“TC, bir mafya devletidir” derken, ne kadar haklı ve doğru bir tespit yaptığımız bugün açık ve net olarak ortaya çıkmıştır. Aradan geçen zaman zarfında yeni ifşalar ortaya çıktıkça bu seferde TC’nin narko devlet olduğu, bu kez de Sedat Peker’in beyanları ile ispatlanmış oldu.
S. Peker’in videolarında itiraf ettikleri karşısında AKP-MHP suç ortakları, çareyi sessizlikle geçiştirmekte buldular. Bir televizyon kanalında iddialara yanıt vereceğini ifade eden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bırakalım sorulara yanıt vermeyi, yeni soru işaretlerinin oluşmasına yol açan açıklamalarda bulunmuş, konuştukça yeni suçların gerçekleşmiş olduğunu açığa çıkartmıştı. Bu durum sonucunda S. Soylu, Saray’dan gelen talimatla susturulmuş, mülakat vermesi engellenmişti.
- Peker’in bugüne kadar açıkladıklarının her biri başlı başına soruşturma konusu olması gerekirken, halen belli odakların, boğazına kadar battıkları çukuru sadece “iddia” olarak lanse etmeleri aslında çaresizliklerinin ürünüdür. Oysa itiraf ve ifşalar artık birer “iddia” değil gerçeklik halini aldı. İfşa ve itirafların muhatapları yaptıkları açıklamalarda bu iddiaların gerçek olduğuna dair güçlü veriler sunmaktadır.
TC faşizmi, bugün savaş içerisindedir. On yıllardır, Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’ne ve devrimci komünistlere yönelik savaş içinde olan sistem, gelinen aşamada savaş kapasitesini yükseltmiş durumdadır. Savaş boyutlanarak sürmektedir. Suriye’de on yıldır devam eden savaşta, Esad rejimini yıkmak için bütün imkanlarını ortaya koyan, en son 24 Nisan’da Metina-Zap-Avaşin-Basyan’a yönelik başlatılan Kürdistan’ın işgal hareketleri, Libya’da iktidarı ele geçirmek için Fayez el Sarac hükümetine yardım için gönderilen cihatçılar, Kafkaslar’da Enver Paşa’nın hayalini gerçekleştirmek için kılıç sallayan Erdoğan rejiminin bütün bu savaşın finansmanını nereden ve nasıl karşıladığı sorusunu ortaya çıkmaktadır.
ABD, Avrupa Birliği ülkelerinden her gün güvensizlik açıklamaları gelirken, “Türkiye, Çin ile Rusya’dan daha ciddi bir sorun ve tehdit unsuru” ilan edilerek kredi muslukları kesilmiş, “beş centte” muhtaç hale gelinmiştir. Ülke içerisinde iktidarını ayakta tutabilmek için savaştan beslenen faşizm, bütün savaşın finansmanını yoksul halktan toplanan vergiler, uyuşturucu ticareti, insan kaçakçılığı, kara para aklanma vb. ile yürütmektedir. İki yıldır devam eden pandemi sürecinde halk kaderine terk edilirken, (test-aşı-maddi yardım vb. konularda) yolsuzlukta sınır tanımayan sistem emekçilerden “yardım talep eden” dünyada tek “örnek” olmuştur.
- Peker’in itirafnamelerinde kuşkusuz en çarpıcı olanlarından biri, TC devletinin önemli kademelerinde yer alanların uyuşturucu ticareti yaptığını iddia etmesidir. S. Peker, isim vererek, yer belirterek, uyuşturucu operasyonlarını kanıt göstererek ifşa etmektedir. İddialara muhatap olanların yaptıkları açıklamalar daha sonradan yalan çıkmakta, hatta alay konusu olmaktadır. Kimi gazetecilerin yaptıkları kısa araştırmalar dahi iddiaların doğru olduğuna dair ciddi veriler sunmaktadır. Her şey bir yana örneğin Kolombiya ya da Venezüella’da yapılan uyuşturucu operasyonlarında, uyuşturucuyu Türkiye’de teslim alacaklara yönelik herhangi bir operasyonun gerçekleştirilmemesi, bu konuda hiçbir adım atılmaması manidardır.
Örneğin 9 Haziran 2020 tarihinde yakalanan 5 ton uyuşturucunun varış noktasının İzmir olduğu bilindiği halde hiçbir soruşturma açılmamıştır. Yine Panama polisinin, Ekvator’daki Bolivar Limanı’ndan Mersin Limanı’na gitmek üzere olan bir gemide 616 paket uyuşturucu yakalanması ve en son Mersin Limanı’nda yakalanan 1 ton uyuşturucunun “sahip”lerine dair savcılık soruşturması yürütülmesini bırakalım bir açıklama dahi yapılmamıştır.
- Peker bu sevkiyatın muhatapları olarak Mehmet Ağar ile Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım’ı işaret etmektedir. ABD/DEA (Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi)’nin Kolombiya üzerinden uyuşturucu trafiğinin sıkı denetime almasından sonra yeni yolun Venezuella üzerinden yapıldığını söyleyen S. Peker, Binali Yıldırım’ın oğlunun bu uyuşturucu trafiğini örgütlemek için Venezuella’ya gittiğini söylemiş ve bu doğrulanmıştır.
Bilinmektedir ki, Türkiye-Venezülla arasında “ticaret anlaşması” yapılmış, özellikle Venezülla’dan peynir ithalatı kolaylaştırmak için yasa çıkartılmıştır. Venezüella’da yapılan bir operasyonda peynir kutularında uyuşturucu yakalanması bu yasanın amacını ve ticaret anlaşmasının nedenini ortaya koymaktadır. Anlaşılan o ki, ticaret anlaşması sadece kamuflaj için yapılmıştır.
Susurluk Soruşturma Komisyonu’na ifade veren eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz “bu uyuşturucu trafiği devletin kontrolünde yürütülüyor” demişti. Yine hatırlanacak olursa, eski Brüksel Büyükelçiliği Basın Müşaviri Veysel Filiz’in otomobilinde yaklaşık 100 kilo, toplam 5 milyon Euro değerinde uyuşturucu ile Bulgaristan’a geçerken sınırda yakalanmıştı.
Basına yansıyan bu uyuşturucu operasyonları, buzdağının sadece görünen yüzüdür. Bunlar rejim açısından yol kazasıdır. Uyuşturucu ticareti, faşizm tarafından doğrudan örgütlenmekte ve Saray’dan yönetilmektedir. Buradan elde edilen gelirle, cihatçı çeteler finanse edilmekte, bir miktar da kendi şahsi hesaplarına geçirilmektedir. S. Peker bu ticaretten elde edilen gelirin paylaşımından tasfiye edildiği için itirafçı olmuştur.
Peker’in İtirafları Gerçeğin Çok Azıdır!
Yer, tarih ve zaman vererek konuşan S. Peker, itiraflarını yalanlayanlara yönelik yaptığı telefon görüşmelerini yayınlayarak cevap vermiştir. Bir kontrgerilla aparatı olarak kullanılan S. Peker’in itiraflarında ön plana çıkan noktaları kısaca özetlersek, rejimin halka karşı nasıl bir suç örgütü olduğu daha iyi anlaşılır.
*“Gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun katili Mehmet Ağar’dır. “Olay yerine ilk gelen katil olur” diyerek, bombanın patlamasından sonra ilk ziyaret edenin Mehmet Ağar olduğunu ifade etmiştir.
* Kutlu Adalı cinayetinin sorumluları, Mehmet Ağar ile Korkut Eken’dir.
* Mehmet Ağar, Emniyet Müdürlüğü döneminde Kürt iş insanları olan Behçet Cantürk, Savaş Buldan, Recep Kuzucu, Yusuf Ziya Ekinci, Medet Serhat, Fevzi Aslan, Faik Candan, Adnan Yıldırım’lar için MGK’da öldürülme kararı alındı. Tansu Çiller Hükümeti döneminde hepsi öldürüldü.
* Mehmet Ağar’ın oğlu Tolga Ağar, gazeteci Yeldana Kaharman’a tecavüz etti. Kaharman, jandarmaya şikayetinden sonra öldürüldü. Tolga Ağar olay yerinden helikopter ile alındı.
* Rum iş insanı Arşimidis yakılarak öldürüldü. Demirörenler, Rum iş insanının malvarlığı ve zenginliklerinin üzerine çöktü.
* Demirörenlerin Aydın Doğan’dan satın aldıkları medya gurubunun 750 milyon dolar tutarındaki kredisinin hiçbir taksidi ödenmedi.
* SADAT, Erdoğan rejiminin ayakta kalması için Emekli Orgeneral H. Tanrıverdi tarafından oluşturulan kontrgerilla örgütüdür. Cihatçıların askeri eğitimleri ile uğraşır, talan ve işgallerde görevlendirilir.
* Türkmenlere gönderildiği söylenen yardımlar yalandır. Suriye’de El-Nusra gibi terörist örgütlere benim adım kullanılarak askeri malzemeler SADAT tarafından gönderilmiştir.
* El-Nusra’ya silah desteği Cumhurbaşkanlığı İdari İşler başkanı Metin Kıratlı tarafından yürütülmektedir.
* Bodrum Yalıkavak Marinası’nın asıl sahibi Azeri iş insanı Masimov’dur. İş insanı ‘FETÖ’cü’ denilerek Marina’ya çöküldü, el konuldu. Masimov, hapis ile cezalandırıldı.
* Üzerine çökülen otellerden birisi de Paramount Oteli’dir. İlk sahibi Atilla Urastır. Rus mafyasının parasını aklayan, kırmızı bültenle aranan B. Rahimov Türk vatandaşı oldu, adı Bahtiyar İkramoğlu’dur.
* 1.5 milyar dolar ile kayıplara karışan Çiftlikbank CEO’su Mehmet Aydın, 2 milyar dolar ile kaybolan THODEX kurucusu Faruk Fatih Özer, ABD’de dolandırıcılıktan aranan, milyonlarca dolar kara parayı Türkiye’de aklayan Sezgin Baran Korkut hepsi devlet eliyle, İçişleri Bakanı ile anlaşmalı olarak önce bakanlıklarda ağırlandılar. Sonradan yurtdışına elini kolunu sallayarak çıkış izni aldılar.
* Almanya’da uyuşturucu, kara para, silah kaçakçılığı … gibi kirli işlerde kullanılan Almanya Osmanlılar Çetesi’nin arkasında olan ve finanse eden Erdoğan’ın sağ kolu Metin Külünk’tür.”
Yukarıda kısaca da olsa değindiğimiz suçlar, faşizmin nasıl bir karakterde olduğunun özeti gibidir. Faşizmin normali mafya olmuş durumdadır. En asgari burjuva devletlerde bile olan “kağıt üzerinde hukuk” TC devletinde askıya alınmış durumdadır. S. Peker’in itiraflarında önemli bir yer tutan M. Ağar’ın geçmiş kariyeri nasıl bir devlet gerçekliğiyle karşı karşıya olduğumuzu da özetler niteliktedir.
Mehmet Ağar; Uyuşturucu Kaçakçısı ve Eli Kanlı Bir Katil!
80’li yıllardan günümüze dek değişen bütün iktidarlar döneminde, her taşı kaldırdığımızda, bütün kirli işlerin içinde, “devlet için görev başında” olan Mehmet Ağar isminin öne çıktığını görürüz. M. Ağar; dönem gelmiş cumhuriyetçi, dönem gelmiş laik, dönem gelmiş siyasal İslamcı görünümüyle “her dönemin adamı” oluvermiştir.
1980’de İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevine, yine uyuşturucu kaçakçısı ve işkenceci olarak bilinen Şükrü Balcı’nın desteği sayesinde gelmiştir. ABD’ye eğitim amaçlı giden Ş. Balcı’nın şüpheli bir şekilde ölümünden sonra bütün yollar M. Ağar’a çıkmıştır.
12 Eylül’ün en karanlık günlerinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Siyasi Şube’de işkenceci olarak görevlendirildi. K (Komünist) Masası’nda Partizan ve devrimcilerin operasyonlarında yer aldı. Partizan operasyonlarında birçok kişinin ölümü ve sakat kalmasına sebep oldu.
- Ağar’ın işlediği suçların kısa bir dökümü bile nasıl bir onun nasıl bir faşist olduğunu özetler. Süleyman Cihan 85 günlük işkenceden sonra, Maltepe’de götürüldüğü bir apartmanın 6. katından aşağı atılarak öldürüldü. “İntihar” etti denildi. Düzenlenen düzmece belgenin altında M. Ağar’ın imzası vardır. Necdet Oynargül ağır işkence sonrasında infaz edildi. Raci Yılmaz’dan çekinen polisler, ancak pusu kurarak onu infaz edebilmişlerdir. Manuel Demir işkencecileri çılgına çevirmiş ve infaz edilmiştir. Hasan Bayrak işkencelerden dolayı ömür boyu felçli olarak yaşamıştır.
Görevde bulunduğu her dönemde uyuşturucu kaçakçılığı ile her türlü kirli işin içerisinde bulunan M. Ağar milliyetçi, anti-komünist örgütlenmelere destek vererek devrimcilerin katledilmelerinde bizzat rol almıştır. Mehmet Ali Ağca, Oral Çelik, Ökkeş Şendiller, Abdullah Çatlı, Velican Oduncu, Haluk Kırcı … gibi dönemin Ülkü Ocakları üyesi faşist katillere açık destek sunmuş, yardım etmiştir. Abdullah Çatlı (Mehmet Özbay)’ya adına sahte kimlik çıkartmış, faşist- çetelerin yurtdışında diaspora Ermenilerine karşı operasyonlar düzenlemelerini örgütlemiştir. Nitekim Nubar Yalımyan, Abdullah Çatlı tarafından Hollanda’nın Utrecht şehrinde alçakça katledilmiştir.
- Ağar, 1990’lı yıllarda Tansu Çiller’in onayı ile bu sefer Kürt iş insanlarına karşı infazların arkasındaki kişi olmuştur. Behçet Cantürk, Recep Kuzucu, Yusuf Ziya Ekinci, Fevzi Aslan, Salih Aslan, Savaş Buldan, Adnan Yıldırım, Behçet Cantürk, Medet Serhat, Faik Candan gibi Kürt yurtseverler öldürülmüşlerdir. Emniyet Müdürü, Milletvekili, İçişleri Bakanı, Parti Başkanlığı görevlerinde bulunmuş bu kişi, halen görevinin başındadır! Bugün emekli olmasına rağmen yine her taşı kaldırdığımızda M. Ağar’a rastlamaktayız.
Kontrgerilla işbaşındadır. Bunun somut göstergesi “çökülen” Bodrum Yalıkavak Marina’daki fotoğraftır. Mehmet Ağar, Alaaddin Çakıcı, Engin Alan, Korkut Eken aynı karede poz vererek kontrgerillanın iş başında olduğunun mesajını vermişlerdir. S. Peker’in itirafları ile iyice sıkışmış “Erdoğan rejimi”nin yeni yeni provokasyonlar ile kanlı saldırılar içerisinde olacakları gerçeği İzmir’de kendini göstermiştir. HDP İl Binası’na yapılan ve Deniz Poyraz’ın katledildiği faşist saldırı, geleceğe ilişkin ipuçları vermektedir.
Yeni yeni Abdullah Çatlılar, Ogün Samastlar gibi çeteler aracılığıyla HDP şahsında Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi, halkın mücadelesi susturulmak ve yok edilmek isteniyor. Bu saldırı gösterildiği gibi kendiliğinden-sıradan bir olay değildir. Doğrudan devletin idaresi ve kontrolünde yapılan bir baskındır. Katilleri tanıyoruz, biliyoruz ve asla unutmayacak affetmeyeceğiz!