2007’den beri Agos’ta çalışan, halihazırda gazetenin kültür sanat editörlüğünü yapan Vartan Estukyan ile Ermeni dili, göç, Azerbeycan’ın saldırıları üzerine vb. birçok konuda konuştuk. Açık Radyo’da Ermenice müzik programı Jirayr’ın Walkmani’nin sunucularından biri olan Estukyan, ayrıca bir çocukluk arkadaşıyla birlikte “Asbantag” adlı podcast kanalında Batı Ermenicesi’nde program yaparak Ermeni dilinin gündelik hayatta kullanılması konusunda çalışmalarda da bulunuyor.
“Soykırımın ardından dünyanın dört bir yanına dağılan Ermeniler her ne kadar dillerini bugüne dek korumayı başarsa da, yaşadıkları ülkelerin dili baskın diller ve Batı Ermenicesinin önüne geçiyor” değerlendirmelerinde bulunan Estukyan, Dink’in “Her Ermeni bir belgedir” sözünü hatırlatarak, “Hepimiz soykırımın birebir ispatıyız” diye ekliyor.
– Türkiye ve dünyadaki Ermenilerin var olma, kendi kültürünü yaşatma, dilini konuşma mücadelesi hakkında neler söylenebilir? Bu anlamda nasıl bir tablo söz konusu?
– Ermenileri tek bir kategori altında ele almak yanlış olur. Tıpkı dilde olduğu gibi coğrafyada da Batılı ve Doğulu Ermeniler var. Ermenistan başta olmak üzere Gürcistan ve İran’ı Doğu’ya dahil ederken Türkiye, Suriye, Lübnan, Fransa, ABD, Güney Amerika ve Avustralya’daki Ermeniler Batı’ya konumlandırabiliriz. Bu ikisi arasındaki en belirgin fark, dil. Ermenistan, İran ve Gürcistan’da Doğu Ermenicesi konuşulurken, geri kalan tüm coğrafyada yaşayan Ermenilerin anadili Batı Ermenicesi. Türkiye, özellikle de İstanbul, 1915’e kadar Batı Ermenice’nin ve Ermeni kültürünün başkenti olarak kabul ediliyordu. Soykırımın ardından dünyanın dört bir yanına dağılan Ermeniler her ne kadar dillerini bugüne dek korumayı başarsa da, yaşadıkları ülkelerin dili baskın diller ve Batı Ermenicesinin önüne geçiyor elbette. Tıpkı Türkiyeli Ermenilerin, Türkçe’yi Ermenice’den çok daha iyi konuşması, bilmesi gibi. Batı Ermenicesi, UNESCO tarafından kaybolma tehlikesi yaşayan diller statüsünde kabul ediliyor. Özellikle Avrupa’da ve ABD’de her şehirde Ermeni okulunun olmaması, çocukların bu dili öğrenmesini zorlaştırıyor. Ayrıca günümüzde İngilizce, Fransızca, İspanyolca gibi tüm dünyada kabul gören diller varken Ermenice sadece belli hassasiyetleri olan aileler tarafından çocuklara dayatılan bir dil konumuna geldi.
Tabii tablo bütünüyle karamsar değil. Özellikle son yıllarda Batı Ermenicesinin gençler tarafından “kurtarılmaya” çalışıldığını görüyoruz. Bu kapsamda birçok proje yapılıyor. Podcastler, atölyeler, çocuklar için animasyonlar bunlara örnek olarak verilebilir. Üstelik sevindirici olan, Türkiye’deki genç Ermeniler de Batı Ermenicesi konusunda ellerinden geldiği kadar farkındalık gösterip, bu anlamda çalışmalarda bulunuyor. Batı Ermenicesinin geçmiş başkenti her ne kadar İstanbul, Türkiye olsa da günümüz için bunu söylemek ne yazık ki doğru değil. Fransa, ABD gibi nüfusu Türkiye’dekinden çok daha yoğun olan Ermeni toplumları, Batı Ermenicesini ve kültürünü sürdürmek son duraklar. Çünkü belirtmem gerekir ki; Türkiye’de her ne kadar inatla ülkede kalmaya devam eden Ermeniler varolsa da, genç nüfus hızla Batı’ya göç ediyor.
Doğu Ermenicesiyle ilgili bir sorundan bahsetmemiz pek mümkün değil. Bunun en önemli nedeni, Doğu Ermenicesinin halihazırda bir devletin resmî dili olması. Ermenistan var olduğu müddetçe Doğu Ermenicesi varlığını sürdürmeye devam edecek.
“Mühim olan Hrant Dink’i sadece kişiliği için değil ideolojisi için de anmak!”
– Hrant Dink anmaları, Türkiye’de oldukça kitlesel geçiyor ancak bunun dışında soykırım farklı biçimlerde ve farklı uluslara dönük devam ediyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
– Hrant Dink cinayetinde bana kalsa insanların gözden kaçırdığı bir detay var. Toplum, Dink’i, söyledikleri yüzünden, gündüz vakti, çalıştığı kurumun önünde, tabanı delik ayakkabı giydiği gün, güvercin tedirginliği yaşarken öldürüldüğünü düşünüyor ama onun ne söylediğini, güvercin tedirginliğini neden hissettiğini çoğu insan ne yazık ki sorgulamıyor.
Her 19 Ocak’ta anmalara katılan birçok kişi Dink’i anarken, halen soykırımın varlığını inkâr ediyor. Çok uzağa gitmeyelim, kimse Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’da 2020-23 arasında Ermenilere saldırısı konusunda çıt çıkarmıyor. Herkes suspus. Halbuki Hrant Dink yaşasaydı bu konuda da birçoklarının hoşuna gitmeyecek düşüncelere sahip olacak, yazılar yazacaktı. Mühim olan Hrant Dink’i sadece kişiliği için değil, aynı zamanda ideolojisi için de anmak.
“Her Ermeni bir belgedir”
– Türkiye’den birçok kişi, hangi ulustan olursa olsun, ülkeyi terk ediyor. Bunu nasıl değerlendirmek gerekir? Ermenilerin kendi toprağını terk etmesi açısından nasıl bir tablo açığa çıkarıyor bu göç?
– Türkiye’den göç etmek son derece anlamlı geliyor bana. Bir kere ülkede çoğunluk olan Sünni Türklerin göç ettiği bir yerde Kürt’ün, Ermeni’nin, Alevi’nin veya kalan herkesin Türkiye’yi terk etmesi kadar normal bir şey olamaz. Artık kimse bu ülkede yakın zamanda bir şeylerin değişeceğine dair umut beslemiyor. Türkler beslemiyor, azınlıklar nasıl beslesin? Elbette umudu diri tutmak, ümitvar olmak gerekiyor fakat bu göçü bir yıpranma payı olarak görüyorum ben. Kendimden örnek verecek olursam, 20 milyonluk bir beton şehirden sonra en çok ihtiyaç duyduğum şey basit bir yeşil alan ve salt bu yeşil alan ihtiyacından ötürü Türkiye’de yaşayamayacağımı düşünüyorum. Şehir size oksijen vaat etmiyor ki eşit bir yaşam vaat etsin.
Ermeniler kendi topraklarını 1915’ten beri terk ediyor. Zorunlulukla başlayan bu süreç artık bir ihtiyaç haline geldi ne yazık ki. 1915’ten sonra İstanbul’da merkezileşen Ermeni toplumu, 1970’lerden itibaren hemen her yıl nüfusunda azalma yaşıyor ve insanlar yaşamlarını yurtdışında sürdürmeyi seçiyor. Türkiye’de sürekli geçmişini kanıtlamaya çalışmaktan yorulmuş bir toplumdan bahsediyoruz. Dile kolay, her ailede soykırımdan etkilenen bir büyük var ancak sokağa çıktığınız anda böyle bir şey hiç yaşanmamış gibi bir muameleyle karşılaşıyorsunuz. Hrant Dink’in dediği gibi “Her Ermeni bir belgedir”. Hepimiz soykırımın birebir ispatıyız. Fakat artık bunu ispat etmeye çalışmaktan yorulduk. En azından kendim için bunu söyleyebilirim. Benim ailem soykırımı ispat etmeye çalışıyordu, onların ailesi keza öyle. Zaten onların ailesi soykırımın bizzat tanığıydı. Bugün ben de birilerine bunu kanıtlamak için uğraşıyorsam artık beyhude bir çabanın içindeyim demektir. Belli ki ne bu devlet ne de toplum bu konuda ılımlı veya barışçıl, yüzleşici bir tavır takınmak istiyor. Benimle barışmak istemeyenle ben neden barışmak zorundayım? Onlar neden öldürdüklerini değil de ben öldürüldüğümü ispatlamalıyım? Tam da karşımızda beliren bu umursamazlık yüzünden umarsızız artık. Daha bugünüyle yüzleşmeye cesaret edemeyenlerin elbette geçmişiyle yüzleşmeye de niyetleri yok.
“Karabağ 5 bin yıl sonra ilk kez Ermenilere ev sahipliği yapmıyor!”
– Ermeni devletinin işbirliği ve Azerbaycan’ın emperyalistlerle birlikte Karabağ’da dünyanın gözü önünde yeni bir katliam yaşandı. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
– Karabağ’da yaşananlarla başlayalım. Öncelikle mevcut Ermenistan hükümeti için söylediklerinizle başlayalım. Hem sizin hem de çoğunun aksine ben, hükümetin bir toprak kaybına sebebiyet verse de, savaşı bitiren hükümet olarak anılacağını düşünüyorum. Elbette bunu, Azerbaycan’ın Ermenistan’ı da işgal etmeye cüret etmediği bir senaryoda söylüyorum. Hatırlatmak gerekir ki, gözü dönmüş Aliyev önderliğindeki Azerbaycan, Karabağ’daki toprakları Ermenilerden almak için Türkiye’den cihatçı takviyesi alacak kadar aşağılık bir siyaset güttü o dönem. Burada bir eleştiri de HDP ve Kürt entelektüellerine yöneltmek istiyorum. Rojava’da cihatçıların YPG’ye saldırılarını -doğal olarak- her fırsatta dile getiren, Türkiye’nin cihatçılarla işbirliği yapmasını eleştirenlerin söz konusu Ermeniler olunca ağzından tek kelime çıkmamasını ben bugün hala unutmuyorum. Bir avuç Türkiyeli Ermeni dışında Türkiye’den Azerbaycan’ın saldırılarına yönelik doğru düzgün tek bir açıklama gelmedi. Öyle ki, yazarlar, gazeteciler Azerbaycan tarafından Karabağlı Ermenilere yönelik uygulanan ve halkın dış dünyayla bağını tümüyle koparan blokajın ancak ve ancak sekizinci ayında, onda da bana kalırsa cılız bir açıklama yayınlamışlardı. Sözün özü, Karabağ 5 bin yıl sonra ilk kez Ermenilere ev sahipliği yapmıyor ve bunda baş aktör Aliyev önderliğindeki Azerbaycan ve Erdoğan başkanlığındaki Türkiye olsa da, Türkiye kamuoyu da sessizliğiyle dilsiz şeytanı oynayarak Ermenilerin yaşadıklarına kayıtsız kalmıştır.
– Ermeniler, Ortadoğu coğrafyasında çeşitli biçimlerde örgütlenmeye gidiyor ve dilini öğrenerek mevcut asimilasyonu kırmaya çalışıyor. Bunu nasıl değerlendirmek gerek sizce?
– Ermenilerin Ortadoğu’da örgütlenmesine dair bir bilgim olmadığı için bu konuda yorum yapmam doğru olmayacaktır. Ancak şunu söyleyebilirim ki, Suriye’deki savaşından ardından oradaki birçok Ermeni hemen herkes gibi ülkeyi terk etti. Ki Suriye, Lübnan’la birlikte Ermeni kültürünün ve Ermenice’nin en önemli kaleleri arasında yer alıyordu. Suriye’yle birlikte Lübnan’daki Ermeni nüfusu da çeşitli ve geçerli sebeplerden ötürü bölgeyi terk ediyor. Yine aynı yere geleceğim maalesef ama Batı Ermenicesinin ve Ermeni kültürünün yakın gelecekteki merkezleri bu coğrafyalarda değil, anayurtlarından çok daha uzaklarda, hatta okyanusaşırı ülkelerde olacak.