öğrenme ve öğretmesi anlamında önemli ve değerlidir. 68 kuşağının öğrenci önderlerinin ülkemiz topraklarına ardıllarına bıraktıkları öğretiler gibi. Devrimcilerin, devrimci özü barındıran bu diyalektik tanıklığı, pratiğin teorisi olarak Pir Sultanlardan ve Şeyh Bedrettinlerden günümüze, yaşamımızın rehberi olarak geldi.
Bu gerçeklik ile 45 yıllık bir mücadelenin ileri atılımlarının yanında geriye dönüşleri de yaşaması diyalektik döngünün kendisidir. O büyük alt-üst oluşu gerçekleştirememenin nedeni değildir tabi. Ülkemiz belleğine kazınmış geriye dönüşlerin en etkili olanı da 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası (AFC) olmuştur. 12 Eylül AFC’si ülkenin devrimci, demokrat ve yurtsever kesimlerine yönelik bir tırpan görevi görerek ileri atılımlara da büyük darbe olmuştur. Bu haliyle paralel bir süreç yaşanmış devrimci ve demokrat dinamikler günde kalarak, teori ve pratiğin bütünlüğünü görmezden gelerek, üzerine dökülen kumdan bir türlü kurtulamadı.
Haliyle ileri atılımlar dar olduğundan alt-üst oluşu gerçekleştirmek uzun soluklu mücadelenin de daha uzamasına ve hayali bir düşe çevirdi. Onun için cüret ve kararlılık zor süreçlerde devam edebilmenin nasıl düsturu olarak okunduysa, eskinin yerini yeniye bırakması, olumsuzlamanın olumsuzlanması gerekir. Çünkü eski, bir zamanlar yeniydi ve kendisinden eski olanı olumsuzlayarak var olmuş ve yeni olarak kendini ortaya koymuştu. Ondandır ki uğruna can bedeli girilen bu dava, kanlarıyla devrimin yükseltici basamaklarını oluşturan ölümsüzleşenlerimiz 45 yıldır yazılan tarihin kilometre taşı oldular.
Şehitlerimize olan borcumuz…
Ezilen halkımıza karşı artan saldırıları Nilüfer ve Adem yoldaşlar gibi püskürtmek için hedefimize kilitlenmek, mücadelenin gerekliliklerini yerine getirmek gerekir. Bu minvalde kurumsal anlamda içinden geçtiğimiz süreci de göz önünde bulundurarak var olmak değil, var etmek mücadelesini emekçi ellerle birleştirmeli, bilinçte derinliği yakalamalıyız. Çünkü insanlığın büyük özgürleşmesi uğruna girilen kurtuluş mücadelesinde, adanmaya ikirciksiz olan yaşamlar olmasaydı özgürlüğün bilincimizdeki büyük arzusu böylesine derin gerçekleşmezdi. Ve devrim şehitlerinin savaşırken taşıdıkları bayrak, onlar toprağa düştükçe daha da yücelmezdi.
Yaşamı solumak
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında yürürlüğe konulan OHAL ile çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler’le ezilen-ötekileştirilen, işçi-emekçi, devrimci, demokrat, yurtsever, genç-yaşlı, kadın, LGBTİ+ ve doğaya dönük saldırılar yasalaştı. Son olarak 24 Aralık’ta yayımlanan 695 ve 696 sayılı KHK’lerle, taşeron çalışan işçilerin var olan hakları gasp edildi, kamplaşmış toplumda kendinden olmayanı katletmesi için cezasızlık muafiyetinin getirildi, TTE yasallaştırıldı. Onun içindir ki mücadelede alt-üst oluşun ihtiyacı-hissiyatı bugün hiç olmadığı önemlidir. Burada da şehitlerimizin ikirciksiz yürüyüşünün inanç ve ısrarı ile halka rağmen halk adına değil, halkla birlikte olması gerekliliği bilincimize kazınmalıdır. Çünkü ölümsüzleşenlerimiz gibi yaşamı solumak, sınıf mücadelesinin ciddiyetinin kuşanmak, anlamak gerekir.
Tarihin tanıklığı önünde alt-üst oluş mücadelesinde azim ve kararlılığı önder yoldaş gibi, Atilla Özkan, Cemil Oka, İsmail Hanoğlu, İsa Demirbaş, Raci Yılmaz, İhsan Parçacı, Nubar Yalım, Ali Uçar, Hasan Hakkı Erdoğan, Ağa Şimşek, Ünal Küçükbayrak, Kazım Çelik, Ahmet Şahin, Perihan Çolak, İsmail Oral, Hasan Gülünay, Barbara Anna Kistler, Özgül Kader Kılınç, Mehmet Demirdağ, Dursun Adabaş, Dilek Konuk, Ümit Güner, Ayfer Celep, Fehiman Bozkurt, Nergiz Gülmez, Emel Kılınç, Muharrem Yiğitsoy, Dilek Polat, Çiğdem Yılmaz ve Ferdi Karacan, Yurdal Yıldırım, 5’ler, Cengiz, Hakan ve Özgüç, Murat ve Haydar, 12’ler ve Nubar Ozanyan, Serdar Can ve Güzel Şahin yoldaş gibi sınırlı bir yaşamı sınırsız bir davaya adayan, önder ve militanları gibi, bizi var eden bugünlere taşıyan tarihsel haklılığımıza güvenmemiz gerekir.