Antakya’da büyük bir deprem yaşandı. Arka arkaya aslında iki tane deprem yaşandı. Yani büyük bir yıkım. Tarihte eşine az rastlanır bir yıkım yaşandı. Bölgeden bir insan olarak Antakya’nın mevcut durumu, depremin etkilerine dair ne düşünüyorsunuz? Gözlemleriniz yaşadıklarınız neler?
-Tabii ki herkes için büyük bir şoktu. Kimse böylesi bir şey beklemiyordu da yıllardır bu tip şeyler yaşanmadı, Antakya’mızda da 250 yılda bir galiba belki 300 yılda bir yaşanan bir şeydi. Ciddi anlamda büyük bir kaos yaşandı her şekliyle. Beklentiler karşılanmadı, devletten beklenen yardım gelmedi. Çok geç müdahale edildi. Müdahale etmek isteyen arkadaşların büyük bir oranı engellendi. Yardımlar zar zor yetişti. Bu anlamda bilmiyorum yani daha fazla ne demeli. Nasıl altından kalkılır? Böyle bir şeyin kendisi ancak ulusal bir dayanışmayla atlatılabilirdi ve ciddi anlamda yetti mi diyelim ama gönüllü arkadaşların çabasıyla ciddi anlamda bunun bir şekilde üstesinden gelinme, halkın acıları, yaraları sarılmaya çalışıldı. Biz dar bir alanda yaşıyoruz…
– Buraya girmeden ben şunu sormak istiyorum şimdi kamuoyunda yoğun tartışmalar var. Resmi kaynakların yaptığı açıklamalar birbiriyle çelişiyor. Örneğin Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı, kentin yüzde seksenini yeniden yapmak zorunda kalacağız diyor ama resmi rakamlar on ilde 40 bin civarında insanın öldüğü şeklinde. Bir kere onu aslında bölgede yaşayan bir insan olarak netleştirmek lazım. Yani Antakya’da yıkımın boyutu ne ve gerçekten devlet burada yapabileceklerini yaptı diyebilir miyiz?
Kesinlikle öyle bir şey karşılanmadı. Bizim de beklentimiz o yönlüydü en azından. Büyük bir hayal kırıklığı yaşandı. Bu denli büyük ölçekte olan bir deprem olmamış gibi hareket edilmesi, devlet tarafından ciddi anlamda hiç hareket edilmemesi büyük bir hayal kırıklığı yarattı. İlk iki gün hiç müdahale yok. Üçüncü gün ciddi anlamda yine müdahale yok. Ondan sonra gelen AFAD ekipleri, devlet destekli çalışan AFAD mı bilmem kim mi yeterince hiçbir şekilde, bırak yeterinceyi, istisnai yerlerde bulabiliyorduk yani. Bu anlamda büyük bir hayal kırıklığı yaratıldı. Şey deniyor efendim, televizyona bakıyoruz. İşte otuz, kırk bin ölü sayısı gösteriliyor.
Bu resmi olan mı? Yoksa tüm kaybın kendisi mi? Tam anlamadık ama bugün ilk günde arkadaşların sadece Defne’de ilk günde çıkarılan ceset sayısı, büyük bir çalışma olmaksızın çıkarılan ceset sayısı binlerken. Bakıyoruz şimdi Türkiye’de şu ana kadar kayıp sayısı 30-40 bin gösteriliyor. Oysa bizim Antakya’da sadece bunun iki mislisi olduğunu düşünüyoruz. Hatta iki misliden çok daha fazlası da olabilir çünkü çok yere bakıyorsun olduğu gibi mahallenin kendisi silinmiş, yok olmuş.
Bu kadar yıkım olduğu zaman ve müdahale edilmediği zaman bu insanlar ya kendi çok özel insanlar tarafından veya gönüllü mahalleli arkadaşlar tarafından kurtarıldığı zaman o zaman öteki kalan insanlarımız nerede? Varsa o kadar… Bugün 14. gün mesela hala burada kimse yok. Ve bakıyorsun halen bazen istisna da olsa işte efendim canlı kurtarılan oldu, canlı kurtarılabilecek insanlar varken daha, bu durumlarda devletin, iş makineleriyle alana girmesi ne kadar doğru, ne kadar mantıklı? Onu da kınıyoruz, bu iş doğru bir şey değil. Birçok insanın böyle ölüme terk edildiği ilk anda, ilk aşamada müdahale edilmemesiyle ve ondan sonra kurtarılabilecek insanların kendisi iş makineleriyle girişinden kaynaklı çok daha fazla kayıplar olduğunu, olacağını düşünüyorum.
– Mahallenin kendisine gelirsek! Mahalle de sonuçta depremden etkilendi. Her bölgenin kendi içinde özgünlükleri var. Bazı yerler daha fazla etkilendi. Bazı yerler daha az. Nihayetinde mahalle Antakya’nın tamamı gibi bir depremzede aslında. Depremzede mahallesi. Mahallede halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması konusunda nasıl bir çalışma oldu?
Tabii ki ilk aşamada şoku atlattıktan sonra, insanların beklentileri çok fazlaydı, çok daha yoğundu. Çok daha acil şeyler vardı yapılması gereken. Büyük bir kaos vardı. O kaosu nasıl atlatabilirdik. Gıda sıkıntısı, soğuk. Bizim bölgemizi ciddi anlamda tam o kadar yıkıma uğramamış olsa da; gıda anlamında, barınma, ısınma anlamında büyük bir boşluk oluştu. Gönüllü arkadaşların sağladığı ufak tefek dokunuşlar olmasaydı, insanlarımızın büyük bir oranı yani ölmese bile soğuktan ağır hastalıklar kapacaktı. Birçok alanda insanlarımız, küçüklerimiz ve büyüklerimizi, yaşlı olan insanlarımızı ve küçük olan çocuklarımızı başka bir alana göndermeseydik burada çok ciddi anlamda büyük sıkıntılara neden olabilecek şeyler yaşanırdı. Gıdaya gelince; insanlar evlerine giremiyor, çıkamıyor, tüp sıkıntısı oluşuyor, gıda sıkıntısı oluşuyor. Bunu da gönüllü arkadaşların dokunuşları olmasaydı, insanlar daha ciddi anlamda çaresiz kalacaktı. Özünde bir sevinç oluştu. Gelen gönüllü arkadaşların ciddi anlamda bir beklenti içinde olmaksızın insanlarımızın yüreklerine dokunmaya çalışması, onların yanında yer alması büyük bir şey, muhteşem bir şey oldu.
Bu arkadaşların kendisi olmasaydı, buradaki insanlarımızın acıları iki-üç kat fazla artacaktı. Devlete bakıyoruz ciddi anlamda beklediğimiz o şeyin kendisi yok ortada. Şimdi vatandaş olarak her sorumluluğumuzu yerine getirmemize rağmen. İster vergi olsun, ister başka bir şekilde olsun. İş, bizim ihtiyacımız olduğunda, bizim devlete ihtiyaç duyduğumuz zaman, devletin olmaması ki zaten çok daha farklı olmasını beklemiyorduk esasen. Ama en azından beklenti vardı genel halkın kendisinde. Tabii biz bunun böyle olabileceğini tahmin ediyorduk.
Çünkü ciddi anlamda hiç kimsenin umurunda değil burada binlerce kişi ölmüş veya ölmemiş, hiç kimsenin umurunda değil ama Ağaoğlu’nun ayağı takılsa, tökezlese hemen yardıma koşan devletin kendisi, “sıradan” halk söz konusu olduğu zaman uzaktan seyretmeyi, uzaktan bakmayı hatta o debelendiğiniz, kurtulmaya çalıştığınız şeyin kendisine bırak yardımcı olmayı adeta içine daha fazla batman için yaptığı şeyler oluşuyor. Bakıyoruz, birçok alanda talan, hırsızlık vs. varken devletin yani burada kolluk güçlerinin devreye girmemesi işte bir yeri korumaya çalışmaması var, yani özünde bekliyorduk bir taraftan bu davranış biçimini, ama insanlarımızın, gönüllü buradaki vatandaşlarımızın dışarı çıkıp nöbet tutması sonucu icabında birçok olumsuz şeyin yaşanmasının önüne geçildi.
Bilinçli bir politika olduğunu söyleyebilir miyiz? Devletin üç gün boyunca dikkate alınır bir arama kurtarma çalışması yapmaması aslında objektif olarak bu insanların enkaz altında bırakılmasını getirdi. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Tabii ki, dediğiniz gibi yani. Bu, bizim buradaki birçok vatandaşımıza nereye giderseniz gidin, ister İskenderun’a gidin ister Samandağ’ına gidin, Defne’ye gidin, Merkez’e gidin, nereye giderseniz gidin, bize bu bilinçli yapılmış bir şey gibi geliyor. Çünkü ne demek yani o kadar ağır, olağanüstü bir şey yaşanıyor ve üç gün sonra müdahale ediliyor. Bu, bilinçli olmasa öyle bir şey olabilir miydi? Üç gün sonra, üç gün sonra… Kaç insanımız kurtulabilirdi ilk aşamada müdahale edilmiş olsaydı. İlk günden, ilk sabahtan. Tamam, deprem saat 04’te oluyor. Şimdi biz inanıyor muyuz yani. Hiç yetkili kimsenin haberi bundan olmaz mı? Bu kadar büyük bir afet yaşanmış, sorumluların bundan haberi olmaz mı? Ve ilk günden, ilk saatten en azından ufak da olsa bir dokunuşlar yaşanırdı. Tamam, karayolları bozuk, havaalanı da bozuk ama helikopter yok mu? Helikopterler çalışmıyor mu?
Denizyolu çalışmıyor mu, o da mı kapandı, o da mı çok büyük hasar gördü. O da mı kullanılmaz oldu. Nasıl üç-dört gün sonra müdahale ediliyor? İlk aşamada müdahale edilmiş olsaydı, kaç insanımız kurtulacaktı. Bu kaybın yarısı olmazdı. Hatay’ın kaybı, yüzbin gibi bir şeyle ifade ediliyor. Şimdi arkadaşlar tutmuş, televizyonda nereye bakıyorsa, kime gidiyorsa, kimden öğreniyorsa otuz-kırk bin deniyor. Nasıl otuz-kırk bin! Koskocaman mahalle, mahallede kaç kişi yaşıyor?
Koskocaman mahalle, mahallede otuz-kırk bin insan yaşıyor. Mahalle olduğu gibi yaklaşık üçte ikisi yok oluyor. Çoğu enkaz altında. Yüzde sekseni bunun enkaz altında. Ve ondan sonra işte hem “isteyerek olmadı, yardım etmek istiyorduk, kurtarmak istiyorduk” ve kayıp sayısı sadece Türkiye genelinde kırk bin. Bizim mahallemizin sayısı sadece kırk bin gibi bir şey. Bugün Armutlu’yla Çekmece’ye baktığın zaman nüfus oranı kırk binden fazla. Eee buranın yaklaşık üçte ikisi yok oldu. Peki, Merkez, Antakya Merkez, Vali Göbeği’dir, Kuzey Tepesi’dir, Affan’dır, Yess’tir. Bunların çoğu yok oldu.
Şimdi sen bana desen ki; yav kardeşim, tokat patlatıyorsun bana ondan sonra sana bakıp sorduğum zaman da aslında kastım sana tokat vurmak değildi. Peki neydi? O tokadı niye bana salladın? Sineği kovalamak için mi yüzüme o tokadı patlattın? Böyle bir mantık olur mu?. Yağmanın önü açılarak işte asayiş sağlanmadığından dolayı da o kanı daha fazla da güçlendi. İnsanların dükkânları talan edildi. Nasıl talan ediliyor? Tamam, jandarma yetersiz olabilir. Polis de enkaz altında kalmış, jandarma da enkaz altında kalmış ama kardeşim komşu şehirde bir şey yok. Oradan buraya getirmek o kadar mı güç, o kadar mı zor? 2 saat bir süre değil ki Mersin’den helikopteri kaldırdığın zaman 2 saat sürmez, karayolundan gittiğin zaman 2-3 saatte Mersin’e varıyorsun. Helikopterle geldiğin zaman 2-3 saat mi kalacak? 4 saat kalsın kardeşim.
Koskocaman Antakya’da şu bölgede yaklaşık bir tane şey vardı sadece. Tamam, ondan sonra gönüllü arkadaşlar bir kısmı bireysel, bir kısmı örgütlü sosyalist güçlerin yarattığı o dayanışma gücüyle buraya ekmekler geldi ama onlar olmasaydı ne olacaktı? Kaç kişi aç kalacaktı. Şu an, bugün mü, dün mü? Birkaç saat sağlık ocağı açıldı. Birkaç yerde eczaneler belli saatlerde açıldı. Onun dışında bunları kim sağlayacaktı? Acil ilaca ihtiyaç duyan insanlar, bunu nasıl karşılayacaktı? Çok övünüyoruz, bilmem hangi çağın, bilmem hangi nerede olan ülkemizin bir anda iki gün içinde, bir gün içinde Pakistan’da olan, yaşanan bir afet sonucu orada büyük bir gururla gösterdiğimiz, bilmem ne ettiğimiz, efendim orada hemen bir çadır hastane kenti kurduk, bilmem ne yaptık. İyi de kardeşim orada Pakistan’da, Hindistan’da, bilmem nerede, Bangladeş’te, Sudan’da yapabiliyorsunuz 2 gün içinde. Antakya’da niye olmadı şu ana kadar? Hatay’da niye olmadı? Nereye gidecek bu insanlar? İnsanlarımızın çoğu soğukta, dışarıda. Dışarıda yaralıyken soğuktan ölmüştür.
Müdahale edilmemesi, ilaçsızlıktan dolayı ölmüştür, doktorsuzluktan ölmüştür. Bırak enkaz altında hemen çıkarılabilecek bu insanları. Çıkarılan insanların çoğu da bundan dolayı ölmüştür. Soğuktan ve ilaçsızlıktan. Gönüllü insanlar geliyor hastanede çalışmak için, “bekleyin” deniyor. “Bugün sizi yönlendireceğiz, ertesi gün sizi yönlendireceğiz.” Bakıyorsun yönlendirme yok. Müdahale edilecek dışarıda yaralı dolu, insanların yapacak bir iğnesi yok. Ve bunlar gönüllü. İstanbul’dan gelmiş, Ankara’dan gelmiş, bilmem nereden gelmiş. Hastanelerde gönüllü çalışacak insanlar. İğne yok iğne. Sağlıkçı bize diyor ki; “kardeşim iğne yapacağım iğne yok ortada” diyor, “ne yapacağımızı biz de şaşırdık. Niye geldik biz de bilmiyoruz.” diyor.
Kardeşim adamlar acil müdahale edilmesi gereken yerlere bir gün sonra mı gidecek? Adamlar gelmiş, devletin bir kurumu, işte sağlıkçılar olsun, bilmem kimler de olsun. Onlar bile yönlendirilmiyor. Bırak artık buraya gelen arkadaşların çoğu da aynı şekilde, sosyalist güçler olsun, gönüllü gelen hiçbir tarafa bağlı olmayan insanların kendisi de olsun. Buraya geldiği zaman engelleniyor. Gıda şeyleri de el konuluyor. Bir yerde zoraki boşaltılıyor. Ondan sonra istenen tarafa gönderiliyor. Veya belli bir partinin amblemi basılarak halka dağıtılmaya çalışılıyor. Ne kadar ahlaki bir şey bu?
Peki, daha spesifik bir örnek olarak daha küçük lokal bir örnek olarak mahallede sizin de parçası olduğunuz, örgütlenmesine katkı sunduğunuz, imkanlarınızla açtığınız bir mutfak ve burayla ilgili de bir dayanışma örneği söz konusu. Bu mutfağın, buradaki dayanışma mutfağının ve buradaki dayanışma çalışmasının mahalle halkı üzerindeki etkisine dair gözlemleriniz, mahalle halkının geri dönüşleri nasıl?
Muhteşem bir şeydi. Buradaki gelen sosyalist arkadaşlara bu anlamda çok büyük bir teşekkür sunuyoruz. Ve halkın nezdinde çok büyük bir kabul görmüştür. Bu çok büyük bir sempati topladı. Aç karnına, bir şey beklemeksizin. Ben daha önce sana ne vergi ödedim, ne para ödedim. Ne ceket verdim, ne para verdim. Bir şey vermeksizin sen İstanbul’dan gelmişsin. Burada hayatıma olumlu dokunmak için, hayatımı dönüştürmek için. Yanımda durabilmek için. Bu anlamda büyük bir sempati, büyük bir beğeni aldı. Bugün nereye gidersen git arkadaşlar çocuktan da büyükten de, herkes teşekkür ediyor. Muhteşem bir şeydi. İnsanların arasında çok büyük bir kabul gördü ve büyük bir sempati topladı.
Önümüzdeki bu yıkımın yarattığı tablonun toparlanması, insanların yeniden evlerini kurması, yaşamsal ihtiyaçlarını karşılaması, hayatın eski haline normale dönmesi epey bir zaman alacak. Buradan buna dair bir çağrı yapmak ister misiniz? Siz ne öngörüyorsunuz buna dair? Ya da ne yapmak gerekiyor, bu sürecin daha hızlı ve kolay bir şekilde atlatılabilmesi için?
-Tabiki bu anlamda, özünde bizim korkumuz, acılarımız esasen onbeş yirmi gün, bir ay sonra başlayacak görünüyor. Çünkü şu anlamda, şu aşamada işte gönüllü arkadaşların katkısıyla, yardımıyla ayakta durabildik. Bir ay sonra ne olacak? Her taraf yıkık dökük. İş imkânları, iş olanakları yok. İnsanlarımızın çoğu şimdi haftalıkla çalışırken, maaşla çalışırken şimdi birçok alanda iş imkânları da kalmadı. Bu anlamda halkın yaşamını olumlu bir yöne akıtabilmek için ne gibi çabalar içinde olacak. Daha önce olması gerektiği zaman müdahil olmayan güçler bundan sonra olumlu olması için ne değiştirilir. Ciddi anlamda öyle bir beklentimiz yok gibi. Ben daha çok şeye inanıyorum. Halkın birlikteliği olursa, beraber hareket edilse yani yıkan ne ise doğal afettir vs. bunu daha önce nasıl ki insanlarımız ayağa kaldırmışsa bu bölgeyi. Aynı şekilde beraber, birlikte hareket ederek birlikte inşa edebiliriz. Birlikte yükselebiliriz diye düşünüyorum. Başka bir yerden bir beklenti olacağına pek ihtimal vermiyorum.
-Teşekkür ederim vakit ayırdığınız için.
-Yüreğinize sağlık. Yaşamınızda, hayatınızda hep başarılar diliyorum, güzellikler diliyorum.