Makaleler

Siyasetin Dinle Dansı

Din olgusunun ortaya çıkıp toplumsal kabullenişini sağladığı günden bu yana toplumlar üzerinde nasıl güçlü bir etki yarattığını görmek için tarihe bakmak yeterli olacaktır. Toplumsal yaşamın bir ürünü olan din zamanla onu yaratanları hükmü altına almıştır. Sınıflı toplumlarda egemen sınıflarca siyasallaştırılarak artık hiç bir ilericilik misyonu kalmayan ve ömrünü tamamlamış sistemlerin kendilerini yeniden üretmeleri ve varlıklarını sürdürebilmeleri açısından bir “kurtarıcı” misyonuna büründürülmüştür. Dinin egemenlerin elinde bir silah olmaktan çıkarmakla yükümlü olan bizler açısından teoloji ve din sosyolojisini incelemek açısından zorunluluktur. Nitekim din de sınıf mücadelesinin kapsama alanı içinde olan ve ona etki eden bir olgudur. Artık toplumsal yaşamın bir parçası olan ve onu şekillendiren dinin toplumlar üzerindeki etkisi ne kadar güçlü ise egemenlerinde din üzerinden o toplumları şekillendirip yönetme şansı o kadar çok demektir. Dini kurumların egemenlerin hizmetinde ve onlarla işbirliği içerisinde olması ve sistemin ihtiyaçlarına uygun olarak konumlanması her dönem karşımıza çıkan bir gerçekliktir. Buna karşın Marksistlerin din konusunda ki yaklaşımının açık olması her insanın istediği dine mensup olma hakkına sahip olduğu gibi herhangi bir dine inanma hakkının tanınması yani dinin “özel” bir mesele olarak görülmesi önemlidir. Ancak bununla yetinmek özellikle sınıf mücadelesi yürüttüğümüz Ortadoğu’nun sosyo-ekonomik olarak gösterdiği özellik ve emperyalist devletlerin yüzyıllardır elini çekmediği bir coğrafya olarak dinsel mezhepsel çatışmalarının da merkezinde bulunması yanıyla dinin siyasallaştırılması sorununu günümüz açısından çözmemekte sorunun büyüklüğü karşısında çok tali bir noktada durmaktadır.

T.C tarihine baktığımızda da kuruluşundan bu yana her ne kadar “batlı”, “laik” bir görüntü çizmeye çalışsa da dinin siyasal bir malzeme olarak kullanıldığını biliyoruz. Başlangıçta “gericilik”-“laiklik” görüntüsü adı altında klikler arası bir mücadelenin parçası olarak gündemimizde hep olsa da her iki klik açısından da İslamcı (Sünni-Hanefi) egemen din anlayışı (devlet dini) olması noktasında ve sistemlerin bakası için her an devreye sokulacak bir araç olarak kullanılması noktasında anlayış birliğine sahiptirler.

Son günlerde gündemde epey yer işgal eden ve polemik konusu olan din ve Diyanet İşleri Bakanlığı (DİB) üzerinden gelişen tartışmalar bizler için şaşırtıcı olmadığı gibi yeni şeylerde değildir. Uzak bir tarihe değil 13. yılında olan AKP iktidarı sürecine baktığımızda bile bunun çokça örneğini görebiliriz. AKP bu süreç içinde kitleleri manüple etme arkasından sürüklemek için kullandığı argümanların dinsel motiflerle bezeli olduğu bilinmektedir. Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklara karşı yola çıktığını söyleyen AKP iktidarı sürecinde aksine yolsuzluk, yoksulluk yasaklar tavan yapmış ortaya saçılan gerçekler karşısında Diyanet İşleri Başkanlığı tek bir eleştirel yaklaşım içine girmemiş ve iktidarla uyumlu ilişkisini tereddütsüzce yürütmüştür. Bu durum kimi muhafazakar çevrelerinde  dahil olduğu bir çok kesiminde tepkisini çekmiş “Kimin diyaneti!!” sorusunu tartışma konusu haline getirmiştir. DİB bu tartışmalara müdahil olmayı pek tercih etmese de Diyanet İşleri Başkanı’na tahsis edilmek istenen ve çerez parasıyla ölçülen makam aracının fiyatının gündeme düşmesiyle tartışmalara yeni bir boyut eklendi. Milyonlarca yoksulun bulunduğu bir ülkede böylesi bir israf üstelik din kurumunun başında olan birinin bunun bir parçası olması meselenin biraz da kişiselleşmesini getirmiş Diyanet İşleri Bakanı yapmasaydı daha iyi olurdu dedirtecek ibretlik bir açıklama yapmaya itti. İbret olsun diye iade edeceğini söylediği makam aracı açıklamasına karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan yadırgamayacağımız yeni bir ibretlik çıkış geldi. Memleketin haline uygun bu ibretlik manzaraların gündemimizde daha çok yer edeceği açıktır. Ancak bu tabloya karşı İslam’ı bir yaşamı bir yaşam biçimi olarak gören ve siyasallaştırmasına karşı çıkan İslam’ın çıkış ilkelerinden olan eşitlik, adalet vb. gibi olumlu yanlarının öne çıkarılmasını savunan ve maalesef hala DİB’den beklentisi olan kesimlerin unuttuğu ya da atladığı bir gerçeklik var. O da dinin artık iktidarla bütünleştiği ya da siyasallaştırıldığı koşullarda –bu dinin Yahudilik, Hıristiyanlık ya da İslamiyet olup olmadığı belirleyici değildir-artık eşitlik, adil olmak, israf vb… konularda dini konularda “tasarruf” yetkisi olan kurumların iktidarda olanlara karşı tavır alması mümkün olamaz. Aksi olabilseydi eğer AKP iktidarının onca yolsuzluk, hırsızlık, yandaşa kıyak, yanında taraf olmayana kötek politikasına karşı DİB’in din boyutuyla elbette söyleyecek sözü olur. Bir kurum olarak kenara çekilmez suskunluğa bürünmezdi. Bütün bu arsızlığa, hırsızlığa, zulme karşı söz söyleyen başta İslami kesimlerin yapması gereken artık her yanıyla iktidarın hizmetinde olduğu teşhir olan DİB’den medet ummak değil. Devletin ya da iktidarların dinden el çektirilmesini, dolayısıyla DİB’nın kaldırılması için mücadele etmektir. Aksi halde bu topraklarda ne din ve vicdan özgürlüğünden ne de inançlar arası eşitlikten söz edebiliriz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu