DerlediklerimizGüncel

TAMER ÇİLİNGİR | Türk Aydını

Cumhuriyet tarihi kanla kuruldu, kanla ayakta kaldı hala da kanla besleniyor. Ve bu tarih insanlık adına yazılmış UTANÇ TARİHİDİR.

18.yüzyılın sonları Osmanlısının bir aydın ve düşünürü olan Rigas (Velesitinli Rigas ya da Ferreos Rigas) Helen ve Türk tarihçiler tarafından Helen devriminin ve milliyetçiliğinin öncüsü olarak tanımlanır. Hatta 1821 Helen devriminin ilham kaynağı olarak da adlandırılır çeşitli çevrelerce.

Rigas, Fransız devriminden etkilenerek Osmanlı sınırları içinde yaşayanlar için bir anayasa hazırlar. Bu anayasa Fransız devriminin ya da daha sonra Uluslararası İnsan Hakları Beyannamesi olarak da anılacak bildirinin Osmanlı’ya uyarlanması olarak da değerlendirilebilir.

Rigas Anayasası

İki bölümden oluşan bu anayasanın 35 Maddelik ‘İnsan Hakları’ bölümünde

’’Yasalar tüm yurttaşların katılımıyla yapılmalıdır
Memurluk ancak yeteneğe göre verilmelidir; soylu oldukları için değil.
Kimse yasalara aykırı olarak tutuklanamaz.
İbadet ve inançlar her din için eşit şekilde özgür olmalıdır.
Kölelik yasaktır.
Tüm yurttaşlar kanun yapma, seçme seçilme hakkına sahiptir.
Yönetim, halkın şikayetlerini dinlemediği ve sorunu halletmediği durumda yurttaşların ayaklanması en kutsal haktır’’

gibi maddelerin yanı sıra 124 maddeden oluşan ‘Anayasanın İlkeleri’ adlı ikinci bölümde de

’’Egemen halk, din ve dil gözetmeden, Helen, Bulgar, Arnavut, Ulah, Ermeni, Türk, Laz, Kürt, Acem, Arap ve başka etnik kimlikler dahil Osmanlı’nın bütün sakinleridir.
Bir tek ferdin ezildiği yerde toplumun bütünü ezilmektedir.
Toplum mutsuz yurttaşlarına geçim araçları sağlar.
Meclis toplantıları halka açıktır.’’ 
gibi ilkeler içerir.

Rigas bu anayasanın Bosna’dan Arabistan’a kadarki Osmanlı topraklarında bir devrim yapılarak uygulanması için mücadele eder. 1797 yılında anayasa çoğaltılarak tüm Osmanlı illerinde dağıtılır.

1757 Yılında Osmanlı’nın (bugün Yunanistan sınırları içinde) Teselya, Velestin köyünde dünyaya gelen ve Osmanlı vatandaşı olan Rigas bugün de Helenler, Arnavutlar, Romenler, Bulgarlarca kendilerinden görülüp sahiplenilir.

Özgür düşünceyi, monarşilere karşı cumhuriyet fikrini savunan Rigas ayrıca Avrupa karanlığına son veren Rönesans’ın öncüleri gibi özellikle eski Helen eserlerini yeniden okuyup diğer dillerdeki birçok düşünürün kitabının çevirilerini yapar. Devrimci şiirler ve marşlar yazar.

Haziran 1798’de Avusturya polisi tarafından tutuklanarak yedi arkadaşı ile birlikte Osmanlı’ya teslim edilen Rigas, boğularak öldürülür ve Tuna nehrine atılır.

Jön Türklerden Mustafa Suphilere mi, Rigas’tan Paramazlara mı?

Osmanlı’da aydınlanmacı, devrimci hareketlerin tarihine bakan, anlamaya çalışan günümüz aydını ve entelektüellerinin en önemli sıkıntılarından biri bu hareketleri sadece Müslüman kesimler içerisinde aramalarıdır. Bu yüzden Rigas’un devrimci anayasası, özgür düşünceyi savunan fikirleri görmezden gelip, aydınlanmacılığı Jön Türklerle ele alır, Paramaz gibi devrimciler yok sayılıp Jön Türk hareketinin içinden çıkan İttihat ve Terakki’ye ve Mustafa Kemal’e devrimci misyonlar yüklenir.
Oysa çok açıktır ki 250 yıl önce bir Osmanlı vatandaşı ve Helen olan Rigas tarafından hazırlanmış olan bu anayasa 1970li yıllara kadar bu coğrafyada yine bazı Ermeni Sosyalist Partilerin programları dışında dile getirilememiştir.

Bu coğrafyadaki aydınlanmacılığın tarih yazımındaki ’Jön Türklerden Mustafa Suphi’ye’ diye başlayan hatalı giriş ‘Rigas’tan Paramazlara’ diye düzeltilmediği sürece korkarım ki aydınlanmacılığı anlamayacağız.

Bırakalım Osmanlı’da aydınlanmacılığın öncüleri olarak Rigas’ı, Paramazları anmayı onları bu coğrafyanın bir zenginliği olarak kabul etmek dahi bugünün aydınları açısından bir aydınlanma olarak değerlendirilebilir. Salt Müslüman olmadıkları, Türk olmadıkları ya da tersinden bakarsak salt Helen ya da Ermeni oldukları için onları görmezden gelmenin de siyasi, düşünsel literatürde bir açıklaması olmalıdır.

Kurtuluş Savaşı(!)

Bu topraklarda 20. Yüzyılın başlarında gerçekleştirilen soykırımlar da ardından kurulan sözde ‘cumhuriyet’ de elbette İttihat ve Terakki kadroları ve Kemalistlerin emperyalistlerle iş birliği sonucu gerçekleşmiştir.

Bir ‘kurtuluş savaşı’ masalı ile bir de olup bitenin üzeri resmi tarihçe kapatılmaya çalışılıp yedi düvele karşı anti emperyalist bir savaş yalanı uydurulmuştur. Oysa (1919-1923) işgalci oldukları belirtilen tek bir İngiliz’in İtalyan’ın burnu dahi kanamamıştır bu süreçte. Yunan ordusuyla yaşanan birkaç çatışma dışında Kurtuluş savaşı denilen sürecin özeti Pontos’ta 353 bin Rum’un soykırıma uğratılması, 800 bin Küçük Asyalı Rum’un akıbetleri hakkında resmi tarihin tek bir belgesinin olmamasıdır.

Türk aydınının bu tarihsel süreci okumaları baştan aşağı yalanlara dayanır.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’nın firari askeri sayısı 300.000’dir.[1]

Yine ilk olarak 18 Eylül 1920 yılında kurulan İstiklal Mahkemelerinin kuruluş gerekçelerinin en önemli sebeplerinden biri de asker kaçaklarıdır.

Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri adlı kitabında ‘Ülkenin maddi varlığı tehlikeye girmiş olmasına karşın, geniş köylü kitleleri durumlarında önemli bir değişiklik olacağı umudunu taşımadıklarından olacak, şimdiye dek arkasından gittiği seçkinlerin mücadelesi olarak baktıkları savaşı desteklemek istememiş isyan ederek ya da askerden kaçarak, muhalefetini ve savaşa olan isteksizliğini göstermiştir.’[2] diyerek 1920’li yıllarda geniş bir yoksul kitlenin tercihini nasıl yaptığına işaret ediyor.

10-24 Temmuz 1921 tarihleri arasındaki Kütahya- Eskişehir Savaşı boyunca ise 30.700 kişi firar etmiştir.[3] İstiklal Mahkemeleri’nin kapatılmasıyla, askerden kaçma olayları artar ve Sakarya Savaşı’na (23 Ağustos-13 Eylül 1921) kadar ordudaki askerlerin neredeyse yarısı firar etmiş haldedir.[4]

Bu sayı İstiklal Mahkemeleri’nin etkisiyle gittikçe azalarak Ağustos’ta 4.400-4.500’e düşmüşken, 15 Eylül 1921’de Sakarya Savaşı’nda 120.000 olan asker mevcudunun 10.000’i firar etmiştir.[5]  Sakarya Savaşı sonunda, toplam firar oranı 48.335’e ulaşmıştır.[6]
Yani hiç de resmi tarihin hamasetle anlattığı gibi Anadolu halkının topyekûn bir savaşından söz edilemez. Ya Ermeni soykırımı sonrası gasp edilen toprakları, malları geri vermemek için ya da asker kaçaklarına yönelik uygulamalar sonrası zorla bir araya getirilen çoğu çetelerden oluşan askeri örgütlerdir bütün ‘anti emperyalist mücadele’ diye yutturulmaya çalışılan.

24 Ağustos’ta Yeni Yaşam’da Müslüm Yücel’in ‘Türk entelektüelleri’ başlıklı bir makalesi yayınlandı.[7] Başlığından da anlaşılacağı üzere Türk aydınlarına eleştiri niteliğinde bir yazıydı kaleme alınan. Sağcısından solcusuna Türk ‘entelektüelleri’ ortalığı ayağa kaldırdılar. Müslüm Yücel’e yönelik küfür, hakaret ve tehditlerle Türk ‘entelektüelliğini’ bir kez daha sergilediler.

‘Vay arkadaş sen nasıl olurda komünist şair Nazım Hikmet’i eleştirirsin?’ İle başlayan ‘’…mavi gözlü dev Mustafa Kemal’e, kurtuluş savaşına laf edemezsin’’ yelpazesinde Cumhuriyet’in savunucusu Türk aydınları sıraya girdiler.

Cumhuriyeti ilerici yapan nedir?
Parlamento vardır, Anayasa vardır denilebilir. Parlamento 1876’da da vardır, Anayasa ilk o yıl Osmanlı’da kabul görmüştür. 1 ay sonra kapatılıp anayasa rafa kaldırılmıştır. 1908’de 2. Meşrutiyet ile parlamento yeniden açılıp Anayasa devreye girmiştir.

Üstelik bu mecliste Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Bulgarlar temsil edilebilmişken, 1920’de kurulan mecliste tek bir Ermeni, Rum, Yahudi, Bulgar yoktur. Olsun Türk aydını için bu pek de önemli değildir, önemli olan sınıf mücadelesidir, yani Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, kitlesel olarak katledilecek, binlerce yıldır yaşadıkları yerlerden sürgün edilecek, ama geride kalanlar ‘türklüğü’ hatta müslümanlığı kabul etmek zorunda kalacak, o etnik kimlik altında sınıf mücadele edecekler; önemli olan budur.

Sınıf mücadelesi ancak ve ancak bu bize dayatılan Türk kimliği altında verilecektir.

Geçmişte olan biten görmezden gelinecek, adalet aranmayacak, utangaçça ‘ya her devlet yaptı’ ya da ‘olmasaydı keşke’ denerek es geçilecek ondan sonra bu kanlı, adaletsiz sürecin üstüne adaletli bir süreç inşa edeceksiniz öyle mi?
Kimi kandırıyorsunuz?

1915 Haziran ayında Beyazıt Meydanında idam edilen Paramaz ve 15 sosyalist devrimcinin, son sözleri ‘Yaşasın Sosyalizm’dir ama Türk aydını için bunun bir anlamı yoktur, onlar sosyalistlerdir ama Türk değildir. Yine Selanik’de kapitalizme karşı grevler örgütleyen Rum, Ermeni, Bulgar sendika liderlerini de görmez. Türk değillerdir çünkü.

Türk aydını sosyalizmin tarihini de bu yüzden Türk olan Mustafa Suphilerden başlatır (1920’den sonra). Türk aydınının bize tarihsel Materyalizm diyerek yutturmaya çalıştığı tam da budur; bize dayattığı Türk sosyalistliğidir. Onun dünya kardeşliği, sınırsız toplum lafları da bu noktada zırvadan ibarettir.

Türk aydınının cumhuriyete ilerici misyon yükleme sebeplerinden biri de, ‘Anadolu yoksuldu, açtı, cahildi’ yalanıdır. Pontos’ta dünyanın o tarihlerdeki sayılı ameliyathanelerinden biri olan Rum Hastanesi, Amasya’da botanik bahçeleri, binlerce kitaplı kütüphaneli, her türlü sosyal etkinliğinin yapıldığı, 4 dilde eğitim veren Merzifon Koleji, Tenis, Kriket oynayan Trabzonlular, her sokağından piyano sesi gelen Pontos şehirleri yıkılıp yakılıp, entellektüeller, doktorlar, eczacılar idam edilip Anadolu’yu cahil bırakan tam da cumhuriyeti kuranlardır oysa.

Ha sen tarihinle yüzleş, sonra sınıf mücadelesi verelim anlaşılır. Ama sen bu yalan tarihin her sayfasına devrimci ilerici misyonlar yükle, bize Rumuz, Ermeniyiz diyoruz diye ‘Mahalle devleti’ kurmayın diye hakaret et sonra da sınıfsız dünya için çağrı yap. Mahalle devleti şu anda senin üzerinde yaşadığın topraklarda kurulu hala.

Binlerce yıllık insanlık tarihinin değerlerini yağmalayıp, kanla, gasp edilen mallarla, hatta soykırımlarda ölenlerin kemikleri satılarak kurulan ‘cumhuriyet’i bize tarihsel ilericilik diye dayat. Neden sosyalizm mücadelesi Rum ya da Ermeni kimliğiyle verilemiyor da Türk kimliği ile verilebiliyor?
Cumhuriyet tarihi kanla kuruldu, kanla ayakta kaldı hala da kanla besleniyor. Ve bu tarih insanlık adına yazılmış UTANÇ TARİHİDİR. Bu tarih, hangi inanç ya da düşünceyle savunulsun özü şovenizmden beslenir. Önce beyninize musallat olmuş zehiri temizleyin, geçmişinizle yüzleşin, özeleştirinizi verin sonra gelin bize akıl verin Türk aydınları.

Nazım Hikmet

“Kuvayi Milliye Destanı”, Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı’nı bölümler halinde anlattığı destandır. Nazım Hikmet, Kuvayi Milliye’yi 1939’da yazmaya başlar, 1941’de bitirir. Yapıtın sonunda “939 İstanbul Tevkifhanesi, 940 Çankırı Hapishanesi, 941 Bursa Hapishanesi” diye bir not bulunmaktadır.

Böyle diyor Wikipedia’da Nazım Hikmet ve Kuvayi Milliye ile ilgili bölüm.
“Kuvayi Milliye Destanı”nı yazdığında, İstanbul’un işgali ile ilgili 2. Mehmet’e ve işgale övgüler dizdiği şiiri yazdığı zamanki gibi 19 yaşında değil 39 yaşındandır ve ‘komünisttir’
Tamamen uydurma bir kurguyla yazdığı Kuvayi Milliye Destanı, yine uydurma olan ‘Kurtuluş Savaşı’ masalının 100 yıldır Pontos Rum / Helen Soykırımı’nın gizlenmesinde ve Kemalizm zehrinin ‘sol’ kesimlerde etkili olmasında çok önemli bir rol oynamıştır.

Pontos’un Nazım Hikmet’e Sitemi

Bizim de karlı kayın ormanlarımız vardı; Topçam’da, Canikler’de, Ziganalar’da; kayınların arasında sarı sıcak pencereleri olan

hani ordan geçsen,
amca gir içeri diyecek biri değil binlercesi, on binlercesiydik.
Sen o zaman yedi tepeli şehirde bırakmıştın gonca gülünü
bizim ne gonca güllerimizi bırakacağımız şehirlerimiz oldu
ne de zamanımız
ve ne de yer alabildik senin memleketinden insan manzaralarının içinde

bizim de tepeden tırnağa şiirdi dillerimiz, Nazım
hiç kimse değilse bile sen duymadan hükümler giydik
353 bin mezar taşsız yatıyoruz 3 bin yıllık yurdumuzda

ne güzel demişsin
‘ne ölümden korkmak ayıp
ne de düşünmek ölümü’

ama
zalimliğe susmak da ayıp
bir de övmek zalimliği [8]


 


[1] Eric Jan Zürcher, Bir Ulusun İnşası; Osmanlı İmparatorluğu’ndan Atatürk Türkiye’sine Jön Türk Mirası, Çev. Lütfi Kılıç, Akılçelen Kitaplar, Ankara, 2015, s. 261-282.

[2] Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, Doğan Kitap, Ankara, 2014, s. 66.

[3] İbrahim Artıuç, Büyük Dönemeç Sakarya Meydan Muharebesi, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1985 s. 41.

[4] Aybars, age., s. 200.

[5] Eric Jan Zürcher, “Hizmet Etmeyi Başka Biçimlerde Reddetmek: Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Dönemlerinde Asker Kaçaklığı”, Çarklardaki Kum: Vicdani Red Düşünsel Kaynaklar ve Deneyimler, Haz. Özgür Heval Çınar, Coşkun Üsterci, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014, s. 67.

[6] Doğu Ergil, Millî Mücadele’nin Sosyal Tarihi, Turhan Kitabevi, Ankara, 1981, s. 224

[7] https://yeniyasamgazetesi6.com/turk-entelektuelleri/

[8] Tamer Çilingir, 2017

(Kaynak: https://pontosgercek.com/turk-aydini/)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu