Bursa Orhangazi’de kurulu Cargill fabrikasında çalışan 14 işçi, sendika düşmanlığı sonucunda işten atılmışlardı. İşten atılmalarının ardından direnişe başlayan işçiler, işe geri dönme talebiyle işten atıldıkları fabrika önünde oturma eylemi yapıyorlardı. Direnişlerinde 860 günü aşan işçiler, halen Cargill Genel Merkezi’nin bulunduğu İstanbul Ataşehir’de bulunan Palladium Tower önündeki direniş alanında bulunuyor. Biz de Özgür Gelecek gazetesi olarak direniş alanını ziyaret ederek sürece dair söyleşi gerçekleştirdik.
Cargill’den atılan işçilerden Abdullah Saraç ve Yücel Özkan, kendileri için işe geri dönmek dışında bir seçenek bulunmadığını ve bunu gerçekleştirene kadar da direnişi sürdüreceklerini vurguladılar. Palladium Tower önündeki direniş alanında ilk olarak Abdullah Saraç ile konuştuk. Saraç Cargill’de 8 yıl boyunca operatör olarak çalıştığını söyledi. Son zamanlarında başta maaşların yatırılması konusunda olmak üzere birçok sorun yaşadıklarını, bunun neticesinde de sendikalaştıklarını belirten Saraç, şunları ifade etti:
“Yıllarca çalıştığım yerde maaşlar ile ilgili sorunlar çıkmaya başladı. Bunun neticesinde sendikalaştık, örgütlenmeye başladık. Bir süre sonra yeterli sayıyı da yakalamış olduk. Yeterli sayıyı yakaladıktan sonra sendika olarak yetki başvurusunda bulunduk. Ancak daha sonra Cargill, bu yetki başvurusuna itiraz edip İstanbul’da genel merkezdeki ofisi de listeye dahil etmek istedi ve bakanlık bunu onadı. Biz de yeterli sayıya ulaşabilmek için devam ettik. Fakat işveren işin sonunda kazanacağımızı öngördüğü için klasik hamle olarak işten çıkartmayı seçti. Böylece14 arkadaşımızın işi feshedildi.”
Sürecin devamında mahkemeye başvurduklarını, ancak onun da 2 yıl sürdüğünü anlatan Saraç, direnişi tercih ettiklerini vurguladı:
“Biz işimizi geri alıp sendikalı olarak aynı işyerinde çalışmak ve aynı haksızlığa diğer fabrikadaki işçi arkadaşlarımız uğradığında onlarında direnişi sürdürmesi için mücadele ediyoruz. Eğer içerideki işçi arkadaşlarımız böyle bir şeyi tercih etselerdi, Türkiye çapında bir işçi hareketlenmesi olabilirdi. Biz direnişe başlatırken hiçbir zaman ‘bu süreç nasıl ilerler, kaç gün sürer?’ diye düşünmedik. Tabii ilk ‘100 gün oldu, 300 gün oldu, 500 gün oldu’ diye sayıyorduk. Ama şu an gerçekten sayılara takılmıyoruz. Bu mücadeleyi bir maraton olarak görmek gerekiyor. Maratonda koşmaya çıktığınız zaman, sizin için önemli olan bitiş çizgisidir. Yani hiçbir zaman ‘Bitişe şu kadar kaldı, bırakalım’ diye düşünmedik.”
Direnişlerine pandemi arasının ardından tekrar başladıklarını hatırlattık. Pandemi sürecinde de Cargill patronları tazminatların verildiği, sorunun çözüldüğü benzeri açıklamalar yapmıştı. Hedef saptıran bu açıklamalara karşı ise Saraç şunları söyledi:
“Biz mahkeme kararlarını elimize aldığımızda eylemlere zaten başlamıştık. Ancak dünyayı kasıp kavuran pandemi başladı. İnsanların pandemiyle boğuştuğu süreçte bizim bu süreci devam ettirmemiz hoş olmazdı. Bu nedenle pandeminin kontrol edilmesini, yasakların kalkmasını bekledik. Ama bu durumu işveren, işçilere “direnen arkadaşlarınız paralarını aldılar ve direnişi bıraktılar, geri çekildiler” diye yansıttı. Ama böyle değil, biz sadece ara verdik. Yasakların bitimiyle birlikte direnişe de devam ettik.”
“Cargill mücadelesi başarıya ulaştığında, işçi sınıfının tarihine altın harflerle yazılacak bir direniş olacak”
Direniş süreci boyunca polis ve jandarmanın baskılarının da sürekli olduğunu vurgulayan Saraç, her türlü baskı ve yasaklamalara karşın direnişi sürdürdüklerini söyledi:
“Direnişi sürdürdüğümüz ilk yer Orhangazi fabrikasındaki servislerin ve yöneticilerin araçlarının bulunduğu otoparkın önü oldu. Tabii yine jandarma karşımıza geldi. Türlü türlü baskılar oldu. ‘Burada oturamazsınız, yan tarafta oturun’ diyerek engellemeye çalıştılar. Biz zaten 850 gün yan tarafta oturduk. Keza İstanbul’a geldiğimizde Palladium Tower’da da yan taraflarda oturduk, ama umursanmadı. Onlara daha yakın olarak kararlılığımızı göstermek istedik. Bu yöntemi fabrikada yaptığımızda jandarmayla birlikte işveren avukatı geldi. ‘Biz oturacağız, kararlıyız, yapman gerekeni yap’ dediğimizde müdahale olmadı. 1 hafta fabrikanın önünde sadece araç giriş çıkışını kapattık. Ancak çalışanlar ve yöneticiler rahatlıkla yanımızdan yürüyerek işyerine girebildiler, yaya girişine kapatmadık.”
Bursa Orhangazi’nin ardından direnişlerini İstanbul’a taşıyan işçilere yönelik baskı ve yasaklar burada da devam etti. Saraç Cargill Genel Merkezi’nin önündeki direnişi de şu sözlerle anlattı:
“Tek istediğimiz ne kadar kararlı olduğumuzu göstermekti. Şu anda kapının önünde yatıp kalkıyoruz. Burada yiyip içiyoruz ve ‘bu ne kadar sürecek?’ diye düşünmüyoruz. Çok zor süreçten geçiyoruz. Kartonun üstünde yatıyoruz, sırtımız, belimiz ağrıyor. Abartısız en az 20 kere uyanıyoruz. Dün sabah 6 gibi yağmurla uyandık. Uykumuzu almak zorundayız, alamazsak gündüzleri bitap düşüyoruz. Önümüzde bir eylem planı var. Aşağı yukarı her hafta 10 Cargill müşterisinden birine giderek basın açıklaması gerçekleştireceğiz. Bu da yaklaşık 2.5 aya denk geliyor. Bu 2.5 ayın devamı da olacak. Özetle uzun bir süreç olacak. Ağır bedeller ödüyoruz. Ama hangi amaçla yapılırsa yapılsın, dünyanın neresinde olursa olsun, hiçbir savaş bedel ödenmeden kazanılmaz. Biz bunu ilk yola çıktığımızda da biliyorduk. Mahkemelerde kazandığımıza göre, burada da gerekirse bedel ödeyip kazanmaya hazırız. ‘Paramızı aldık, direnmek zor geldi, üşüdük’ diye düşünmüyoruz. Önümüze çıkan her engeli yıkıp hedefimize ulaşacağız.”
Konuştuğumuz diğer işçi de Yücel Özkan. Özkan da Cargill’de 9 yıl boyunca çalışmış. Tek Gıda-İş örgütlenmesinin ardından ‘küçülme’ bahanesiyle işten atıldıklarını söyleyen Özkan, direnişlerine dair şunları söyledi:
“Firma işçileri kararlı gördüğü için ve bunun önüne geçemeyeceğini bildiği için bizi işten çıkardı. Tabii o zamanlarda şeker fabrikalarının satılması ve nişasta bazlı şeker kotasının düşmesi firmanın bu konuda ekmeğine yağ sürdü. Ama şöyle bir hataya düştüler; pazarlama her yılın eylül ayında belirlenir, lakin biz çıkartıldığımızda nisan ayıydı. Böylece ‘küçülme’ bahanesinin yalan olduğu ortaya çıktı. Bunun başka bir tarifi yok. Çıkarılan işçilere baktığımız zaman hem şimdi hem de daha önce sendika çalışması yürüten öncü işçilerdi.”
İşten çıkarıldıkları 17 Nisan 2018 tarihinde bir toplantı yaptıklarını ve Tek Gıda-İş Örgütlenme Uzmanı Suat Karlıkaya ile direnişe karar verdiklerini anlatan Özkan’a direnişe dair kendisinin ne düşündüğünü sorduk. Özkan da şunları söyledi:
“İşten çıkartıldığımız günün akşamı bir mahalle kahvehanesinde, örgütlenme uzmanımız Suat Karlıkaya’yla beraber toplandık. O bize iki seçenek sundu: ‘Ya biz sizin davalarınızı açalım, bu süre zarfında çalışmaya devam edin ya da gelin bu mücadeleye hep birlikte omuz verip zaferle sonuçlandıralım.’ Biz başka fabrikalarda çalışsaydık, yıllar geçtikten sonra yine buradaki gibi sıkıntılar yaşayacaktık. Kaybettiğimiz işimizi tekrar geri almak en doğru olanıydı. Tabii 850 günü geçti. Uzun zaman oldu. Yılgınlık yaşadığımız zamanlar da oldu, dimdik durduğumuz zamanlar da oldu. Ama aslolan direnişi sürdürüp, zaferle taçlandırmaktır.”
Son olarak açıkladıkları 10 haftalık eylem takvimlerini ve gelecek sürece dair ne düşündüğünü soruyoruz. Özkan da sözlerini şöyle tamamlıyor:
“Eylem takviminde belirlenen tüm adreslere gideceğiz. Herhangi bir geri dönüş olmadığı takdirde, bu sefer de bu firmaların önünde oturacağız. Pandemi sürecinde patron işçilere, ‘Direnen arkadaşların mahkemede paralarını aldılar ve direnişi bıraktılar, geri çekildiler” demiş. Halbuki biraz düşünselerdi, bizim 700-800 gün direndiğimizi, üç kuruş paraya tamah etmeyeceğimizi bilirlerdi. Kimimizin eşi hamile, kimisi ise ailesini bırakıp buraya geldi. Benim de Bursa’da hastam var. Ama hepimiz bir şeylerden feragat etmeyi tercih ettik. Cargill mücadelesi başarıya ulaştığında, işçi sınıfının tarihine altın harflerle yazılacak bir direniş olacak”