Güney İran’ın Shush kentinde bağımsız Haft-Tappeh Şeker işçilerinin militan grevi 8 Ağustos’ta 55. gününe girdi ve İran’daki işçi hareketlerinin tarihindeki en uzun grev olarak devam edecek.
Yaklaşık 5.000 kişiyi istihdam eden Şeker fabrikasının militan grevcileri, geçmişte protestoları nedeniyle işten atılan militanların geri ödemelerini, sigortaların iade edilmesini, tüm siyasi tutukluların özgürlüğünü ve işe dönmelerini talep ediyor.
Ancak yaklaşık iki ay önce koronavirüsün yayılmasının ortasında grevlerine başlayan bağımsız Haft-Tappeh işçilerinin en çarpıcı talebi, hükümet tarafından özelleştirmelere son verilmesi. Bir hafta önce, ana rafinerilerden petrol işçileri ve petrokimya işçileri de hakları için greve katıldı. Şu anda, işçilerin sektörlerde ve coğrafi bölgelerde yaklaşık 40 tane grevi var.
Bu gelişmeleri daha iyi anlamamıza yardımcı olmak için, iki yıl önce Haft Tappeh şeker işçileriyle benzer bir grevi başlatan Ahvaz çelik endüstrisinden militan işçi faaliyetçisi Meysam Al Mehdi ile söyleşi gerçekleştirdik.
Kendisi rejim tarafından tutuklandı, hapsedildi ve ardından grevi düzenlediği için işten çıkarıldı. Kendisi halen yurtdışında yaşıyor.
Sayın Meysam Al Mehdi, hoş geldiniz. Bundan 40 yıl önce Şubat 1979’da iktidara gelen İran’daki teokratik rejim, baskıcı doğası ile iktidara geldi. Kısa bir süre sonra sistematik olarak uygulanan anti-demokratik ve işçi karşıtı politikası ile işçilerin, kentli yoksulların, kadınların, ulusal azınlıkların, öğrencilerin ve ilerici siyasi örgütlerin tüm adil mücadeleleri ve protestolarıyla başa çıkmada karanlık bir sicile sahip olduğu konusuna ise Avrupa’daki Türkiyeli göçmenler ile gazetemizin Türkiye’deki okurları tanıktır.
Bu girişle, İran’daki bağımsız işçi mücadelesinin mevcut yükselişinin köklerine ilişkin görüşlerinizi açıklayabilir misiniz?
M: İran’daki ayaklanmaların ve protestoların diğer yerlerdeki diğer popüler protestolardan doğası gereği hiçbir farkı yok. Dünyanın her yerinde de işçilerin protestoları ve ayaklanmaları esasen aynıdır.
Topluma empoze edilen ekonomik koşulların, açlığın ve yoksulluğun ürünleridir. Bu koşullar kendiliğinden hareketlere yol açar ve ezilenleri maruz kaldıkları yıkıcı koşullardan kurtulmak için örgütlenmeye ve harekete geçmeye zorlar.
İran’da koşullar özellikle şiddetli ve acımasız. İran’da, herhangi bir ortak değer hissine sahip olmayan ve özellikle baskı dışında herhangi bir kavramı tanımayan vahşi İslami kapitalist rejim iktidarda.
Ayrıca birçok infazı içeren uzun bir acımasız baskı döneminin ardından bugün kendine gelen, uzun militan geçmişe sahip bir işçi hareketimiz var. Son 5-6 yılda yeniden canlanan işçi hareketi, özellikle yıkıcı ekonomik koşullarda daha militan yöntem ve taktiklerle sahneye çıkmayı başardı. Ancak bu sefer, devletin, şirket yönetiminin ve şehir yetkililerinin beceriksizliğini ortaya çıkaran somut ve açık talepleri formüle etme konusunda oldukça yeteneklidir.
Bugün işçiler bağımsız örgütler kurma fikri ile yeniden ortaya çıktılar ve kendi özgür kurumlarını örgütlemek istiyorlar. Bu temel taleple karşılaşan devletin tepkisi baskıdan başka bir şey değildir.
Ancak, her geçen gün daha çok militan grev eylemlerine ülke çapında katılmakta olan bugünün işçi hareketi, büyüme için büyük potansiyele sahip ve tüm ülke için özgürlük ve eşitlik bayrağını yükseltebilir.
Önceden çalıştığım fabrikada ve bugün çoğu şirkette grevlerin normal grevler olmadığını söyleyebiliriz. İşçiler bu grevlere tam kontrol ve bilinçle giriyor. Fabrika içinde genel toplantı yapan ve çok sayıda konuşmacı ve temsilci kullanmak dahil çeşitli taktikler uygulayan komiteler oluştutuyorlar. Bu, rejimin baskıcı tepkisine hazırlanmak içindir.
Örnek olarak yakın zamanda gerçekleşen güçlü grevin ardından rejim, grev başladıktan 3 gün sonra grevi sona erdirmek için 41 öncü işçiyi tutuklamak zorunda kaldı. Ama gördüğünüz şey, grevin sadece devam etmeyip diğer büyük şirketlere doğru genişledi. Tüm sektörlerde büyüyen ve birbiri ardına grev yapan işçi sınıfı arasında gelişen grev kültürü var.
Petrokimya ve petrol şirketleri belediye işçileri bile devreye giriyor ve bu, İran’daki işçi hareketi için büyük bir başarı olarak kabul edilebilir.
Burada, tüm grevler için bir buluşma noktası olan İran’daki tüm özelleştirmelerin sona erdirilmesi çağrısı konusunu ele almak önemlidir. Özelleştirme ve deregülasyon politikaları esasen emek karşıtı politikalardır.
(Editörün Notu: İran’da 1988’de Irak’la savaşın sona ermesinden hemen sonra özelleştirme süreci başladı. Ancak petrol endüstrisi gibi büyük şirketlerin özelleştirilmesi ve parçalanmasıyla 7-8 yıl içinde tamamen yeni seviyeye ulaştı. Ama özellikle İran’da bu oldukça baskıcı ve yozlaşmış bir sistemde uygulanan bir politikadır.
Bu şirketler ya Devrim Muhafızları’na [İslami Muhafızlar Birliği] ya da iktidarda olanların akrabalarına ve aile üyelerine teslim edilir.)
Özelleştirmeye karşı mücadele o kadar basit değil. Esasen İran’da iktidardaki tüm sisteme karşı bir mücadeledir. İşçilerin üstlendiği bir savaş. İşçiler, kime karşı savaştıklarını biliyorlar ve her türlü kazanma umuduna da sahiptirler.
İran’da son iki yıldır yaşanan protestolara yönelik saldırıyı meşrulaştırmak için protestoların arkasında ABD ve yabancı güçlerin olduğu iddia edilerek rejim tarafından eylemlere saldırıldı ve şiddetle bastırıldı.
Eylemlere katılanların birçoğu tutuklandı ve hapsedildi ve bazıları idam edildi.
Kasım 2019’da ülke genelinde 190 şehre yayılan çok daha büyük protestoların ardından 10.000’den fazla kişi tutuklandı. Kasım 2019’da protestolara katılmakla suçlanan 3 gencin Türkiye’deki yetkililer tarafından İran’daki rejime teslim edildiğini ve infaz kararlarının İran’daki yargı tarafından onaylandığını biliyoruz. Rejimin mevcut işçi mücadelelerine karşı tavrı nedir?
M: Bağımlılık ve dış güçlerle bağlantı suçlaması, sizi daha kolay etiketleyebilmeleri için İran coğrafyasının neresinde olduğunuza bağlı olarak uygulanıyor. İran’ın güneyinde yaşıyorsanız, sizi Arap ülkeleriyle bağlantılı olmakla suçluyorlar.
Kürdistan coğrafyasında ise halk hareketini bastırmak için şu ya da bu ülke olduğu farketmeksizin her yerin damgası size yapıştırılır. Kendi bağımlılıklarından ve Rusya veya Çin ile bağlarından asla bahsetmezler.
İran’da İslam kisvesi altında bir kişi sadece bir fikir veya inanç için idam ediliyor. Her zaman halka karşı bu tür suçlamaları kullanırlar. Gerçek şu ki, bu protestoların bu ülkelerle hiçbir bağlantısı veya bağımlılığı yok.
İran’da bu protesto ve grevleri; en fazla ezilenler, en yoksullar ve sistem altında en çok zarar görenlerin yaptığını herkes bilir. Hiç kimse bu ayaklanmaların, grevlerin ve hareketlerin herhangi bir ülkeyle bağlantılı olduğunu iddia edemez. Rejime karşı grev veya ayaklanma silahını kullanma seçeneği olmayan ezilenler onlar.
ABD’ye veya başka herhangi bir zalime karşı koymak için kullanacakları silahın aynısı. Sokaklara döktükleri vahşi sömürüye ve yoksulluğa karşı savaşan insanlar için hiçbir fark yaratmıyor.
Açıkçası baskı o kadar şiddetli ve öyle bir aşamaya geldi ki yaşadığım Ahvaz şehrinde her gün mahallenizde bir gencin tutuklanıp idam edilmesi kesinlikle normal, sıradan karşılanıyor.
İnsanlar her zaman, belki gece eve gittiklerinde, kaçırılabileceklerinden veya belki tutuklanacaklarından ya da işyerlerinden alınacaklarından endişe duyarlar. İran’ın neresinde yaşıyor olursanız olun, diliniz, kıyafetleriniz, faaliyetleriniz bunlardan herhangi biri sorun olabilir. Bütün bunlar rejimin bastırmaktan başka çaresi olmayan sorunlarıdır.
Şimdi birisi İran’dan kaçıp Türkiye’ye girerse yeni bir mücadele döngüsüne giriyor. Tutuklanıp İran rejimine teslim edilmezlerse, yasadışı olarak çalışmaya başlarlar ve aşırı sömürüye maruz kalırlar.
Solcu siyasi aktivist biri için durum daha da kötü, bu kesime yönelik baskıcı koşullar, Türkiye’nin sol aktivistlerine yapılan kadar kötü. Türkiye ve İran’da kurulan bu teokratik İslami sistemler, halklar için yağma ve katliam anlamına gelmektedir. Bu ülkeleri halk için büyük bir hapishaneye dönüştürdüler.
Ülke çapında 190 şehre yayılan Kasım 2019 halk ayaklanmalarına gelince, tüm dünya bu militan mücadeleleri ve ardından gelen baskıyı gördü. Ancak bazıları gözlerini kapadı ve görmezden gelmeye karar verdi. İran’daki İslami rejimin anti-emperyalist sloganları birçok kişiyi kandırdı. İran’daki rejim, anti-emperyalist bir rejim olmaktan uzaktır ve bu emperyalist sistemin bir parçasıdır.
Ortadoğu’da neler olduğuna bir bakın. İran’da rejim, eğer emperyalizme hizmet ediyor ise emperyalistler İran’daki rejimi destekliyor. ABD’nin işgalinden sonra Irak’ın İran’a nasıl teslim edildiğine bir bakın, İran rejimi istediğini yapıyor. Rejimin halk karşıtı politikaları sadece İran’ın içinde sınırlı değil.
Türkiye ile el ele ve Kürtleri, Arapları ve bölgedeki diğer ezilenleri bastırdıkları emperyalist güçlerle de sınırlı değil.
Şimdi soru, böyle bir rejimin neden bugün işçi hareketiyle geçmişte olduğu gibi diğer mücadelelerle aynı şekilde başa çıkamamasıdır. Aşırı yoksulluk ve açlık nedeniyle ortaya çıkan popüler kendiliğinden hareketler, genellikle bir olay veya sosyal bir mesele tarafından tetiklenir.
Halk sokaklara çıkıyor ve protestolar hızla yayılıyor. Bu her zaman bastırıldı. Böyle durumlarda rejim, interneti ve diğer iletişim sistemlerini kapatıp ardından vahşi bir terör saltanatı başlatma ve hareketi bastırma modelini izler.
Bununla birlikte, işçi hareketi oldukça farklı ve daha örgütlü. Çünkü bir fabrikada çalışmak, özgür bağımsız örgütler kurma hakkından mahrum olsanız bile, işçilerin bilinçli veya bilinçsiz, her zaman açık rolleri olan bir düzeni ve disiplini vardır.
Kendilerini hızla organize edebilirler. Geçmişte rejim, Ahvaz, Haft Tappeh’de işçi aktivistlerini tutuklamak, işkence etmek ve hapsetmek için baskıcı yöntemler kullansa da, bugün aynı şeyi yapamayacağını görüyoruz.
Bunun nedeni, işçi hareketinin rejimin kullandığı çeşitli yöntemlerin çok daha farkında olması ve daha geniş bir taktik yelpazesi kullanması ve tepkilerini hızlı, yaratıcı bir şekilde değiştirmesidir. Bu grev ve işçi hareketi şimdi büyüyor ve dünya kamuoyunun dikkatini çekiyor.
Mücadele sonucu Haft-Tappeh şeker fabrikasının satışında yolsuzluğun açığa çıkmasının iktidardakiler için skandal bir yolsuzluk düzeyini ortaya çıkardığını ve Haft-Tappeh şirket sahibinin şu anda yargılandığını da belirtmek gerekir.
Rejimin geçmişte olduğu gibi bugün de işçi mücadelesiyle “baş edebilmesi” neredeyse imkansızdır.
Mevcut hareketin ilerlemesi için beklentileriniz ve özlemleriniz nelerdir ve bugün işçi hareketinin karşı karşıya olduğu zorluklar nelerdir?
M: Çok fazla ümidim var ama bunları gözlerim kapalı hayal etmiyorum. Bu umutları ve özlemleri gerçekleştirmenin tek yolunun mücadeleye devam etmek olduğunu biliyoruz. İşçi hareketinin de grev silahını kullanmaktan başka yolu yoktur.
İran coğrafyasında bu grevlerin, greve katıldıktan sonra nasıl yayıldığını ve eşlik ettiğini görebilirsiniz. Umudum, gelecekte işçi hareketinin daha organize olması ve eşitlik ve özgürlük talebinin toplumumuzun geri kalanına yayılmasıdır.
İşçinin özgürlüğünü tüm insanlığın özgürlüğü olarak görüyorum. Her insanın kendi dilinde konuşabileceği, görüş ve duygularını ifade edebileceği bir özgürlük.
İran içinde büyüyen işçi hareketinin aynı zamanda yerel bir fabrika, şehir ya da ülke ile sınırlı kalmayıp Türkiye, Irak, Filistin’deki yoldaşlarımıza ulaşıp tek sesle konuşmak, büyük bir enternasyonalist mücadeleyi ilerletmek için dünyanın her yerinde deneyimlerimizi paylaşmamızı ve birbirimizden öğrenmemizi sağlar.
Mücadelemizin zaferden ve her yerde eşitliğin tesis edilmesinden başka bir geleceği olmadığına eminim.
Son olarak, grevci işçilere ve İran’daki adil mücadelelerine gazetemize dayanışmamızı ve desteğimizi ifade edebilir miyiz? Halk için mesajınız varsa, lütfen bize bildirin. Yakında daha kapsamlı bir görüşme yapmayı umuyoruz.
M: Yoldaşlar, Türkçe, Farsça, Arapça ve diğer birçok farklı dilde konuşuyor ve iletişim kuruyoruz ama aynı zamanda önemli bir ortak dilimiz var ve bu, hepimizi birleştiren ve bir araya getiren mücadele dilidir.