Emperyalist-kapitalist sistemin sömürüsü doğayı tahrip etmeye devam ediyor. Her yer talana açılırken doğada yaşanan tahribat ise küresel ısınma olarak adlandırılıyor.
Doğanın sömürüsü toplumun sömürüsüne benzememektedir. Toplumsal sömürüde sistem kendini tekrar üretirken doğaya yönelik her saldırı/sömürü geri dönüşü olmayan bir yok oluşu beraberinde getiriyor. Örneğin açlığa çare şeklinde ifade edilen, özü sermayenin çıkarları ve aşırı kâra dayalı olan endüstriyel tarım ile toprak artık üretemez oluyor.
Sömürenler sömürüye çare bulamazlar
Ozon tabakasının giderek derinlik kazanan reaksiyonunu hızlandıran sera gazı kullanımı, emperyalistlerin Kyoto Protokolü’nde 2008-2012 yılları arasında projeleri içindeydi. Ülkelerin CO2 eşdeğeri sera gazı salınımın, 1990’daki seviyesinin en az % 5,2 aşağısına indirilmesi hedeflenmişti. Ancak bu hedef emperyalistlerin sermayelerine ve niteliklerine paralel olarak sömürüden bağımsız ele alınamazdı. Bu amaçla sera gazı salınımı için sermayenin ihtiyaçlarını gözeten kimi şartlar ortaya konuldu. Şartlar şu başlıklar altında: Ortak Uygulama, Temiz Kalkınma Mekanizması ve Salım Ticareti…
Bu üç başlık altında gerçekleşecek olan “önlem” projesi sömürü temelli olduğu için doğada bir değişim yaratmayacaktır. Zira sömürüyü yaratanlar ve sürdürenle sömürüye çare bulamazlar.
Protokolde ortaya konulan şartlardan Ortak Uygulama projesi ise dikkat çekici. Şart, şu ifadeleri barındırıyor: “Salınım azaltma veya sınırlama yükümlülüğü olan gelişmiş bir ülke, bir başka ülkede (Ek-I Tarafları, salınımlarını azaltmak ya da yutaklar yoluyla uzaklaştırılmaları arttırmak amacıyla diğer Ek-I ülkesinde) ortak salınım azaltma veya temizleme projesi kurarak salınım azaltma birimleri (ERU) elde edilebilecek; buralara yatırım yaparak işletme oluşturabilecek.” Yani doğada oluşan tahribatı çözmek adına ortaya konulan saldırı emperyalizmin pazar politikasından bağımsız değil.
Oluşturulan şartlardan biri olan Salınım Ticareti ise söylediklerimizi tesciller türden. Bu proje ise protokol raporunda şu şekilde tanımlanıyor: “Daha fazla azaltım sağlayan taraf ülkenin azaltımlarını başka ülkeye satma ve işletmelerin kendi aralarında sera gazı azaltım kredilerini alıp satmalarına hak sağlayan piyasa temelli esneklik mekanizmasıdır.”
Açlığa neden küresel ısınma mı?
Bugün gerek toplum gerekse de doğa nezdinde yaşanan saldırıların temelinde emperyalist-kapitalist sistem yatmaktadır. Açlığın giderek artması ile beraber yaşanan gıda krizinin nedeni de budur. Emperyalistler gıda krizine ve paralelindeki açlığı küresel ısınmaya dayandırıyor. Buna cevap olarak verilecek tek yanıt endüstriyel tarımın incelenmesidir. Emperyalistlerin tarım politikalarının bir ürünü olarak son ürünü belli standartlara göre sertifikalandırılan ve büyük şirketlerin pazarladığı patentli tohumlar, organik ilaç ve gübrelerin kullanıldığı ve üretimden pazarlamaya önemli sermaye yatırımı gerektirdiği için büyük ticari işletmeler tarafından yapılan organik tarımsal üretim ortaya çıktı. Özel sektörün piyasa mantığına göre düzenlenmiş, daha çok kâr anlayışına dayalı olan bu üretim tarzıyla, bir yandan standartlaştırılmış ürünler çok yüksek fiyatlarla pazarlanmakta; diğer yandan karbon kredisi elde edilmektedir. Organik gıda pazarı, kârlılığı nedeniyle hızlı bir gelişme göstermiştir. Sadece ABD’de 1996 yılında 3.5 milyar dolar olan pazar, 2010 yılında 28.6 milyar dolara ulaşmıştır Endüstriyel tarımın bu modeli, çok kirlenmiş gıdadan kaçınan, varlıklı insanların gereksinimini karşılamaya, yani daha çok tüketebilme gücüne sahip olanlara yöneliktir. Tüketme gücü kısıtlı olanlara endüstriyel, GDO’lu tarım ürünleri dayatılmakta; tüketme gücü olmayanlar açlığa terk edilmektedir. Her yıl 2.5 milyon çocuğun açlıktan öldüğü; yaklaşık 850 milyon kişinin aç olduğu biliniyor.
Bu bağlamda söylenecek bir şey varsa o da emperyalizm kendi sömürü çemberini de sömürerek saldırıyor. Yani Marks’ın deyimiyle “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser.” Bu da bize sömürenlerin sömürüye çare olamayacağını gösteriyor.