İktidarın “tek adamı” R.T.Erdoğan’ın, 4 Şubat 2020 tarihinde Cumhurbaşkanlığı kabine toplantısının hemen ardından ”önümüzdeki dönemde yeni bir anayasa için harekete geçmeliyiz” açıklamasıyla başlayan tartışma devam ediyor.
AKP iktidarı her sıkıştığında gündeme bu tür tartışmaları getiriyor. Halkı asıl gündemlerinden uzaklaştırarak tali ve hatta olması muhtemel olmayan konular etrafında yapılan tartışmalarla gemisini yürüterek, yeniden başa dönerek kaldığı yerden yoluna devam ediyor.
R.T.Erdoğan bir süre önce de Avrupa Birliği’nin “yaptırım”ları gündeme geldiğinde “ekonomide ve demokraside yeni atılımlara ihtiyacımız var” diyerek yaptırımlardan kurtulmaya çalışmıştı. AB, kendi çıkarlarına uygun olarak, bildiği ve gerçekleşmesi mümkün olmayan R.T.Erdoğan’ın sahte vaatlerini “iyi niyet adımı” olarak kabul ederek, AB-Türkiye ilişkilerinin yeniden görüşülmesini mart ayına bırakmıştı.
AB’nin mart ayındaki zirvesine az bir zaman kala AKP, “yeni anayasa” yapma tartışmasını gündeme taşıyarak bir kez daha “demokratikleşme” mesajı verip, AB ile buzları eritmeye çalışıyor. 8 Şubat günü R.T.Erdoğan ve Almanya Başbakanı A. Merkel’in videolu telefon görüşmesi, bu adımın bir parçasını oluşturuyor.
Almanya R.T.Erdoğan’dan hiçbir zaman vazgeçmedi. AKP ne zaman sıkışsa A. Merkel’in kapısını çalmış ve A. Merkel’de R.T.Erdoğan’ı geri çevirmemiştir. Almanya’nın milyar dolar tutarında Türkiye’ye sattığı silah ve ticari ilişkileri düşünüldüğünde Almanya’nın neden R.T.Erdoğan’a bu kadar kol kanat gerdiği daha iyi anlaşılmaktadır.
AKP’nin Anayasa Tartışmaları Yeni Değil
AKP iş başına geldiği 2002 yılından bu yana kendisi için ihtiyaç duyduğu her değişikliği ülkenin “demokratikleşmesi” adına sunarak hedeflerine ulaştı. AKP, artık yönetemiyor. Baskı ve şiddetle iktidarını sürdüren R.T.Erdoğan, sıkıştığı yerden bir çıkış bulmaya çalışıyor. Toplumsal hareketlerin mayalandığı bir süreçte de ne yapıp edip 2023 seçimlerini kazanmak istiyor.
AKP’nin anayasa tartışmaları ve hamleleri yeni değil aslında. Bu hamlelerden en önemlisi 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan anayasa değişikliğidir. Toplam 26 maddeden oluşan bu değişikliğin en öne çıkan maddesi 1982 Anayasası’nda yer alan geçici “15. Madde”nin kaldırılmasıydı. 1982 Anayasası’nın 15. maddesi cuntayı gerçekleştiren generallere dokunulmazlık sağlıyor ve yargılanamayacaklarını garanti altına alıyordu. R.T.Erdoğan, istediği diğer maddeleri kabul ettirebilmek için toplumu 15. madde üzerinden manipüle ederek cuntacıları yargılayacaklarının propagandasını yaptı. Değişikler kabul edildikten sonra hiçbir generale dokunulmadı. Göstermelik yargılamalar dışında hiçbiri hapse dahi girmedi.
AKP, bu ve benzeri tüm maddeleri kendi iktidarını güçlendirmek için gündeme getirdi. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun oluşmasıyla, yargı tümüyle AKP ve ortağı Fethullah Gülen Cemaati’nin eline geçti.
AKP’nin diğer bir hamlesi de 2017 yılında anayasada yapılan değişikliktir. R.T.Erdoğan, bugünkü ”tek adam” rejimine giden yolu “kuvvetler ayrılığı” propagandası üzerinden yaptı ve ”Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ni sağlayarak iktidarını iyice pekiştirdi.
AKP, iktidara geldiği günden bu yana aslında demokratikleşmeye ilişkin hiçbir adım
atmadı. Tam tersi adımlar attı. 2011 yılında yeni anayasa çalışmasını engelleyen yine AKP oldu. 2011 yılında başlayan yeni anayasa tartışmasıyla demokratik kitle örgütleri, sendikalar, hukukçular görüş ve önerilerini belirtmiş, sıra temel insan hakları ve demokratik haklara gelince AKP başta olmak üzere tüm burjuva partileri anayasa çalışmasına son vermişlerdir.
Toplumsal Uzlaşma Olarak Anayasalar
Tarihte insan hakları mücadelesi aynı zamanda demokratik anayasalar mücadelesini de kapsar. Anayasa mücadeleleri sınıf mücadelesinin de bir kesitini oluşturur. Tarihi olarak anayasalcılık hareketleri, 18. ve 19 yy’lardan başlayarak monarşik sistemleri yıkma ve temel insan haklarını garantileme mücadelesi olarak da kabul edilir.
Tarihte ilk anayasalar olarak ”15 Haziran 1215 tarihinde İngiltere’de imzalanmış olan Magne Carta” (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) ve ”1781 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ndeki sözleşme” kabul edilir. Bunu 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi takip etmiştir.
Anayasalar tüm burjuva toplumlarda bir toplumsal “uzlaşma” olarak kabul edilir. Burjuvazinin egemenliğinin hüküm sürdüğü toplumlarda halkın toplumsal gelirden daha fazla hak talebi, örgütlenme, seçme ve seçilme hakkı bu mücadeleleri kapsar. Burjuvazi iktidarını tümden kaybetmemek için bazı talepleri kabul etmek zorunda kalmıştır. Burjuva düzenlerde bu taleplerin hepsinin bir sınırı vardır. Burjuvazi güçlendikçe bunların bazılarını zor yoluyla geri almış, alamadığı dönemlerde de “demokrasi” her zaman sınırlı kalmıştır. Yasama, yürütme ve yargı “bağımsızlığı” her zaman tartışmalı olmuştur. Halk hareketlerinin geliştiği her dönem burjuvazi bunları rafa kaldırmış ve zora başvurmuştur. Özel mülkiyet olduğu sürece hiçbir anayasa demokratik değildir ve hakim sınıfın çıkarlarını garanti altına alır.
Toplumu kucaklayan anayasa ancak halk demokrasisi ve sosyalizmde mümkündür. Sömürüye son verilmesi, özel mülkiyetin kaldırılması, bölüşüm, adalet, kadın hakları, eğitim, barınma, sağlık vb. tüm yaşamı ilgilendiren haklar ancak halk demokrasisinde ve sosyalist bir anayasayla olabilir.
Osmanlı’dan Günümüze Anayasalar
Osmanlı’da ilk anayasa 1808 yılında hazırlanan Sened-i İttifak olarak kabul edilir. Bunu 1839 tarihinde hazırlanan Tanzimat Fermanı takip etti. Osmanlı’nın aydınlanma dönemi olarak ortaya çıkan Genç Osmanlılar, Batıdan etkilenerek reform hareketine giriştiler. Meşrutiyeti savunan Genç Osmanlılar, Abdülaziz’i tattan indirerek, yerine II. Abdülhamit’i geçirdi ve 23 Aralık 1876 yılında Kanun-i Esasi’yi ilan ettiler.
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla emperyalistler tarafından sömürgeleştirilen Türkiye’nin Mustafa Kemal ve bir kısım İttihatçı tarafından başlatılan ”bağımsızlık mücadelesi”, İngiliz ve Fransız emperyalistleriyle el altından yapılan görüşmeler ve antlaşmalarla ülkenin yarı-sömürge olmasıyla sonuçlandı. 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan meclis, ”misak-ı milli” kararını kabul etmesinin yanında 24 Ocak 1921’de de 24 maddeden oluşan Teşkilat-ı Esasiye kabul edildi. Türkiye’nin ilk anayasası olarak kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye, 1924 yılına kadar yürürlükte kaldı.
1923’te “Cumhuriyet”in ilan edilmesiyle Kemalistler hem kendi iktidarlarını pekiştirmek hem de ülkenin yönetiminde ihtiyaç duydukları ikinci bir anayasa hazırladılar. 20 Nisan 1924’te TBMM tarafından kabul edilen yeni anayasa, 1921
anayasasından farklı olarak ülkeyi ”Cumhuriyet” olarak kabul ediyor ve tüm yetkileri TBMM’ye veriyordu. Tek parti dönemi olarak bilinen bu dönem de hazırlanan 1924 anayasasında ”kuvvetler ayrılığı” yoktur. Tıpkı bugün olduğu gibi, yürütme ve yargı ”parlamentonun” ve ”tek adamın kontrolü” altındadır. CHP dışında hiçbir partiye izin vermeyen 1924 anayasası, 1946 yılına kadar ”karma bir hükümet” sistemini benimsemiştir.
Kemalistler “Hilafet”in kaldırılmasından sonra Sünni İslamcıların ayaklanmalarını önlemek için anayasaya ”devletin dini İslam’dır” maddesini eklemiştir. 1924 Anayasası’nın bazı maddeleri süreç içinde değiştirildi. 1934 yılında yapılan bir değişiklikle ”kadınlara seçme ve seçilme” hakkı tanındı. CHP’nin ”altı ilkesi” eklendi. 1946 yılında ise emperyalizminin o dönemki ihtiyaçlarına uygun olarak ”çok partili sisteme” geçildi.
Çok partili sisteme geçilmesi ve 1950 yılında Demokrat Parti’nin hükümet olmasıyla 1924 Anayasası’nın bazı maddeleri de değiştirildi. Esas köklü değişiklik 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra oldu. Darbe sonrası Cemal Gürsel, Cumhurbaşkanı seçildi ve askerlerden oluşan Milli Birlik Komitesi ülkeyi yönetmeye başladı. Cuntacılar yeni bir anayasa için ağırlığı askerlerden oluşan bir komisyon kurarak 1961 Anayasası’nı hazırladılar.
9 Temmuz 1961 tarihinde TBMM sunulan yeni anayasa 261 oyla kabul edildi. 1961 Anayasası, kitle hareketinin baskısıyla kısmi ”demokratik” hakları içerse de bu anayasa da öncekiler gibi, Komünist Partisi çalışmalarını yasaklaması, Kürtlere, azınlıklara ve farklı inançlara hiçbir hak tanımaması ile gerici ve faşist bir anayasadır.
1960’ların ortalarında devrimci durumdaki yükseliş, işçi direnişleri, köylü toprak işgalleri ve öğrenci hareketinde yükseliş vb. umut veren gelişmeler oldu. Yükselen devrimci gelişmeyi bastırmak için 12 Mart 1971’de askeri darbe yapıldı. Asker bir kez daha ülkeyi açık faşist bir rejimle yönetmeye başladı. 1961 Anayasası’nın hakim sınıflara fazla gelen maddeleri değiştirildi.
1971 ile 1973 yılları arasında anayasa da yapılan değişikliklerle; ”Bakanlar Kurulu’na, Kanun Hükmünde Kararname Çıkartma Yetkisi”, ”Anayasa Mahkemesine iptal başvurusunda bulunanlara sınırlama getirilmesi”, ”Askeri Yüksek İdari Mahkemesi’nin kurulması”, ”Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulması”, ”Memurların sendika kurma haklarının kaldırılması”, ”Üniversitelerin özerkliğinin kaldırılması” vb. düzenlemeler gerçekleştirildi.
Türkiye’nin en karanlık dönemlerinde biri de 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi sonrası olmuştur. Devrimci ve komünist hareketin hızla yükseldiği, kitleselleştiği, işçi sınıfının grev ve direnişlerinin dorukta olduğu bir dönemde yapılan askeri faşist darbe, yürürlükteki anayasayı da ortadan kaldırdı. Ülke cuntacıların çıkardığı yeni kanun ve yönetmenliklerle yönetildi.
Cuntacılar kendi denetiminde kurdukları anayasa komisyonuyla toplam 200 maddeden oluşan yeni bir anayasa hazırladılar. 1982 Anayasası olarak bilenen anayasa, halk oylamasına sunulmuş ve halk cuntacıların bir an önce gitmesi için yeni anayasayı onaylamış oldu. 1982 Anayasası, tüm demokratik hakları yürürlükten kaldırdı. Parti kurma zorlaştırıldı, askerlere geniş yetkiler tanındı, cuntacılara dokunulmazlık getirildi, cumhurbaşkanına geniş yetkiler tanındı, seçmen yaşı 18’e düşürüldü.
12 Eylül askeri darbesi döneminde kabul edilen 1982 Anayasası’nın bazı maddeleri
1987 yılından bu yana 16 kez değiştirildi. Toplam 200 maddenin 80 maddesi değişen 1982 Anayasası’nda yapılan değişikliklerin başlıcaları şöyle: 1987 yılında: ”21 olan seçme ve halk oylamasına katılma yaşı 19’a” indirildi, ”400 olan milletvekili sayısı 450 çıkarıldı”, ”12 eylül döneminde siyasi parti ve liderlerine yasak getiren geçici 4. madde değiştirildi”, 1993 yılında ”133. maddede yapılan değişiklikle radyo ve televizyon kurma serbest hale getirildi”, 1995 yılında ”kamu çalışanlarına toplu sözleşme hakkı tanındı”, ”yurtdışında ve cezaevlerinde bulunanlara oy kullanma hakkı tanındı”, ”450 olan milletvekili sayısı 550 olarak” değiştirildi, ”siyasi partilerin kapatılması sürecinde genel başkanların veya atanan bir vekilin dinlenmesine” karar verildi.
”Sendikaların siyasi faaliyette bulunmasına” olanak tanındı, 1999 yılında: DGM’lerde bulunan askeri üyelerin yerine sivil yargıçların atanması sağlandı”, ”özelleştirmeler” anayasaya girdi, 2001 yılında ise ”gözaltına alınanların bireyler de 48, toplu göz altarında 4 gün içinde hakim karşısına çıkartılması” şartı getirildi. ”Anayasanın 38. maddesinde yapılan değişiklikle ölüm cezası kaldırıldı”, 2006 yılında ”30 olan milletvekili seçilme yaşı 25’e indirildi”, ”Cumhurbaşkanın 5+5 sistemiyle ve halk oyuyla seçilmesi kararlaştırıldı”, 2008 yılında ”42. maddede yapılan değişiklikle yüksek öğretimde başörtüsünün serbest bırakılması” sağlandı.
1982 anayasasında yapılan en köklü değişikliklerden biri de 2010 yılında 26 madden oluşan değişiklik pakettir. Büyük bir tartışma yaratan ve bir kısım aydının, akademisyenin ve hatta sol çevrenin ”yetmez ama evet” dediği bu değişiklik, AKP’nin iktidarının ”demokratikleşme”’ adımı olarak da lanse edildi. R.T.Erdoğan’ın büyük bir şovla propaganda ettiği bu değişikliğin içinde ”darbecilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve yargılanması” maddesi en fazla tartışma yaratmış ve taraf bulmuştu.
12 Eylül 2010 tarihinde yapılan halk oylamasında % 57.88’le 26 maddenin tümü kabul edildi.
1982 Anayasası’nın en köklü değişikliklerinden biri de 2017 yılında anayasanın 18. maddesinde yapılan değişiklik oldu. Değişiklik, MHP’nin de desteğiyle önce TBMM’den geçti. Ardından 16 Nisan 2017 tarihinde halk oylamasına sunuldu.
Böylece bugünkü “tek adam” rejimi olan ”Cumhurbaşkanlığı Hükmet Sistemi” kabul edilmiş oldu. Değişiklikle meclisteki milletvekili sayısının 550’den 600 çıkartılması, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) yapısında değişiklikleri içeren yeni sistemle AKP yargıyı da tümden ele geçirmiş oldu.
AKP’nin Yeni Bir Anayasaya Değil, İktidarını Sürdürmeye İhtiyacı Var
AKP, iktidara geldiği tarihten bu yana adım adım ülkeyi açık faşist bir rejime evriltti. R.T.Erdoğan’ın ve ekibinin esas amacı ve istediği ”bir İslam Cumhuriyetinin” kurulması mücadelesidir. Nitekim R.T.Erdoğan’ın “daha kültürel bir düzen kuramadık” vurgusu tam da ulaşmak istedikleri düzeni ifade ediyor.
AKP iktidarı sona geldiğini hissediyor, biliyor ve ömrünü uzatabildiği kadar uzatmak istiyor. AKP, olası bir erken genel seçim ya da 2023 genel seçimlerini şimdiden garantilemek istiyor. İşsizliğin % 25’lere çıktığı, ekonominin durgunluk yaşadığı, işkence, yoksulluk, tüm demokratik hakların rafa kaldırıldığı bir ülkede yeniden seçilmesinin artık mümkün olmadığını da biliyor. AKP seçmeninin bile artık isyan ettiği bir gerçek. Yapılan anketler, AKP ve MHP’nin oylarının düşüş içerisinde gösteriyor.
R.T.Erdoğan, tüm bunları tersine çevirmek ve seçmene yeniden “güven” vermek için “yeni bir anayasaya ihtiyaç var” diyerek, dikkatleri buraya çekmeye çalıyor, “demokratikleşmeden” söz ediyor. Oysa mevcut anayasaya uymayan da bizzat R.T.Erdoğan’ın kendisidir. “AİHM kararlarının kendilerini bağlamadığını”, “AYM kararlarını tanımadığını” açıktan söyleyen R.T.Erdoğan’dır. Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala hala hapisteyken, yeni anayasa tartışması AKP’nin demokrasi oyunundan başka bir şey ifade etmemektedir.
Mevcut anayasanın ilk dört maddesi değişmediği müddetçe hiçbir anayasa demokratik olamaz. ”Türkiye Devleti, ülkesi ve milliyetiyle bir bütündür. Dili Türkçedir” (Anayasanın 3. Maddesi) dedikten sonra 4. madde ise ”Anayasanın 1. maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez” demektedir. Bu hükümleri içeren hiçbir anayasa demokratik olamaz.
Demokratik bir anayasada; Kürtlerin bir ulus olduğunun kabulü, ana dilde eğitim hakkının tanınması, azınlıklara inanç ve örgütlenme hakkının tanınması, Alevilere haklarının verilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, kayyumlara son verilmesi, üniversitelere özerklik tanınması, kadın cinayetlerine son verilmesi, işçilere grev hakkının tanınması, temel insan haklarının korunması ve güvence altına alınması, İstanbul Sözleşmesi gibi sözleşmelere kayıtsız-şartsız uyulması, örgütlenme özgürlüğünün sağlanması, hapishanelerin boşaltılması, işkenceye son verilmesi, parti kapatmaların yasaklanması, toplumsal gelirden herkesin eşit bir şekilde yararlanması, herkese eşit şekilde eğitim hakkının tanınması, barınma, beslenme ve sağlık hakkının herkese eşit olarak tanınması, gazetecilerin tutuklanmalarının yasayla önlenmesi vb. vb. olmalıdır.
AKP’nin böyle bir anayasaya evet demesi mümkün olmayacağına göre, tüm tartışmalar anlamsız ve gereksizdir. AKP, kendi iktidarını pekiştirmenin peşindedir. Ortağı MHP, nasıl bir anayasa hayal ettiklerini D. Bahçeli’nin dilinden 9 Şubat 2020 tarihinde yaptığı grup toplantısında dile getirdi. D. Bahçeli, ”parlamenter sistemi silmek, kalıntılarını temizlemek lazımdır, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ruhuna ve dokusuna uygun yeni bir anayasa hazırlanması” gerekir diyerek, R.T.Erdoğan’a da tercüman oldu.
Bunu gerçekleştirmeleri ve yeni bir anayasayı TBMM geçirmeleri şimdilik mümkün görülmüyor. Halk oylamasına sunulacak yeni bir anayasasın kabulü de oldukça zor. Bunun yerine muhtemelen 2023 seçimlerini garantiye almak için Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu değiştirerek iktidarlarını şimdiden garantilemek isteyeceklerdir. İşte AKP ve MHP’nin istediği yeni anayasa böyle bir anayasadır.