GüncelMakaleler

SENTEZ | Şam; Siyonist Rejim ve TC’den Cihatçılara Bir Hediyedir…

"Demokratik Halk Devrimlerinin ve sosyalist devrimlerin olmadığı durumlarda, yönetimin el değiştirmesinin sadece bir diğer emperyalist kutbun çıkarına olacağını bir kez daha yaşamaktayız."

Emperyalist tekellerin kendi aralarındaki rekabet dalaşlarının derinleşmesi, Ortadoğu’da yeni gelişmelerin yaşanmasına vesile oluyor. 61 yıllık Esat Rejimi’nin son bulduğu, bir diğer gerici güç olan HTŞ Rejimi’nin Şam’ın efendiliğine soyunduğu bir süreç yaşandı. 2011 yılından bu yana iç savaşın yaşandığı Suriye’de, 12 günlük kısa bir süre içinde, HTŞ, 8 Aralık’ta Şam’a girdiğini ve Esat Rejimine son verdiğini deklare etmiş oldu.

27 Kasım günü Halep kırsalında başlayan saldırıların, 10 gün içinde Şam’a ulaşması üzerinde birçok tartışma sürdürülmektedir. Yaşanan bu süreç, gruplar arası bir iktidar değişimi ya da Baas nizamı içinde bir darbe vb. değildir. HTŞ’nin iktidarı devralması, Suriye’ye hükmeden emperyalist gücün el değiştirdiği anlamına gelmektedir. Bu anlamda Suriye pazarı, NATO eksenli emperyalist güçlerin, siyonizmin ve yerel işbirlikçi güçlerin denetimine geçmiştir. Rus-Çin emperyalizmi ise büyük bir pazar kaybı yaşamış, en önemlisi bölgedeki önemli stratejik bir mevzi alanını kaybetmiştir.

Suriye Arap Cumhuriyeti döneminin sona ermesinin taşları esasında 13 yıl önce döşenmiştir. Ancak bu süreçte Rus emperyalizminin güçlü müdahalesi, İran’ın askeri desteği ile İran’dan, Irak, Suriye, Lübnan ve Gazze’ye kadar bir direniş ekseni geliştirilmiş, bu minvalde iki emperyalist tekel arasında bu coğrafyada kısmi bir denge oluşabilmiştir. Elbette bu eksene Yemen’deki Husileri de eklemek gerekir. Daha sonrasında Çin’in bölgeye dönük güçlü diplomatik atakları ile NATO eksenli emperyalist güçlerin etki alanı daralmaya, Rus-Çin eksenli güçlerin ise etki alanlarının güçlendiği bir sürece tanıklık ettik. Bu duruma müdahale anlamında başını ABD, İngiltere ve İsrail’in çektiği; bölgede soykırım, işgal ve askeri saldırıları öne çıkaran stratejik bir yol devreye konuldu. NATO ağzından en büyük tehlike olarak Çin hedef olarak açıklanırken, Ukrayna cephesinde Rusya’nın geriletilmesi veya yıpratılması, Ortadoğu’da ise direniş ekseninin zayıflatılması planı devreye konuldu.

Gelinen aşamada Gazze’de büyük bir soykırımın yaşanması, Lübnan’da Hizbullah’ın önemli oranda geriletilmesi, Yemen ve İran’ın hava saldırılarına maruz kalması; sonuç olarak “Direniş Ekseni”nin büyük oranda yıpranmasını beraberinde getirdi. Bu eksenin yıpranması bir anlamda her ülke ve örgütün kendi yaraları ile uğraşması anlamına geliyordu. Bir yıldır sürdürülen bu süreçte Suriye’de Baas Rejimi’nin dayanak noktaları olan “Direniş Ekseni”nin ayakları birer birer çökerken, HTŞ’nin önü açılmış oldu.

Meselenin bir diğer yanı ise Baas Rejimi’nin kumanda ettiği ordunun büyük bir yıpranmışlık, yoksulluk içinde yaşadığı gerçekliği ve askeri teknolojisinin güne cevap vermemesi durumudur. ABD emperyalizminin “Sezar Yasaları”nın da devreye girmesi ile Suriye halkının ve özelde ordusunun yaşadığı yoksulluğun, katlanarak arttığı bir ortam yaratıldı. Yoksullaşmanın yanısıra halk, Baas rejiminin baskılarından nasibini almaya devam ediyordu.

Baas’a yön veren burjuva kliklerin ve feodal kesimlerin temel hedefi, salt kendi iktidarları ve bekaları olduğundan halka dayanma yerine Rus emperyalizmine dayanarak süreci yönetebileceklerini inanmışlardı. Suriye halkının yaşadığı yoksullaşma ve baskı koşulları ile halkın Baas rejimine olan desteğini yok denecek kadar azaltmış, bu durum Suriye ordusuna yansımış, ordunun motivasyonu kaybolmuş, savaş kapasitesi tükenmiştir. Bunun tamamen Suriye’de kanlı Baas sistemi üzerinden halkı sömüren komprador burjuva kesimlerin, bürokrasinin ve feodal kesimlerin halk üzerinde uyguladığı sistematik baskının, Araplaştırma siyasetinin bir sonucu olarak okunması gerekir. Milliyetçi sol söylemlerle iktidara gelen Baas, sonuçta ülkeyi kanlı ve gerici gruplar olan cihatçı kesimlere bırakarak tarihe karışmıştır.

Minbiç; TC’nin Gözünü Diktiği Kent!

Suriye’de rejim değişikliği yaşandığı anlarda doğrudan Türkiye beslemesi Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) asıl derdinin Rojava kazanımları olduğu hemen ortaya çıkmıştır. SMO’nun başkumandanı Erdoğan’ın aylardır lakırdı haline getirdi “Fırat’ın batısı” söylemleri eşliğinde, Minbiç’e yönelik büyük saldırılar organize edildi. Bu saldırılara büyük direnişle cevap veren Suriye Demokratik Güçleri (QSD), doğrudan TC devletine karşı savaştığının farkındaydı. TC, bu kargaşa sürecinde, yani emperyalistler arası dalaşın ve pazarlıkların savaş olarak vuku bulduğu bu süreçten faydalanarak Minbiç’i işgal etti. Minbiç’e önemli stratejik önem atfeden Erdoğan-Bahçeli kliği, SMO’nun pazarlık masasında elinin güçlendirilmesi için büyük bir uğraş vermektedir. 2014 yılında “düştü-düşecek” dediği Kobane’nin çevrelenmesi, adım adım Rojava devriminin boğulması amaçlanmaktadır. TC komprador burjuvazisi, Suriye pazarından ufak da olsa pay kapacağını bilmektedir. Asıl derdi ise Kürt ulusunun kazanımlarını, Rojava modelinin ortadan kaldırılmasıdır. Zira dünya genelinde büyük bir gericilik dalgasının estirildiği bir süreçte, TC komprador burjuvazisi de bu süreçte en ufak bir hak kazanımına, ilerlemeye, demokratik talebe tahammülünün olmadığını defalarca ispatlamıştır.

TC devleti Minbiç ile kalmayacak, Deyr Ezzor’da ve Rakka’da iç karşılıklık yaratmak, kuzeyden ise sürekli ve sistematik saldırılarla Özerk Yönetimi yıpratıcı bir stratejiyle devam edecektir.

Siyonist Rejim; “Vaat Edilen” Suriye Topraklarında İlerliyor

Siyonist İsrail’in, Suriye Rejimine öldürücü darbeleri vurması, HTŞ’nin işini elbette kolaylaştırmıştır. Esad’ın düşmesinden kısa bir süre sonra da, Suriye’nin tüm askeri kaynakları yok edildi. İsrail, 300’e yakın hava saldırısı ile tarihinin en büyük hava saldırılarını yaptığını duyurdu ve Suriye adeta “silahsızlandırıldı”. Bunun HTŞ’nin silahları ele geçirmesi ve İsrail’e karşı bir tehdit oluşturabileceği olasılığı ile bir alakası yoktur, zira HTŞ İsrail ile zaten güçlü bir bağ kurmanın arayışındadır. Esasen Suriye’de siyonizme karşı güçlü bir zemin vardır ve olası bir halk mukavemetinin önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Diğer yandan yeni kurulan Suriye rejimi, silah tekelleri için büyük bir pazar anlamına gelmiştir. İsrail açısından Colani, ancak ve ancak gerici Suudi Arabistan’ın prensi Salman’ın bir başka versiyonu olabilir.

İsrail, Golan bölgesine ve Şam’a 20 km. varana kadar olan geniş bir bölgeyi de denetimine almıştır. Suriye topraklarının bu parçası bilfiil İsrail ordusunun denetimine girmiştir. Ancak asıl mesele, Suriye’nin bir bütün olarak ABD-İsrail ve İngiliz ortak denetimine girmesidir. Bu anlamda yeni siyasal iktidar İsrail ile ancak efendi-köle ilişkisi babında bir ilişki geliştirebilir. Suriye’nin bütün altyapı-askeri kaynakları imha edilirken, Colani ve HTŞ’den en ufak bir tepki gelmemiş, aksine “Batıya şirin görünme” adına İsrailli ve diğer emperyalist şirketleri “yatırım yapmaya” çağırmıştır. Açıkçası emperyalizme, Suriye pazarını sunmak için adeta yalvarmaktadır.

Bir diğer tartışılan konu ise siyonist Rejim’in “David Koridoru” adı altında Hayfa Limanı’ndan Kerkük’e kadar uzanan petrol sevkiyat koridorudur. Benzer bir koridor planının 100 sene önce İngiliz emperyalizmi tarafından yapıldığı bilinmektedir. Tasvir edilen koridor, Kerkük’ten başlamakta, Rojava topraklarını takip ederek, Suriye-Irak ve Ürdün sınır hatlarına yakın bir mevkiden İsrail’e kadar uzanmakta ve deniz yoluyla nakliyat gerçekleştirilmesi amaçlanmaktadır. Ancak bu şimdilik bir spekülasyondan ibarettir.

Gerçek olan ise İsrail’in tüm Şam denetiminde olan alanlarda hakimiyet sağlayacağıdır. Irak Kürdistanı hattına daha hızlı ulaşarak, buradan mümkün mertebe İran’ı kuşatmaya alma imkanı ortaya çıkmıştır. Dün bu hatları İran kullanırken, gelecekte İsrail kullanacaktır. “David Koridoru” diye tabir edilen hat, Dürzilerin, Deyr Ezzor bölgesinin ve Irak Kürdistanı hattında ise Kürtlerin yaşadığı bir coğrafyadır. İsrail bir anda tüm etnik ve farklı ulusal kimlikte halkı, kendi imkanları için seferber etme olanağını elinde bulundurmaktadır. Daha şimdiden Suriye’nin güneyinde bulunan Süveyda Dürzilerinin İsrail ile ilişkilerini geliştirme yönlü adımlar attıkları basına yansımıştır.

Rojava; İki Tarafı Keskin Cendere

Şam’ın HTŞ tarafından ele geçirilmesi, Baas rejiminin düşmesinin bir diğer etkisi de Rojava devrimine yöneliktir. HTŞ, TC devleti ile direk bağları olan ve Rojava kazanımları ile taban tabana zıt ideolojik zeminde hareket eden bir yerde durmaktadır. Diğer yanı ile temsil ettiği burjuva ve feodal kesimlerin çıkarı gereği, tüm Suriye topraklarına hükmetme karakterine sahiptir. Bu hem ittifak kurduğu TC’nin en büyük isteği hem de Suriye üst sınıflarının, yeni zeminde palazlanmak ve kompradorlaşmak isteyen kesimlerin istemidir. Kuzey’de TC devleti ile güneyde HTŞ ile komşu olmak Özerk Yönetim açısından oldukça zor bir sürecin başladığı anlamına gelmektedir.

Emperyalist dengeler açısından Ortadoğu’da sadece NATO eksenli güçlerin borusunun öteceği bir süreç başlamıştır. Elbette bunun içinde ABD ve İngiltere öne çıkacak, İsrail ileri karakol rolünü daha geniş bir alanda serbestçe yürütebilecektir. TC burjuvazisinin zayıflığı, dışa bağımlı olması ve alanda söz sahibi olmaması, pazardan ancak kırıntı sayılabilecek pay ile yetinmek zorunda kalmasını beraberinde getirecektir. Bu anlamda TC’nin en fazla Kürdistan’a saldırması bu kırıntı pazar payını güçlendirmek istemesinden gelmektedir. Türkiye bir diğer yanıyla cihatçı/selefi kesimlerin arka bahçesi, aynı zamanda kendi sermayelerini büyütme alanı olarak da rol oynamaktadır. Özellikle son yirmi yılda cihatçı/selefi kesimlere hem devlet katında önemli destekler verilirken, aynı zamanda bu kesimlerin kendi sermayelerini geliştirmeleri için olanaklar sunuldu. Önümüzdeki süreçte bu destek ve palazlanma olanağı Erdoğan-Bahçeli kliği tarafından devam ettirilmek istenecektir.

Bu durum Kürdistan’ın tüm parçalarındaki gelişmeleri birbirleri ile daha bağlantılı hale getirmektedir. T.Kürdistanı açısından devletle savaş/müzakere eksenli yaşanacak gelişmelerin Rojava ile direk bağı mevcuttur. Aynı şekilde, Suriye içinde yaşanacak gelişmelerin de T. Kürdistanı ve orada yürütülen mücadele ile doğrudan bağı ve etkisi bulunmaktadır. Bu açıdan Rojava devrim kazanımlarının bir anlamda TC faşizmine karşı mücadeleye bağlı olacağı aşikardır. Suriye’yi ele geçiren güçlerin demokrasi dertlerinin olmadığı bilindiğinden, yakın süreçte Suriye topraklarında demokratik bir rejimin inşa edilemeyeceği (ki emperyalizm girdiği topraklarda demokrasiyi inşa etmez, aksine köstekler) tarihi tecrübelerle sabit olduğundan, Rojava devrim kazanımlarının korunması açısından Şam’dan herhangi bir beklenti içinde olmak, boş hayal anlamına gelir. Bu anlamda Türkiye topraklarında faşizme karşı mücadelenin yazgısı ve Rojava halkının yazgısı daha fazla örtüşmüş durumdadır.

Bu minvalde Özerk Yönetim sürecin dışında kalmamak için Şam’da tasarlanan “Geçici Hükümet” tartışmalarına dahil olma niyetini beyan etmiştir. Ancak TC devletinin yönelimi ise pratikte netleşmiştir. Til Rıfat, Şehpa ve ardından Minbiç’e yönelik SMO çetelerinin iplerinin salınması, Deyr Ezzor ve Rakka’da yaşanan olayları kışkırtması, TC’nin esasta Rojava’yı işgal etme niyetinde olduğunun teyididir. Bu durum herkes tarafından bilinmektedir.

TC devleti ancak düşmanları üzerinden kendisini var edebilir. Bu, onun komprador burjuva karakterinden gelmektedir. Bu anlamıyla uzlaşan değil, aksine kışkırtan; sömüren, soykırıma tabi tutan ve talan eden bir geleneğin temsilcisidir TC devletinin sahipleri. Bu açıdan Rojava Devrim kazanımlarının korunması, Türkiye ve Kürdistan’da yürütülen mücadelenin gelişmesine, halkın örgütlenmesine bağlıdır. Aynı şekilde Rojava direnişinin gelişmesi de, Türkiye ve Kürdistan’da yürütülen mücadeleyi etkileyecektir.

KDP, Kürdistan’ı Emperyalizme Pazarlama Kapısı

Kürt ulusunun özgürce ayrılma hakkının tanınmadığı, federatif ve özerk yönetimler statüsünde tutulduğunu, bu politikanın ise emperyalist güçlerce bilinçli uygulandığını referandum süreçlerinde tanık olunmuştur. Kürdistan’ın yüz yıl önce parçalanması, bugün devletleşme süreçlerinin farklı şekillenmesine zemin sunmuştur. Irak Kürdistanı bölgesinde KDP ve YNK partilerinin oluşması, 90’lar sonrasında federatif yapı oluşturmaları ulusal bir birliği yaratmamış, aksine her iki yapı arasında çelişkiler derinleşmiştir. Ulusal burjuvazinin karakteri gereği KDP ilk etapta ileri giderek ABD emperyalizmine yedeklenmiş, Türk kompradorlarına payanda olmuştur. Kendi çıkarı gereği bir diğer kesimi ezme dürtüsü taşımaktadır. Sadece Kürdistan Bölgesel Yönetimi alanına değil, tüm Kürdistan bölgesinin tek hakimi olma arzusundadır. Bu bağlamda gözünü Rojava topraklarına dikmiştir. ENKS’nin böylesi bir misyonu bulunmaktadır. Rojava devrim kazanımlarının karşısında yer almakta, T.Kürdistanı’nda yürütülen mücadelenin de karşısında durmaktadır. Medya Savunma Alanlarına, Rojava Özerk Yönetimi’ne düşmanlıkta sınır tanımamaktadır.

KDP’nin geliştirmeye çalıştığı bu strateji ile özellikle Şam’da rejimin değişmesini fırsat bilerek Rojava devrim kazanımlarına daha fazla saldıracaktır. Bu minvalde TC ve çeteler ile ortak bir hatta bulunmaktadır. Bu durumu işgal edilmiş olan Efrin’de görmek mümkündür. KDP, Rojava’nın işgal edilmesini, yağmalanmasını şimdiki duruma yeğ tutmaktadır. KDP sadece ve sadece Kürt ulusal özgürlük hareketine ve onun etki alanında bulunan tüm yapılara karşı savaşmakta, bunun dışında ise bir savaşımı söz konusu değildir. Aksine ABD, İngiltere ve İsrail denkleminde; kendi topraklarında ABD’nin ve TC’nin arka bahçesinde bahçıvan olmak için çırpınıp durmaktadır.

Yakına Ama İleriye…

Yaşanan sürecin dünya ezilen halklarının lehine bir durum yaratmadığı, diktatör Baas rejiminin düşmesi ile yeni bir zulüm iktidarının başladığını, dünya ezilen halkları derinden hissetmektedir. Demokratik Halk Devrimlerinin ve sosyalist devrimlerin olmadığı durumlarda, yönetimin el değiştirmesinin sadece bir diğer emperyalist kutbun çıkarına olacağını bir kez daha yaşamaktayız.

Emperyalist dalaş derinleştikçe, ezilenlere yönelik saldırılar dizginsiz bir şekilde devam edecektir. Baas tarafından ezilen Suriye halkını daha zalimce ezecek olan ve Suriye pazarını daha dizginsiz bir şekilde yeni emperyalist efendilerine açacak olan HTŞ’ye tabi kılmak, Suriye halkına yönelik yeni bir saldırı anlamına gelmektedir. Gericileşme dalgasının yeni hamlesi anlamına gelmektedir. Bunun mali desteği Katar’dan, askeri ve lojistik desteği Türkiye’den, ideolojik desteği Suudilerden gelmiştir. Ancak HTŞ’nin esasta ipleri ABD ve İngiliz emperyalizminin elindedir.

Dünya çapında genel gidişat emperyalist paylaşım savaşına doğru ilerlediğinden, tüm gelişmeleri bu minvalde okumak gerekir. Dolayısıyla sadece Suriye’de değil, emperyalizm girdiği tüm alanlarda daha fazla sömürü ve bağımlılık ilişkisi geliştirmekte, bu alanları paylaşım savaşına göre, tekellerin çıkarlarına göre dizayn etmektedir. Tüm yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarını daha acımasızca sömürecek, oradaki halkları ise kendi amaçları için daha acımasızca kullanmaktan imtina etmeyecektir.

Dolayısıyla özellikle bu süreçte Suriye’de genel bir istikrar olmayacak, düşük yoğunluklu savaş ve çatışma halleri devam edecektir. Halkların birbirlerine kırdırılması devam ettirilecek, emperyalist tekellerin önünde engel olmaktan çıkacaklardır. Bunun anlamı ise HTŞ’nin Şam’da iktidara taşınması, ezilen halkın öfkesini engelleyemeyecektir aksine derinleştirecektir, zira yeni devlet yapılanmasının işbirlikçilik kıstaslarına göre dizayn edildiğini Suriye halkı yaşayarak görmektedir.

Bunca gürültü arasında demokratik halk devrimi, enternasyonalizm, kadın hakları, anti-emperyalizm, anti-faşizm vb. hedeflere yönelik sesler daha cılız kalmaktadır. Fütuhat, fetih ve yeni Osmanlıcılık büyük yaygaralarla alıp başını gitmektedir. Ancak tüm bu gürültüler, halkın yoksullaşması, işgal/soykırım/göçertme vb. uygulamalara karşı halkların yükselen öfkesi karşısında tuzla buz olacaktır.

Gelişmelerin genel bir çerçevesine bakıldığında görevlerimizin ne denli elzem hale geldiği ortaya çıkmaktadır. İşçi sınıfının ve ezilen halkın kabaran öfkesini doğru tarzda örgütleyebilmek için anı yakalayan politikalara sımsıkı sarılmamız gerekir. Bu süreçte ilişkilenmenin, yarın harekete geçirmek anlamına geldiğini bilerek, harekete geçenin yarın öncüleşebileceğini kavradıkça atılan küçük adımların kıymeti daha net anlaşılabilir. Faşizmi, emperyalizmi, TC’nin yeni Osmanlıcılık oyunlarını teşhir ettikçe; Kürt ulusunun demokratik kazanımlarını, Rojava devrimini savundukça bu adımların ileriye dönük yanı daha belirgin hale gelecektir. Bugün görülmeyen yarın muazzam etki yaratabilir, yeter ki bu inanç ve kararlılıkla andaki rolümüzü yerine getirelim. Bugün teşhir etmeden, yarın mücadele yürütülemez.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu