Çözümden ya da çözümler üretebilmekten bahsedebilmek için öncelikle sorunun asgari düzeyde de olsa doğru kavranması gibi önemli bir eşikten geçilmesi zorunludur. Sorunun doğru kavranması çözüme giden doğru yolun ve yönün tayin edilmesinde belirleyicidir. Sorun basit de olabilir, karmaşık da veya iç içe geçmiş ve zamana yayılarak kökleşmiş ve derinleşmiş ve de bütünü çok yönlü olarak olumsuz etkileyen sorunlar dizisi şeklinde çok daha karmaşık niteliklere evrilmiş de olabilir. Niteliği, düzeyi ya da özellikleri ne olursa olsun aslolan, doğru bir yöntemle sorunun tanımlanabilmesi, somutlanması, anlaşılır biçimde ortaya konulması ve çözüm dinamiklerinin bu doğru zeminde yaşam bulması için uygun yaklaşımların geliştirilebilmesidir.
Sorunun doğru kavranması kilit önemdedir. Bunun için yapıcı bir sorgulayıcılıkla doğru soruların sorulması gerekir. Soru sormak, anlamaya çalışmak bir irdeleme biçimidir. Sorunu, verili koşullar içerisinde bütün yönleri ile anlaşılabilir ve en yalın biçimde görünür hale getirebilmek bu anlayışa bağlıdır. Teorik- politik-ideolojik ve pratik tüm yönleri ile temellendirerek somutlamak ve açıklığa kavuşturmak, sorunun doğru tanımlanmasında önemli bir eşiktir.
Sorun ile tüm kavramlara açıklık getirilmesi; devrimci amaçla, düşünceyle, yönelimle ve bir bütün mücadele ile tezatlık arz eden yönlerin doğru tespit edilmesi; yanlış olarak değerlendirilen noktaların titizlikle ayıklanması; sorunla ortaya çıkan çelişkinin somutlanması gibi bir dizi temel yaklaşım esas alınmalıdır.
Gerçeği bütün yönleri ile öğrenebilme arayışı kadar sorumluluğun da kavranması ve tam da bu noktada ısrarcı olunması çok önemlidir. Sorumluluğun bilincinde olanlar, soruna vakıf olabilmek için azami çaba göstererek, çözüm olanaklarını yaratırlar. Aksi durumdakiler ise sorunun ve sorunlu halin parçası olarak kalırlar.
Sorunun kavranması sürecinde bu yaklaşımların yanı sıra şüphesiz ki teorik donanımla, politik yetkinlikle, çok yönlü pratik tecrübeyle ve ideolojik tutarlıkla ve bütün bunlarla harmanlanmış yapıcı bir olgunluk ve dirayetle, olgulara ya da olaylara bakabilme becerisini göstererek çözüm yolunu açabilecek doğru tutumun geliştirilebilmesi önemlidir. Sorun bu temelde kendine özgü nitelikleri, özgünlükleri ile ve ortaya çıktığı ortam ve dinamikleriyle birlikte, tüm yönleriyle bütünlüklü biçimde somutlanabilir ve kendini var eden düşünce çerçevesinin dışında daha ileri bir kavrayışla incelenerek tanımlanabilirse işte o vakit çözüm dinamikleri de görünür hale getirilebilinir.
Eğer, iç içe geçmiş ve bütünün üzerindeki etkileri çok yönlü olarak hissedilen bir dizi sorun söz konusuysa ve aynı zamanda pratik süreci sekteye uğratan özellikleri ile öne çıkıyorsa, bu defa da önceliğin hangi sorun ya da sorunlara verileceği önem kazanacaktır. Böylesi durumda hangi sorun ya da sorunların üzerine yoğunlaşacağı ve çözümüne öncelik verileceği yakıcı hale gelecektir. İşte böylesi anlarda sürece yön verecek olan ve öncelikli sorumluluğu bulunanların niteliği belirleyici olacaktır. Süreçteki esas ve öncelikli sorunun ne olduğu ve kolektif iradenin de belirlenen bu sorunun çözümüne odaklı harekete geçebilmesi gibi iki önemli noktanın nasıl açıklığa kavuşturulacağı konusu, mevcut niteliğe ve buna paralel ele alışına bağlı olarak şekillenecektir. Böylece sorunlar ve çözümlerine dair ortaya çıkan tablo, mevcudun niteliğini de ortaya koyacaktır. Burjuvazinin yüzlerce yıllık birikimi ile öğrenmiş olduğu en önemli becerilerinden birisi de sorunları yönetebilmesidir.
Burjuvazinin sorunları yönetmesi, kendi sınıf çıkarları, egemenliği ve iktidarı içindir. Sorunların sürekliliği ile kendine alan açar ve varoluş zeminini güçlendirir. Köklü çözümlere mesafelidir. İşte bu yüzden kendisinin şekillendirdiği koşullar içerisinde sorunları yönetmeyi esas alır. Çünkü amaçlarını gerçekleştirebilmesi buna bağlıdır. O yüzden sorunu da, “çözümü”nü de kendisi tanımlar.
Aynı düzeyde olmasa da, mevcut sorunlar üzerinde kendini var eden ve sorunların sürekliliği ile oluşan ortamda kendine yaşam alanı açabilen düşünce ve yaklaşımları adeta bir çizgi haline getirerek yaşatmak isteyenlere devrimci saflarda rastlanabilmektedir. Bu anlayışlar, sorunları çözmeye her daim niyet ederler. Hatta bazen çözüm yönünde heyecanlı arayışların kapılarını da aralar gibi görünürler. Sorunların varlığını da inkar etmezler. Ama öncelikli sorun olarak da gündemleşmesini de asla istemezler. Belirsizlik içinde savsaklamak gibi özel bir yetenek sergilerler. Çünkü sorunun bizzat kendileri olduğunu bilirler ve fakat bunu kimsenin bilmesini istemezler. Çünkü çözüm, kendini var eden zeminin ortadan kaldırılması demektir.
İşte böylesine sorunlu düşünce biçimine sahip olan ve aynı zamanda önemli sorumlulukları bulunanlar, çoklu ve esaslı sorunların yaşandığı zamanlarda öncelikli sorunları kolektifin gündemine taşıyarak çözümünü sağlamak ve mücadelenin önündeki büküntüleri düzleştirmek yerine çok daha tali olan ve mevcut süreçte öncelik arz etmeyen meseleleri bir krize dönüştürerek; tüm bünyeyi daha sıkıntılı bir süreç yaşamaya mahkum ederler. Oysa gündemleştirilen tali sorunun kaynağı da aynı zemindeki daha köklü, esaslı ve öncelikli sorunlardır. Temeldeki öncelikli asli, acil ve diğer bütün sorunlar üzerinde belirleyici nitelikte yakıcı sorunların doğmasına neden olurken tali olana odaklanmak ya da gündemleşmesini esas almak en iyimser yorumla devrimci ruhtan her açıdan yoksunluktur.
Zira esas sorunlardan uzaklaştırma, tali olanı krize dönüştürerek gündemleştirme mevcut enerjiyi, gücü bu yönde heba etme ve çözüm üretmeme, gerçekliği bütüne bir şekilde kabul ettirme biçimindeki yaklaşımlar, özü itibariyle tasfiyeciliktir. Sorun çözen değil mevcut sorunları daha da derinleştirerek bütün bünyeye yayılmasına vesile olan statükocu, dogmatik ve bu zeminde beslenmiş liberal bir çizginin çözümsüzlük üreten halidir asıl sorunlu olan. Dolayısıyla neşterin vurulması gereken öncelikli noktadır da. Ancak o zaman sorunlara dair çözümler geliştirebilen daha dinamik bir biçim ve nitelik yakalanabilir.