Önce tarımsal girdilerde ve tarımsal kredi faizlerinde sübvansiyon kaldırıldı; çiftçi borç batağına batırıldı. Çiftçiye ait kooperatifler birer piyasa aktörü haline getirildi; eli kolu bağlandı. Ürün fiyatları maliyetin altında belirlendi; çiftçiye tarım terk ettirildi. Bunlar IMF ve Dünya bankası marifetiyle becerildi. Destek oranı düşürüldü, rekabet gücünü kaybetti; çiftçi sıfır ithalatın altında kaldı. Bu da, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) normlarının yaptırımlarıyla oldu. İthalat sürecine bakalım.
İthalatla çiftçiyi terbiye etme politikalarına Tarım Bakanı Mehdi Eker ile geçildi. Eker döneminde et, canlı hayvan, buğday ve ot ithal edildi. Ardından Faruk Çelik tarım bakanı oldu. Çelik döneminde canlı hayvan ithalatında gümrük vergisi yüzde 135’ten yüzde 26’ya düşürüldü. Kırmızı ette yüzde 225 ile yüzde 100 olan gümrük vergisi yüzde 40’a çekildi. Buğday, arpa ve mısırda yüzde 130 olan gümrük vergisi buğdayda yüzde 45’e, arpada yüzde 35’e, mısırda yüzde 25’e indirildi. Faruk Çelik gönderildi, Ahmet Eşref Fakıbaba bakan yapıldı. Fakıbaba ilk iş, Et ve Süt Kurumu’na sıfır gümrükle et ve canlı hayvan ithalat yetkisi verdi. Toprak Mahsulleri Ofisi’ne (TMO) de sıfır gümrükle buğday, arpa ve mısır ithalat yetkisi tanıdı. Demek ki sorun bakanlarda değilmiş.
Halen bakan olan Fakıbaba, baklagillerde gümrük vergisi oranını sıfırladı. Bugüne kadar, yani 2005 yılından Ekim 2017 tarihine kadar toplam baklagil ihracatımız 57 bin tonda (76 milyon dolar) kalırken, İthalatımız 477 bin tona (541 milyon dolar) yükseldi. Sonuç; son 15 yılda (AKP döneminde) kuru fasulye üretim alanı %50, nohut %46, börülce %40 azaldı. Çözüm olarak gümrük vergilerinin sıfırlanması ve ithalat kapısının ardına kadar açılması görüldü.
Doğru mu? Yanlış! Bakalım.
1980’li yıllarının ortalarında Nadas Alanlarının Daraltılması Projesi uygulamaya konuldu. Bu proje gereği üretilen ürünlere TMO üzerinden alım garantisi verildi. Bu garanti alıma nohut, mercimek vd de dahildi. Proje çerçevesinde üretimde kullanılmayan, nadasa bırakılan tarım arazileri üzerinde, üretim alanı 1990 yılında 8 milyon 900 bin dekara, üretim ise 860 bin tona ulaştı. Sonra vazgeçildi. Vazgeçildikten sonra ekim alanları ve üretim hızla geriledi.
Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık: “AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında nohut ekim alanı 6 milyon 600 bin dönüm, üretim ise, 650 bin ton idi. 15 yıllık süreçte gerileme daha hızlandı, 2016 yılında üretim alanı 3 milyon 595 bin dönüme, üretim ise 455 bin tona kadar düştü. Piyasaya sürülen nohut yetersiz kaldı, ithalat arttı. Türkiye 2011 yılına kadar nohutta net ihracatçı iken, 2012 yılından itibaren durum tam tersine döndü. 2003 – 2011 yılları arasında toplam nohut ihracatımız 882 bin ton (619 milyon dolar), ithalatımız ise, sadece 37 bin ton (37 milyon dolar) idi. 2012 yılından Ekim 2017 tarihine kadar ise toplam ihracatımız 127 bin tonda (149 milyon dolar) kalırken, ithalatımız ise 265 bin tona (338 milyon dolar) yükseldi” diyor.
Evet. Biz de azgelişmiş ülke kategorisinde olduğumuz için DTÖ normlarına uymamıza 10 yıl süre tanınmıştı. DTÖ 1993’te kuruldu. 10 yıl sonrası 2003, biz de değişim 2003’te AKP eliyle başladı. Türkiye tarımını şirketler kontrol eder oldu.
AKP değil başka bir hükümet de olsa, gümrük oranını sıfırlardı. Hangi hükümet gelirse gelsin, DTÖ üyeliğini sürdürdüğümüz sürece bunu yapmak zorundadır. Çünkü DTÖ’nün kurulması kararını veren GATT Uruguay Turu sonunda “asgari giriş” ya da “asgari ithalat” diye adlandırılan ve temel tarım ürünlerinde, gelişmiş ülkelere toplam üretimlerinin %5’i kadar ithalat zorunluluğu getiren bir kural kabul edilmiştir ki, buna hükümetlerin karşı çıkma yetkisi yok.
Çözüm: DTÖ’nün, tarım ve gıdadan elini çekmesini sağlamak ile mümkündür. Buna dünya Gıda Egemenliği diyor. Gıda Egemenliği Hemen Şimdi!
Kaynak: Özgürlükçü Demokrasi-Abdullah Aysu