Emperyalist Rusya’nın önderlik ettiği “Ulusal Diyalog Kongresi” (Soçi Görüşmeleri), 1.700 davetlinin katılımı ile 29-30 Ocak 2018’de Rusya’nın Soçi şehrinde yapılacak. Rusya, bu kongre ile diktatör Beşar Esad’ın liderliğine razı olan tüm siyasi kesimlerin katılımıyla Anayasa Yazım Komisyonu oluşturarak Suriye rejiminin egemenliğini pekiştirmeyi amaçlıyor. Masada iki obsiyon var: Biri, halen var olan 2012 Anayasası’nda yapılacak değişikliklerle Esad başkanlığında geçiş hükümetinin devam ettirilmesi ve 2020’de seçime gidilmesi; diğeriyse yeni bir anayasa ve yeni bir parlamento yapısıyla Şam’daki hükümete paralel olarak rejimin güçlendirilerek Suriye’nin önümüzdeki dönem yol alması.
Rusya’nın Soçi’den muradı
Esad’a karşı 7 yıldır sahada silahlı ve politik faaliyet gösteren “Muhalifler”, Rusya’nın Suriye topraklarında gerçekleştirmiş olduğu bombardımanlarda sivil halktan kayıplar yaşanmasını gerekçe göstererek kongreye katılmayacaklarını bildirdiler. “Muhalifler”, siyasi geçiş hükümetinin başında bulunan Esad’ın, yetkilerini geçiş hükümetine devrederek görevinden ayrılması şartını koşuyor; fakat Moskova ve Tahran, Suriye rejimi konusunda taviz vermez konumda. Bunun sebebi, “Esad’ı çok sevmeleri” değil elbette. Sahada aktif olan veya arka planda vekalet savaşı veren diğer emperyalist-gerici güçler gibi İran ve Rusya için de belirleyici olan şey, çıkarlarını hayata geçirmektir. Soçi Görüşmeleri, aynı zamanda 21 Ocak’ta Cenevre’de Birleşmiş Milletler denetiminde Suriye gündemli yapılacak toplantıyı boşa çıkartmayı amaçlamaktadır. O toplantının esasını da bunlar oluşturmaktadır. Bu bağlamda Rusya’nın, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 11 kez veto edilen “Suriye’de Esad rejimini korumaya” yönelik tavrını Soçi üzerinden Esad’ın uluslararası meşruiyetini güçlendirmek suretiyle devam ettirdiğini söylemek gerekir.
TC’nin suya düşen planları
Suriye’de çıkan iç savaşla birlikte TC, bölgedeki Selefi/cihatçı örgütleri rejimin düşmesi için destekledi. Bunun üstüne bir de Suriye rejimi tarafından yıllardır baskı ve zulüm altında yaşamak zorunda bırakılan, hatta nüfus sayımlarında vatandaş olarak bile kaydedilmeyen Kürt ulusu, iç savaşta rejimin Suriye Kürdistanı’nda etki kaybetmesi üzerine oluşan boşluğu iyi değerlendirip kontrolü eline geçirince TC’nin Suriye planları suya düşmeye başladı. Başta Kürt ulusu olmak üzere azınlıkları ve inanç gruplarını imha ve inkar üzerine kurulu TC devleti için Kürt ulusunun en ufak bir hak kazanımı, kendi varlığına yönelen ölümcül bir tehlikeydi ve ülkede toplumsal muhalefetin önemli öğesi olan Kürt Ulusal Hareketi’nin (KUH) gücünü artırarak Rojava’da kazanımlar elde etmesi TC’yi zora sokuyordu. Esasta hiç başlamayan, tamamen Kürt Ulusal Hareketi’ni oyalama ve zaman kazanma üzerine kurulmuş sözde “çözüm süreci” de böylece bitirilmiş ve yoğun saldırılar başlamıştı.
DAİŞ’in Ortadoğu’da palazlanmasını sağlayan ABD’nin Yekîneyên Parastina Gel’e (YPG; Halk Savunma Birlikleri) TC’nin bütün dayatmalarına rağmen “terörist” dememesi, silah ve mühimmat yardımından vazgeçmemesi, Rakka Operasyonu’nu Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Türkiye destekli Selefi/cihatçı gruplarla değil de YPG ile yapması, faşist TC’nin Minbiç’e girme planlarının olduğu bir dönemde ABD bayraklarının Minbiç’te dalgalanması, kısacası Suriye’de ABD’nin NATO müttefiki Türkiye’yle değil de YPG’yle hareket etmesi, TC-ABD ilişkilerini bozdu.
Efrîn’e saldırı hazırlığı
2016 Aralık ayında rejim güçleri Halep’in kontrolünü eline geçirdikten sonra Suriye’de dengeler değişime uğradı. Türkiye, Halep’in boşaltılmasına razı oldu; çünkü Rus uçağının düşürülmesi ve buna karşı Rusların sert tutumu, TC devletini taviz vermeye zorladı. Önce ateşkes ilan eden Rusya, bir yılda sekiz toplantı yapılan Astana’da yanına İran ve Türkiye’yi alarak fiiliyatta pek hissedilmese de 4 bölgede çatışmasızlık ilan etti. Tabii TC’nin bir talebi vardı: Rojava’da ilan edilen özerkliğin çökertilmesi! Rusya ise TC devletini Halep’te bulunan çetelerin çıkartılması için zorladı. Buna mukabil TC’nin şartı, Efrîn ve Kobanê kantonları arasında bir koridorun kurulmamasıydı.
Bugünlerin ardından TC, halihazırda desteklediği “Heyet Tahrir el Şam” (HTŞ) çetesinin kontrol ettiği, aynı zamanda Astana sürecinde çatışmasızlık bölgesi ilan edilen İdlib’e asker sevkiyatı yaparak hedef tahtasına Efrîn’i koydu ve kantonu güneyden çembere aldı. TC halen dönem dönem Efrîn’e taciz saldırılarında bulunsa da Rusya’dan onay alamadığı için işgal girişiminde bulunmaya cesaret edemiyor.
Kürtler katılacak gibi…
Astana Görüşmeleri’ne Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) katılmamasında etkin rol oynayan TC’nin önümüzdeki süreçte PYD’nin Soçi Görüşmeleri’ne katılmasını da engellemeye çalışacağı açık. Kısa süre önce Fırat Haber Ajansı’na konuşan YPG Genel Komutanı Sipan Hemo ise Rusya’ya giderek Savunma Bakanlığı, İstihbarat ve Genelkurmay yetkilileriyle görüştüğünü belirtti. Rus yetkililerin “Bu toplantı için Demokratik Özerklik Yönetimi’den 155 kişinin ismi istenecek” sözü verdiğini belirten Hemo, böylelikle görüşmelere davet edildiklerini de ilan etmiş oldu. Görünen o ki Kürtler, Soçi Görüşmeleri’ne PYD veya YPG sıfatıyla olmasa da Suriye Demokratik Güçleri (SDG) veya başka bir kimlikle katılacak.
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı David Sellafield 11 Ocak’ta yaptığı açıklamada Suriye’yi terk etmeme stratejisinin kendi fikri olmadığını, aksine Trump yönetimince etraflıca düşünülüp kararlaştırıldığını söyledi. Böylelikle ABD’nin IŞİD’in olası nihai yenilgisi sonrasında sözde zafer ilan edip bölgeden çekilmeyeceği netleşmiş gözüküyor. Sellafield: “Suriye’de kalmamız hayati önemdeki Kuzey ve Kuzey-Doğu bölgelerinde istikrarın sağlanması ve IŞİD’e karşı cesurca savaşan müttefikimiz SDG’nin korunması adına elzem” dedi. Devamında “Kuzey Suriye’nin politik yapısının tüm Suriye’ye örnek olacak şekle dönüştürülmesine ve yeni Suriye devletinde makul bir şekilde temsil edilebilmesine yardım edilebilmesini amaçladığını” belirtti. Böylelikle ABD bölgeden çekilmeye niyetli olmadığını, PYD üzerinden Suriye’de kalmayı planladığını netleştirmiş oldu.
Marksistlerin tutumu ne olmalı?
Peki emperyalistlerle yapılan ittifak, işbirliği, anlaşma veya toplantılar, bizim nasıl tanımlamak istediğimizden bağımsız olarak, PYD için ne anlama geliyor?
Kuşku yok ki Kürtler, Ortadoğu’nun bu denli kaotikleştiği, çelişkilerin yoğunlaştığı bir dönemden kazanımla çıkmak istiyor. Bu uğurda ABD ve Rusya gibi emperyalist ülkelerle ittifaklar kurmaktan da kaçınmıyorlar. Bu, ulusal hareketin kendi pazarına hakim olmak isteği açısından olağandır. Hatta bunu başarma ihtimali de vardır. Fakat öte yandan dünyadaki ulusal kurtuluş mücadelelerine bakıldığında, emperyalistlerle işbirliği halinde olanların -ulusal burjuvazinin sağ ya da sol kesiminden olmaları fark etmeksizin- son tahlilde emperyalistlerin yörüngesine girdiği görülmektedir.
Peki Marksistlerin bu meselede tutumu ne olmalı? Burjuvazi nasıl kendi sınıf çıkarları doğrultusunda hareket ediyorsa, proletarya da sınıf çıkarları doğrultusunda hareket etmek zorundadır. Buna Sovyetler, Çin ve Vietnam birer örnektir. Eğer proletarya, sınıf çıkarlarını burjuvazinin sınıf çıkarlarının gerisinde tutarsa veya bu hususta yalpalarsa, yanlış bir yönelime sahip olmuş olur. Örneklendirecek olursak 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sürecinde FKP (Fransa Komünist Partisi Genel Sekreteri) Maurice Thorez ve İKP (İngiltere Komünist Partisi Genel Sekreteri) Harry Pollitt emperyalist burjuvaziye yedeklenen pozisyona düştüler. (bkz: Emperyalist Savaş Karşısında Sınıf Bilinçli Proletaryanın Tavrı, s. 84-85)