IŞİD’in Kobanê yenilgisi ile emperyalistlerin ve yerli uşaklarının uğramış olduğu hüsran birçok gelişme ile pekişmiştir. Bunların başında ABD’nin savaş suçu belgelerinin açığa çıkması, Charlie Hebdo saldırısı ve batı’da yaşanan gelişmelerdir. Tüm bunların ötesinde İran’ın nükleer anlaşması ve rusya’nın Suriye üzerindeki bir dizi petrol ve doğalgaz kaynaklarını tam denetim altına alması başta ABD emperyalizmi olmak üzere batılı emperyalistlerin bölgedeki batak durumunu geliştirmiştir. Açık ve net söylemek gerekir ki İran, Hizbullah ve Suriye ordularının Şam ve periferisinde elde ettikleri askeri başarılar cihatçıların kolunu büyük oranda kırmıştır. “Suriye muhalefeti” olarak adlandırılan cihadist çetelerin başarısızlığı Bender Bin Sultan’ın başarısızlığı ilan edilip Bin sultan görevden alınırken Jhon Kerry bölgedeki temaslarını güçlendirmiş ve devamında ABD’nin bölgedeki stratejik şekillenişine uygun olarak yeni taktiklere; “Suriye muhalefetinin” ılımlılaştırması gibi bir askeri şekillenişe gitmiştir.
Daha öncesinde bu ılımlaştırma adımının içeriğini anlatmıştık. Kısaca değinecek olursak bu ılımlılaştırma adımı şeceresi açığa çıkmış katiller timinin çehresini değiştirmek ve kamuoyunda “demokratikleştirme” adıyla desteğin devamını sağlamak için atılan bir adımdı. Bu kapsamda Ürdün, Suudi Arabistan Türkiye ve ABD’nin katılımı ile Eğit- donat (Katlet) protokolü imzalanmıştır.
Erdoğan’ın Kobanê’ye bakıp Şam’ı görmediği yönünde eleştirdiği ABD ile bölgesel politikalarda tekrar uzlaştığı bu süreç esas olarak Suriye için savaşın kendi anatomisi içinde yeni bir evredir. Bu evre ise ciddi oranda Suriye Ordusu ve yönetimi için sıcak saatlerin anlamına gelmektedir. Bu kapsamda bu savaşın anatominse bakmaktan ziyade bu anatomi içinde bu evrenin sürecine bakmakta fayda var. Zira son günlerde İdlib’in ele geçirilmesi ve Iştebrak’ta yapılan alevi katliamları emperyalistler tarafından oluşturulan bu askeri evrenin bir sonucudur.
Suriye için sıcak saatler
Son bir ay içerisinde Suriye’deki cephelerde yaşanan gelişmeler; savaşı bu yıl içinde bitirme söylemi içinde olan Suriye yönetimi açısından yaşanacak zor günlerin habercisidir. Cenevre 3, Rusya’nın Moskova girişimi, İran’ın nükleer anlaşması, Yemen’de savaş Suriye’deki savaşın gidişatını da belirlemektedir. Bu gidişat Şii toplumunun kendi selefi durumunun kabuğunun kırıldığının ve bekleyen değil artık direniş odaklarını geliştiren bir pozisyona gelmesi ile ilgilidir. İnanç ritüelleri gereği mehdisel yapılanmasından kaynaklı bekleyen pozisyonunda olan Şiilerin bahsini ettiğimiz bu bölgelerdeki demokratikleşme adımı emperyalistlerin Ortadoğu politikasını ciddi oranda yaralamakta ve yıpratmaktadır. Suriye’deki demokratik muhalefetin şiiler periferisinde toplanan örgütlerle diğer mezheplerin katılımı ile ilerlemektedir. Özellikle Yemende El-Kaide ve uzantılarına karşı Sunisinden Ermenisine Alevisine kadar tüm kesimlerin yer alması, KİK ülkelerinin işgaline karşı direniş cephelerinde yer alması İslami ritüellere göre beklenen vahdetçiliği politik kavramlara göre de antiemperyalist direnişi tarif etmektedir.
Ancak tüm bu gelişmeleri batılı emperyalistler ve bölgesel uşakları bunu fark etmiş ve gaza basmışlardır. ABD, Suudi Arabistan, İsrail ve Türkiye bu gelişmeleri tersine dönüştürmek için bu odakların ana kolu olarak görülen Suriye’de savaşı tekrar alevlendirmenin derdindeler. Suriye Dosyasının ise Bender’den alındıktan sonra kime verildiği e halen bilinmemektedir. Ancak ne var ki bilinen bir gerçek var ki oda dosyanın yeni sahibi geçmişten farksız bir şekilde bir süreci işletecektir. Bu ise katliamdan başka bir şey değildir.
Şu açık ki İran’ın nükleer anlaşma sonrası Batı ile yaşadığı bahar havasını bozmak isteyen İsrail, İran’a saldıramadığı için Suriye cephesine yüklenmeye başlamıştır. Diğer yandan Türkiye ve Suudi Arabistan İsrail ile aynı sebepler ve üstüne Yemen nedeniyle aynı şekilde Suriye cephesine yükleniyor.
Kerry ve Erdoğan’ın son Suudi Arabistan ziyaretlerinde Suriye’deki savaşın daha derli toplu yürütülmesi için bazı kararların alındığı dile getirilmişti. Suudi Arabistan’ın havadan destek vereceği bir saldırıda Türk ordusunun Suriye’ye karadan müdahale etmesi beklenen bir süreç. Bu ise Suriye Cephesinde cihatçı katillerin ilerleyişine bağlıdır. Ancak bir durum var ki bu da emperyalistlerin kolunu kıracak bir durumdur. Bu Suudi Arabistan’ın askeri ve devletsel yapılanmasıdır. Sermaye ve krallık üzerine kurulu Suud hanedanlığı hali hazırda iktidar devrinden sonra ciddi krizler yaşamaktadır. Belki kamuoyuna yansımıyor ancak Suudi Arabistan’da iktidar taliplerinin-Salman ve Mukrin- arasında taraftarların oluşması ve bölünme ciddi bir durumdur. Öyle ki Suudi Arabistan’ın yemen yenilgisi ve Husiler önderliğinde Zeydilerin ve Suni aşiretlerin ilerleyişi Suddi Arabistanı askeri bir krize sokmuştur. Gerçek bir ordusu bile bulunmayan; ancak ABD ve Batı’dan aldığı pahalı oyuncaklar ile Yemen semalarında kahramanlık gösterisi yapan Suud hanedanlığı bu gelişmeler ekseninde Suriye’ye savaş açarsa; şu bir gerçek ki kendi krizini derinleştirecektir. Zira Suriye yönetimine karşı bu zaman kadar bir devletin doğrudan bir işgali söz konusu değildir. Daha çok semirttiği örgütler bu savaşı sürdürmüştür. Suriye’ye Suudi Arabistan’ın bir işgali söz konusu olduğunda Suriye’nin bölgesel müttefiklerinin bölgeye girişi muhtemeldir. Başta iran bu süreçten en çok etkilenecek ülke olduğundan bu duruma kayıtsız kalmayacaktır. Ancak bu kayıtsızlığını hangi yönde tasarruf edeceği bilinmemektedir. Daha yanı başındaki Yemen’de bile kaba bombalamanın dışında bir askerî başarı sergileyemeyen Suudi Arabistan’ın Suriye’ye saldırma olasılığı bu kapsamda sıfırdır. Türkiye ise iç politikada geldiği evre ile dış politkaya yönelme kaygısı ile karşı karşıyadır. 7 Haziran seçimleri, ile boğuşan AKP’nin HDP’nin barajı geçmesi halinde iç politikada otoritesini zayıflatacak ve dış politikaya atılmadaki kabiliyetini kaybedecektir. Bu süreçte de yapılan tek şey Suriye’nin angajman kuralları bahanesi ile Suriye Ordusunun sınır boylarındaki cihatçı çeteleri vurmasını engellemek ve Suriye’ye cihatçı geçişleri sağlamaktan başka bir şey yapamamaktadır. Ancak bu kısıtlı duruma ülke içi bir yenilik getirmiştir. Bu ise ülke içinde özellikle Hatay ve Antep civarında Cihatçıları eğitip donatmaktadır.
Suriye’nin Kuzey ve Güney Cephelerinde durum
Suriye’deki Cephelerini 4’e ayırarak bu süreci anlatabiliriz. Kuzey cephesi İdlib (kırsalı haricinde sakindi), Halep ve Lazkiye kuzey kırsalını kapsıyor.
Kuzeydoğu cephesi Rakka, Deyr ez-Zor, Haseke illerini kapsıyor.
Orta cephe Hama ve Humus ile Humus – Şam kırsallarını kapsayan ve Lübnan sınırı boyunca uzanan Kalamun bölgesini kapsıyor.
Güney cephesi ise Şam kırsalından başlamak üzere Dera ve Kuneytra illerini kapsıyor.
Bu cepheler içerisinde ise son günlerde öne çıkan Kuszey ve Güney cepheleri olmuştur.
Bu iki cephede emperyalistler eliyle bir birleştirme taktiğine gidildi. Stratejik olarak bölgedeki başarısızlığı bu şekilde aşmak isteyen emperyalistler Eğit- donat( Katlet) politikasıyla cihatçı katillerin koordinasyonu, birleştirilmesi, lojistiğin sağlanması kapsamında her iki cephede güçleri birleştirildi ve daha düzenli saldırılar yapılmaya başlandı.
Bu birleşme kapsamında Kuzey cephesinde ilk sonuç İdlib şehir merkezinin ele geçirilmesi ve bölgede başta aleviler olmak üzere diğer azınlık inanç gruplarına dönük katliamlar oldu. Bunun en vahşeti ise İştebrak’ta 135 Alevinin katledilmesi oldu. bu hamle ise en başta Türkiye’nin (grupların birleştirilmesi, saldırının planlaması) desteği (operasyon odası, elektronik karartma ile ordunun iletişiminin kesilmesi) ile harekete geçen Fetih Ordusu tarafından yapılmıştır. Bu ilerlemenin cihatçı grupların tek başına sağladığı bir başarı olmadığı kesindir.
Suriye ordusunun sadece bu cihatçı çetelere karşı savaşmadığı, yukarıda anılan ülkelerin doğrudan ve başkalarının dolaylı olarak destek verdiği on binlerce kişilik bir güce karşı savaştığı bir gerçektir. Dolayısıyla herhangi bir merkezde kazanılan başarı kalıcı olamamaktadır. Bu durum ciddi bir yıpranmayı da beraberinde getirmektedir.
Yamalı bohça haline gelen Suriye’nin bir tarafı dikilse diğer tarafı patlamaya başlamıştır. İdlib ve Cisr eş-Şuğur bunun son örnekleridir. Bu kapsamdaİdlib ve Cisr eş-Şuğur’un kaybedilmesi ile birlikte Suriye hükümeti nezdinde bir dizi tartışmalar yaşanmıştır. Bu tartışmalar “neler oluyor” şeklinde olsa da esas olarak savaşın gidişatına karşı Suriye ordusu bundan sonraki süreci tartışmaktadır ve bu kapsamda askeri taktikler geliştirilmektedir. Bu açıdan Suriye son süreçte Rusya ve İran ile temaslarını güçlendirmiştir.
Muhtemel durumlar
ABD ve güdümündeki ülkeler tarafından koordinasyonu sağlanan cihatçıların İdlib sonrası hedeflerinin Hama ve Lazkiye olduğu bir gerçektir. Bu ise bizzat bu grupların kendileri tarafından dile getiriliyor. Fetih ordusu adıyla bölgede toplantı yapan gruplar 2 Mayıs günü 10 birlik olarak tek birliğe dönüştüklerini belirttiler. ( bkz: 2 Mayıs SHA)
Bu birlikler İdlib’in alınması ile birlikte özellikle Hama kırsalına ve özellikle Alevilerin yoğun yaşadığı “Gab” düzlüklerine ulaşma çabası içerisindedir. İdlib’in ele geçirilmesi bu duruma imkân sağlamaktadır. İdlib’in ardından Hama ve Lazkiye’nin silahlı gruplar için kolay erişilebilir duruma gelmesi bu iki şehirde yaşayan halkı paniğe sürükledi. Mevcut katliamlar nedeniyle Alevi ve Suni kesimlerin iç içe geçtiği bir durum söz konusudur. Mevcut göçler nedeniyle yaşanan bu durum çeşitli provakasyonlara açık durumdadır. Özellikle cihatçı gruplar bu bölgeler içinde provakatif söylemler içine girerek olası bir katliamı planlamaktadırlar.
Bu durum karşısında diken üstünde olan kesim Alevilerdir. Katliam birliklerinin Alevilere dönük bakış açıları vergi hususunda değildir. Aleviler dışındaki diğer kesimlere karşı varlık vergisi uygulanmaktadır. Var oldukları için cihatçı gruplara vergi veren, para olmadığı durumlarda kadınları çocuklarını vergi statüsüne alan bir ailede kadın yoksa ölümüne çalıştırılan kesimler bulunmaktadır. Ancak bu kesimler aleviler değildir. Alevilerin vergisi ölümden başka bir şey olarak görülmemektedir. Ibn Tevmiye’nin fetvalarına göre politka üreten ve Alevilerin canlarını cennetin teminatı olarak gören bu katilleri Alevileri doğrudan katletmektedirler. Bu durum Cisr eş-Şuğur sonrası İştabrak köyünde yaşanan katliam oldu.
Bu kapsmada Lazkiye, Tartus ve kırsalları ile birlikte (Hama kırsalı) Gab bölgesinde ciddi tedirginliklerle birlikte bölge halkının cephe oluşturma süreçleri bulunmaktadır. Silahlanan ve direniş odaklarını oluşturan halk savaş sürecine hazırlanmaktadır. Birçok aile kadınları ve çocukları Lübnan’a göndermek üzere hazırlık yapmaktadır. Lazikiye’de ise aleviler kadınları ve çocukları Lübnan mülteci kamplarına göndermiş ve silahlanarak savaş konumuna geçmiş durumundalar. Bu birliklere ise Lübnan Hizbullah’ı önderlik etmektedir.
YPG bölgede konumlanışını belirledi
Bölgenin önemli bir direniş odağı olan ve IŞİD’e karşı Kobanê’de zafer kazanan YPG TC işbirliği ile bölgede birleşeme gerçekleştiren çetelere karşı savaşacaklarını belirtti. Halep’te bulunan çeteler YPG’nin bölgede olmasının kendileri için bir tehdit olacağını belirtiyorlar. Konuya ilişkin cihatçı kaynaklar yaptıkları açıklama ile “Lebbyk Ya Uhta”(Sana Geldim Kardeşim) adıyla birleştiklerini ve bölgeden çekilmeleri için mühlet verdiklerini açıkladı. (Bkz: 3 Mayıs SHA)
Şam’da süreç değerlendiriliyor
Başkent Şam’da süreç bir şekilde tartışılmaktadır. Ancak ne var ki bu tartışmalar kapalı yapılmaktadır. Zira mevcut taktiğin gizliliği bölgedeki Suriye ordusunun konumlanışı açısından hayati önem taşımaktadır. Ancak tartışmalar basına yansımaktadır. Ordu içindeki Subaylar savaşın daha şiddetli bir şekilde yapılması gerektiğini savunmaktadır. Bu kapsamda cihatçıların geriletilebileceğini belirtmektedir. Ancak ne var ki bu açıklamalar salt askeri bir bakış açısı ile yapılmaktadır. Zira dünya ve konjonktürel olarak durum savaşın sadece mermi ile yürütülemeyeceğini göstermektedir. Öte yandan bu yaklaşım Esad’ın bugüne kadar yürüttüğü “savaş üslubuna” aykırılık oluşturmaktadır.
Esad ise son verdiği iki röportajda ‘daha zayıf bir dil” kullanarak bir yandan ordunun yara aldığından bahsetti, diğer yandan hatalarının olabileceğini kabul etti. Teröre verdikleri desteği kesmeleri durumunda Batı ile diyaloga hazır olduklarını söyleyen Esad bu sözleri daha önce de sarf etmişti, aradaki fark tonlamanın daha yumuşak ve güçsüz olması.
Genel olarak yönetim içinde ve orduda silahlı gruplara karşı net başarılar elde edilemediği kabul ediliyor. Bu durum yukarıda da belirttiğimi üzere Suriye’deki cihatçıların birleşmesi nedeniyledir. Bu ise ABD’nin aylardır bahsettiği bir askeri bir hamledir.
Suriye ordusu son 6 ay içinde ilerleme kaydetmiş, Dera – Kuneytra ve Halep’te silahlı gruplara üstünlük sağlamıştı. Ancak Hizbullah ve diğer grupların desteği ile sağlanan bu başarı bir şekilde kalıcılaştırılmak istenmektedir. Bu kalıcılaştırma Türkiye, İsrail ve Ürdün tarafından açılan cephelerle sıkıntılar yaşamaktadır. Ancak ne var ki Suriye ordusu bu süreçte attığı adımlar sürprizleri barındırmaktadır. İran’ın nükleer pozisyonu ve ambargonun kaldırılması Suriye’nin elini güçlendirmektedir. İran Savunma bakanlığı yaptığı açıklama ile silah sanayindeki üretimini %35 oranında arttırdığını belirtiyor. Bu rakam daha 2015’in başlarında oldukça büyük bir orandır. Rusya ise Cenevre 3’ün ardından Suriye’de 3 tane askeri üs kurmuştur. Bu durum cihatçıların yüzeysel savaşının geleceksiz olduğunu gösteriyor. Katliamın kaçınılmaz olduğu savaşta cihatçıların pozisyonu sadece bir dönemlik. Bu dönemlik evre ABD’nin ifade ettiği üzere Müslüman kardeşler ile masaya oturulması ve parlamentoda yer verilmesi hususundadır. Ilımlılaştırma evresi ise bu kapsamda ilerlemektedir.
IŞİD’in Kobanê’de ve ardından Irak’ta almış olduğu yenilgi ve Bagdadi’nin ölümün ardından Şam Yermuk’a yüklenmiştir. Burada ise diğer cihatçı gruplarla savaşa girmiştir. Bu durumda Suriye Ordusunun Yermuk’a yaptığı hava saldırısı Suriye Ordusu’na moral sağlamıştır. Her şeyden önce IŞİD dışındaki cihatçı gruplar, IŞİD’in bölgeye girmesini istememektedir. Nedeni ise IŞİD’in hilafet ilanı ve biat politikasıdır. Bu örgütler ise birliklerini dağıtacak bu politikaya karşı ciddi tedirginlikler yaşamaktadır.
İŞİD’in Jobar, Kabun taraflarına kadar ulaştığını eklemek gerekir. Bu durum Suriye Ordusu için bölge itibari( katliam olma durumu) ciddi kaygılar doğururken diğer cihatçı gruplarda oluşan tedirginliği bir avantaja dönüştürme hevesindedir. IŞİD ise bölgedeki ordu oluşturma hevesindedir. Berze’de Suriye ordusu ile elde edilen ateşkesi bozmaya çalışan IŞİD bölgedeki sinerji ile harekete geçirmeye çalışmaktadır. Bu ise “Mesakin Berze” (Berze konutları) adı verilen semt üzerinden Şam merkeze ulaşması anlamına gelmektedir. Bu gelişmeleri açık biçimde bir antagonist bir duruma benzetmek mümkün. Zira bu savaşım evresinde tarafların alacağı büyük darbeler Suriye savaşının sonucunu belirleyecektir. Ancak kaderini tayin etmede bir şeyler söylemek erkendir. Bu kapsamda Suriye Ordusu sevk ve idaresini yenilemektedir. Suriye ordusu içinde oluşan kimi eleştirileri cihatçı gruplara dönük bir askeri bir taktiğe ve savaşa dönüştürmek için tam bir orkestrasyona ihtiyaç vardır. Esad’ın bu konuda bugüne kadar başarılı bir sınav verdiği ve her seferinde sürpriz şekilde atakları boşa çıkardığı bir gerçektir. Ancak yaşanan son gelişmelerden sonra eğer kafasında etkili bir kontra atak planı yoksa bu yaz Esad için çok sıcak geçecek gibi görünüyor. Ancak Suriye Savunma Bakanı Fahd Casim Freyc’in İran’a gitmesi ve 22 Nisan cuma günü Kalamun’da Suriye ordusu ve Hizbullah mevzilerine hava saldırısı yapan İsrail’e 28 Nisan günü Golan’dan füzeyle cevap verilmesi Esad’ın bir planın olduğunu göstermektedir. Bu kapsamda diyebiliriz ki Suriye savaşında kader belirleyen bir evre yaşanmaktadır. Bu evre savaşın kaderini belirleyecektir ancak savaşın kaderini tayini hususunda sıcak bir yılın ve evrenin olacağını görebiliriz.