Makaleler

Sürece odaklanmak ve “dişi deveyi erkek deveden ayırt etmek”!

Rivayet edilir ki; bir gün Ali’nin taraftarlarının yoğun olduğu Kûfe’den bir Arap, devesiyle Şam’a gelmiş. Şam sokaklarında dolaşırken biri ona yaklaşmış:

– Ver o dişi deveyi bana! demiş. Tartışma büyümüş, Kûfe’den gelen adam, “Bu deve benimdir, üstelik dişi değil, erkektir” diye itiraz etmişse de anlaşamamışlar. Konu Muaviye’ye yansımış.

Halk meydanda toplanmış… Muaviye, Kûfe’den gelenle Şam’da deveye sahip çıkan yerliyi dinledikten sonra, kararını açıklamış:

– Bu dişi deve Şamlınındır!

Sonra toplananlara dönmüş ve sormuş:

– Ey cemaat, bu dişi deve kimindir?

Cemaat hep birlikte bağırmış:

– Şamlınındır!

Kûfeli şaşkın bir vaziyette devesinin ardından bakakalırken, Muaviye onu yanına çağırmış:

– Ey Kûfeli, dinle! Sen de ben de biliyoruz ki, bu deve senindir ve dişi değil, erkektir. Ama sen Kûfe’ye dönünce gördüklerini Ali’ye anlat ve de ki: “Ey Ali, Muaviye’nin, dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen, o ne derse evet diyen 10 bin adamı var! Ayağını denk al!”

Ezilenlerin tarihinde egemenleri tariflediği, simgeleştirdiği isimlerden biri olan Muaviye’nin, üzerinden yükseldiği zeminin benzerini bugün de egemenler tarafından kullanıldığını görmekteyiz. Egemen sınıflar, iktidarda kalabilmek ve sömürüyü sürdürebilmek için her zaman kendi çıkarlarını toplumun bütününün çıkarlarıyla aynıymış gibi göstermek ve onları “kullanmak”, kendi arkasında yedeklemek, onların omuzlarından yükselmek ve kendilerini sık sık onlara onaylatmak zorundadır. Kendi düşüncelerine evrensellik biçimini verirler. Maddi yaşamdaki eşitsizlik ve ilk çağlardan süregelen iş bölümü, egemenlerin bu evrensellik iddiasının toplum içinde de egemen olmasına yol açar.

Muaviye’nin yaptığı tam olarak budur. Günümüz Muaviyeliğine soyunan AKP ve Erdoğan da, referenduma yoğunlaşırken temel aldıkları kıstas, kendilerini yeniden onaylatabilmek ve bu “evet” diyen kitleyi arkasına yedekleyerek, halk kitlelerinin karşısına “ayaklarını denk alacakları” bir tehdit haline getirebilmektir. Ancak bunu ne kadar başarabildiği meçhuldür. Çünkü hem üzerinden yükseldiği muhafazakar, emekçi kesim içerisinde gerek cemaate dönük operasyonlar gerekse de MHP ile biraraya gelmesine karşın ikna edilemeyen HAYIR’cı kitle; hem de EVET’çi olmasına karşın emek sömürüsünün yokluğu ve yoksulluğunu artırdığı kitle ile görünen o ki; ciddi çatlaklar yaşamaktadır. Keza Zonguldak ve İzmir’de iş ve kadro isteyen işçilere dönük Erdoğan ve şürekâsının tahammülsüzlüğü bu çatlağın varlığını ortaya sermektedir.

“Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda egemen düşüncelerdir” diyen Marks ve Engels, egemen sınıfların bu iktidarlarına karşı verilecek son mücadelenin şimdiye kadarkilerin hepsinden “daha kesin ve daha köklü bir biçimde eski toplumsal koşulları” yıkmayı gerektirdiğini söyler. Yani egemen düşüncelerin egemenliğini yıkmak her şeyden önce maddi yaşama pratik olarak saldırmakla olacaktır. Toplumların düşüncelerinin değişmesi kendiliğinden bir şekilde veya düşünceye düşünceyle karşılık vermekle olmaz. Egemenlerin, ezilenler üzerinde kurdukları ideolojik hegemonya ancak ve ancak politik mücadelede somutlaştığı ölçüde kırılabilir. Bu da bahsini ettiğimiz çatlakların tespit edilip bu çatlakları dolduracak devrimci politika ve örgütlenme olanaklarını artırmakla mümkün olacağı  açıktır.

Kuşkusuz son dönemecine girilen referandum, bu konuda en önemli araçlardan biriydi. Kitlenin siyasete ve politikaya duyduğu ilginin arttığı ve hatta yer yer bunu yaşamsal olarak gördüğü bir dönem olan referandum süreci boyunca bunu yapmak mümkündü. Keza referandum sonrası –referandumda ne sonuç çıkacağından bağımsız- derinleşecek kaosun aynı çatlaklar tamir edilmeden süreceği açıktır. Dolayısıyla referandum sonrası için yönelimlerin, bunu dikkate alarak belirlenmesi gerekmektedir.

Referandum sonrasına ilişkin Muaviye’nin “dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen, o ne derse evet diyen 10 bin adamı” tehdidinin, referandum öncesi başladığı görülmektedir. HAYIR diyenlere dönük gözaltı ve tutuklama furyası, sokakta sivil-faşist unsurlar eliyle örgütlenen saldırılar; devrimci, demokrat ve yurtseverlere dönük yasaklama ve “diz çöktürme”ye odaklanan baskıların referandum sonrasında da derinleşeceği bilinen ve hemen her kesim tarafından dile getirilen bir olgudur.

Ancak bu belirlemeyi tek başına dillendirmenin bir karşılığı olmadığı, bu durumun kendiliğindenliğin tehlikeli sularına atılındığının göstergesi olduğu ortadadır. Bu sürece odaklanan ve buna uygun örgütlenme perspektifi ile hareket eden bir yapılanma kaçınılmazdır. Bu örgütlenme yönteminin devrimci olanakları açığa çıkarma olasılığının yüksekliği de görülmekte, kaosu fırsata çevirecek bir şekillenme içerisine girildiği takdirde sadece kendisini “savunan” değil fırsatlara “saldıran” bir noktanın yakalanması mümkün olmaktadır.

 

“Daha kesin ve daha köklü bir biçimde…”

Bugün açısından komünist hareketin bu noktayı yakaladığı, yakalayacak bir yönelim içerisinde olduğu söylenemez. Bunun için uzun süredir yaşadığı ancak son aylarda kamuoyuna “mal olan” ve bünyesini bir bütün saran hastalıklarına karşı bir yol haritası çizmeli ve bunu hayata geçirmelidir. Keza referandum sürecinde HAYIR diyerek halk kitleleri ile buluşmayı önüne koyan, bunun adımlarını atan; çeşitli mekan gaspları ve devrimciler arasında şiddeti hortlatan pratikler karşısında soğukkanlılığını koruyarak sorunu kitlelere giderek çözme yönelimi içerisine girilmesi önemlidir. Ancak referandum sonrası için herkesi beklenti içerisinde olduğu karmaşa ve kaosun derinleşmesi ihtimali karşısında yeterli değildir.

Marks ve Engels’in “Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda egemen düşüncelerdir” önermesi yalnızca egemenler ve onların arkasına yedekledikleri kitleler için geçerli olduğunu düşünmek saflık olur. Komünist hareket içerisinde yaşanan kaosta da “egemen olanın egemen sınıflara ait düşünce yapısı” olduğu aşikârdır. Referandum sürecinde yoğunlaşılan hareket tarzına ek olarak bu düşünce sistemine karşı verilecek mücadeleyi keskinleştirmek, bunun komünist hareket içerisinde olan her kesim üzerindeki egemen sınıfa ait lekelerle hesaplaşmak olduğunu unutmamak gerekir.

Yaşanan süreçte Nazi faşizminin akıl hocası, felsefeci Dr. Joseph Goebbels’in ilkelerinin (ki en bilinenlerinden biri şudur: “Gerektiğinde yalan söylemekten asla kaçınmayın ve utanmayın. Nazi İmparatorluğu’nun insanları bu sayede bilinçlenecek, muhaliflerini ve ihanet şebekelerini bu yolla tasfiye edecektir.”) devrimci saflarda manipülasyon, yalan ve çarpıtma şeklinde hayat bulması bile “egemen sınıf düşüncelerinin bütün çağlarda egemen düşünceler” olduğuna bir kanıt niteliğindedir. Ancak Marks ve Engels, bu belirlemelerinin ardından egemen sınıfların bu iktidarlarına karşı verilecek son mücadelenin şimdiye kadarkilerin hepsinden “daha kesin ve daha köklü bir biçimde”, “eski toplumsal koşulları yıkmayı gerektirdiğini” de söyler.

Muaviye “dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen, o ne derse evet diyen 10 bin adamı” ile tarih olurken zulme uğrayan Ali, Fatma, Zeynep, Hasan, Hüseyin ve devamcıları onurla anıldılar. Goebbels’in milyonları örgütleyen ilkeleri doğrultusunda dünya halklarına kan kusturan, ölüm ve zulüm yağdıran Nazi ve Hitler, Bolşevikler tarafından yenilgiye uğramasının ardından bugün lanetle anılıyor ve o gün onur nişanı şeklinde taşıdıkları “faşizm” bugün lanetli bir sözcük olarak halkların zihnine kazınmış durumda, ki egemenler bile bu kavramı “hakaret” olarak görüyor ve kullanmaktan imtina ediyorlar! AKP ve Erdoğan ise 15 yıllık iktidarlarına karşın hala istedikleri gibi bir toplum elde edemediler ve günün birinde onlar da tarihin sayfaları arasında toz zerreciğine dönüşecektir.

Yalanla, daha büyük ve en büyük yalanlarla örtünüp ve çevresine “dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen, o ne derse evet diyen 10 bin adam” dikerek egemen sınıfların düşüncelerini, düşünce sistemini; komünist hareket içerisinde egemen hale getirmeye çalışanların da sonu tarihin çöplüğü olacaktır! Yeter ki büyük yalanlarla inşa edilen ve halk kitlelerine tepede yapılan saraylardan bakan “korunaklı/geleneksel örgüt” gölgesinden çıkalım, halk kitlelerinden beslenen ve gözünü iktidarı alma mücadelesine dikmiş, sınıf savaşımını kavramış Proletarya Partisi’ne harç olalım! Yeter ki “dişi deveyi erkek deveden ayırt etme” yetimizi koruyalım! Yeter ki yeni süreci gözden yitirmeden, çekildiğimiz bataklığa gitmeme-bataklığa gidenlerin bizi çekiştirmesine izin vermeme hakkımızı kullanalım!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu