GüncelMakaleler

SENTEZ | Ortadoğu’nun “Hasta Adamı”

"AKP-MHP faşizmi baş aşağı irtifa kaybederken geriye yıkıntıdan başka bir şey bırakmak istememektedir. Herkes hesabını bu gerçeklik üzerine kurmuş ve kendi pozisyonu belirlemeye çalışıyor. Hasta adamı kurtarma misyonunu da CHP-İYİ Parti üstlenmiş gibi duruyor."

Rus Çarı 1. Nikolay tarafından ilk defa Balkan coğrafyasında ardı adına yaşanan savaşlarda toprak kaybeden Osmanlı İmparatorluğu için kullanılan “Avrupa’nın hasta adamı” deyimini, bugünlerde “yeni Osmanlıcı” hayallerine dizginsizce kendini kaptıran AKP-MHP faşizminde temsilini bulan, TC devleti için kullanmak yanlış olmayacaktır. Yüzyıl önceki “Avrupa’nın hasta adamı”, son yıllarda Ortadoğu’nun hasta adamına dönüşmüş durumdadır.

Faşist şef R.T.Erdoğan’ın selefi ve aynı zamanda ideolojik referans kaynağı olan 2. Abdülhamid, Osmanlı Devleti’ni İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya’nın dev bir şirketine dönüştürmüş ve kendisi de bu emperyalist güçlerin bir kuklası haline dönüşmüştü. İttihat ve Terakki Partisi de Osmanlı’nın bu hasta halinden faşist Turancı ideolojisini gizlemek adına ve iktidara gelebilmek için “hürriyet, eşitlik, kardeşlik, adalet” gibi kavramlarla diğer halkları ilk başta kandırabilmiş ve hasta olan imparatorluğun başına geçerek iktidarı alabilmişti. Bu tarihsel gerçeklik bugünlerde, -herkesin bir yerde saf tutmaya çalıştığı ortamda- bir tarafa not edilmelidir.

AKP-MHP faşist iktidarı da, iktidar olduğu yıllar boyunca ülkeyi tam bir şirket gibi yönetmiş, bütün bir coğrafyayı şantiye alanına çevirmiştir. AKP ve onun “ekonomist” olan başkanı, satmadık bir ağaç gölgesi dahi bırakmamıştır. Ne kadar ekonomist olduğu bir yana, iktidar olduğu dönem boyunca kullanışlı bir pazarlama elemanı olduğunu ispatlamıştır. Gelinen aşamada yukarıda saydığımız emperyalist devletlerin yanına ABD ve Çin’i de ekleyerek Türkiye’nin bu devletler için bir şirket haline dönüştüğünü ve bu şirketin pazarlama departmanının başında da Erdoğan’ın oturduğunu belirtelim.

Erdoğan’ın kendisinin ne kadar iyi bir ekonomist olduğuna dair yaptığı açıklamaların arka fonunda ifade ettiği şey, kendisinin aslında efendileri için ne kadar iyi bir pazarlamacı olduğu ve işlerin iyi gitmediği bu süreçte kendisini “deliğe süpürmemeleri” gerektiğine yapılan göndermelerdir.

AKP-MHP faşist iktidarı için son dönemde işler iyi gitmemektedir. Yaşanan ekonomik kriz ve Türk lirasının dolar karşında her geçen gün erimesi, başta işçi ve emekçiler olmak üzere toplumun geniş kesimlerindeki yoksullaşmayı derinleştirmiştir. Diğer taraftan başta beşli çete olmak üzere Türk komprador burjuvazisinin daha fazla palazlandığı da diğer bir gerçektir. Toplumsal çelişkiler derinleşirken sınıf mücadelesinde çatışma ve mücadele alanları artmakta ve yaygınlaşmakta yani sınıf mücadelesi kazanı kaynamaktadır.

AKP-MHP faşizmi için işler ülke içinde ne kadar iyi gitmiyorsa dışarıda da sarpa sarmış durumdadır. TC, emperyalistlerin Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Doğu Avrupa’da rekabetinin orta yerinde kalmıştır. Buna, Karabağ ve Afganistan’daki gelişmelerle birlikte Kafkaslar da eklenmiştir.

Bu coğrafyalarda emperyalistler arasında süregelen rekabet, çatışma ve paylaşım mücadelesinde kendisince bir denklem kurmaya çalışmakta fakat her defasında kendini bir emperyalist devletin kapısında beklerken bulmaktadır. TC devleti bir tarafta ABD için kapısının önünü temizlerken diğer taraftan Rus postallarını cilalamakta, Çin’e kapı açarken Avrupa’ya el sallamaktadır. Fakat her seferinde efendilerinden azar işitmekte ve kendisine uşak rolü hatırlatılmaktadır.

Dış politikada AKP-MHP faşizminin temel rotası “yeni Osmanlıcılık” olarak tarif edilmektedir. Bu söylem altında işgal ve ilhakçı politikalarına içeride ve dışarıda meşruluk kazandırmak istemekte ve rıza sağlamaya çalışmaktadır. ABD ve Rus emperyalistleri de kendi çıkarları doğrultusunda bu politikaya zaman zaman yol vermek durumunda kalmışlardır. Özellikle Suriye, Rojava, Libya ve Karabağ’da TC’nin önü belli bir yere kadar açılmıştır.

Aslolan emperyalist rekabet ve paylaşım olduğundan TC devletinin kendi rolünü, durduğu yeri unutan kimi pratikleri karşısında ABD ve Rusya’nın tepkisi sert olmuştur. S-400 ile başlayan kriz henüz çözülebilmiş değildir. En son ABD ve NATO’nun onayı ile Ukrayna’ya satılan TB 2 SİHA’larının Donbas’ta Rus yanlısı milis güçlerine karşı kullanılması sonrası benzer tepkiyi Rusya’dan da görmüştür. ABD, ekonomik ve askeri alanda yaptırım yoluna giderken Rusya doğrudan İdlib’te askeri misillemede bulunarak karşılık vermiştir.

 

Rojava’ya saldırı hastalığı iyileştirmez!

TC’nin Rojava topraklarını son işgal etme girişimini, bu siyasi denklem içinde değerlendirmek gerekmektedir. Bilindiği gibi faşist Erdoğan, Ekim ayının başlarında yeni bir işgal ve ilhak harekatının sinyalini vermiş ve Rojava sınırına TC ordusu tarafından askeri yığınak yapılmıştı. Kamuoyunda Til Temir, Til Rıfat, Menbiç ve Kobanê yeni işgal alanları olarak belirlenmişti. Bu alanlar üzerine senaryolar üretilmiş ve stratejiler çizilmişti. Hatta ağustos ayından itibaren de “atış serbest” diyerek Til Temir, Eyn Îsa ve Menbiç hattında yoğun bir bombardıman aralıksız sürdürülmüştü. Bu bombardıman halen de devam etmektedir.

Son dönemde özellikle Kobanê, TC devletinin yeni hedefi olarak öne çıkarıldı. Bunun nedeni ayrı bir konu fakat TC devleti yeni işgal planı için Rusya ve ABD’den istediği onayı halen almış değildir. Erdoğan’ın “Bir gece ansızın gelebiliriz” sözünün havada kaldığı görülüyor.

TC devletinin işgal tehdidi devam etmekle birlikte bölgedeki aktörlerin ve denklemin iki sene öncesine göre değiştiği yönlü vurgular faşizmin güvenlik uzmanları tarafından da yapılan değerlendirmeler arasında yer almaktadır. TC’nin güvenlik uzmanları tarafından “operasyon” tarzında değişiklik yapılması önerilmektedir. Bu “operasyon”un nasıl olacağı ise karşılıklı güç dengelerinin andaki durumuna göre şekillenecektir.

SDG komutanı Mazlum Abdi’nin “Rusya ve ABD yeni bir işgal saldırısının olmayacağına dair bize söz verdi” dediği husus da bununla alakalıdır. ABD Başkanı J. Biden ile Rusya Devlet Başkanı V. Putin arasında yapılan görüşmede Suriye’nin geleceği hakkında da konuştukları, Rojava’nın da gündemler arasında yer aldığı ve “ne olacak bu Kürtlerin durumu” mealine gelecek tarzda bir tartışma yürüttükleri ise yine basına yansımıştı.

Bu konuda resmi olmasa bile prensipte bazı konularda anlaştıkları sahadaki konumlanışlarına yansımaktadır. Serêkanîyê’nin işgalinden sonra Rusya’nın Fırat’ın doğusu ve batısında ağırlığının arttığı ve özellikle hava hakimiyetinin Rusya’nın kontrolüne geçtiği biliniyor. Rusya buradaki ağırlığını pekiştirmek için özerk yönetime karşı Türk SİHA’larını bir tehdit unsuru olarak kullanıyor. Öte taraftan BAAS rejimi ve SDG ile birlikte Til Temir ve Eyn Îsa’da ortak tatbikat yaparak TC’ye mesaj yolluyor.

Özellikle İdlib başta olmak üzere Suriye ve Rojava’da TC’nin işgal ettiği bölgelerde zorlandığı, çeteler arasında giderek yoğunlaşan çatışmaları durduramadığı, işgal bölgelerindeki halkın ekonomik olarak yaşamlarını sürdürmekte açlık sorunu ile yüz yüze kaldığı görülüyor. Öte yandan fidye için insan kaçırma, tecavüz, hırsızlık, yağma gibi olaylar işgal bölgelerinin rutini haline gelmiş durumdadır.

Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz işgal bölgelerine daha ağır yansıyor. İdlib’te de çeşitli çete gruplarının TC devletinin onları yarıda bırakacağı düşüncesi giderek ağırlık kazanıyor. Hatta bu bölgede TC askerlerine yapılan bazı saldırılarda İdlib ve çevresinde bulunan farklı çete gruplarından doğru geliştiği ifade ediliyor.

En son Fırat’ın batısında TC devletinin bulunduğu bir noktaya yapılan saldırı ve devletin ağır kayıp vermesi, Rusya’nın Türk askerlerinin bulunduğu noktaları bombalaması sonucu bölgede görev yapan bazı generallerin istifa ya da bu yönlü rahatsızlıklarını dile getirmelerinden kaynaklı istifa ettirildiği de basına yansımıştı. Bu tablodaki tüm parçaları birleştirdiğimizde TC’nin bölgede ki işgali sürdürmede bir hayli zorlandığı ve bunun giderek de derinleştiği görünüyor. İç siyasette de işgal saldırılarının maliyeti polemiklerin gündemini oluşturuyor.

 

Stratejik Derinlikten Stratejik Yalnızlığa

TC devletinin büyük bir iddia ve iştahla gittiği Libya’da da durumlar pek parlak görünmüyor. Libya’daki varlığı da buradaki kaosun tırmanmasında bir etken olarak görülüyor. TC’ye bağlı çetelerin Libya’da işlediği suçlar bir yana devletin desteklediği milis gruplarının ülkeyi yeni bir iç savaşın eşiğine getirdiğinden bahsediliyor.

Libya’da Hafter ve Seyf’ul İslam’ın yapılacak seçim için adaylıklarını açıklamasından sonra, TC devletinin desteklediği milis grupları seçim merkezlerini basmış ve savaş başlatacaklarının tehdidinde bulunmuşlardır. Eğer seçimlerin olmadığı ve yeni bir iç savaş başladığı taktirde sorumluluğun hepsi olmasa dahi faturanın ağırlıklı bölümünün TC devletine kesileceği ifade ediliyor.

TC’nin diğer bir adımı da büyük bir gürültü patırtı eşliğinde Doğu Akdeniz’deki olası “oldu bitti”lere izin vermeyeceği yönündeydi. Fakat burada da emperyalistler gerçek efendinin kim olduğunu bir kez daha hatırlatmış ve burada geri planda bir rol vermişlerdir. Doğu Akdeniz’den geri çekilmek zorunda kalmıştır. AKP-MHP iktidarı iç siyasette Doğu Akdeniz meselesini büyük bir dikkatle gündeme taşımamaya özen göstermektedir. Yunanistan’ın ve Mısır’ın bu alanda TC’ye karşın pozisyonlarını güçlendirdiği gözlemleniyor. Özellikle ABD ve Yunan devletinin Ege’de ortak yürüttükleri tatbikatlar TC egemen sınıflarını oldukça ürkütmüşe benziyor.

Başa dönersek Ortadoğu’nun hasta adamı bulunduğu her cephede kan kaybetmeye devam ediyor. İç ve dış siyasette AKP-MHP iktidarı muhalefetten istediği desteği artık alamıyor. Özellikle son tezkere oylamasında CHP’nin hayır oyu vermesi egemen sınıflar arası iktidar mücadelesini kızıştırmıştır. Bu AKP’de temsilini bulan perde oyununda sona gelindiğine ve yeni bir sürecin işlediğine işaret ediyor. Egemen sınıfların muhalefetteki kanadı olan CHP-İYİ Parti ittifakı AKP sonrası için kendini iktidara hazırladığı ve AKP için geri sayımın başladığını gösteriyor.

Diğer taraftan CHP’nin bu tavrı kimi çevrelerce Kürt ulusal sorunu karşında geleneksel devlet aklının dışına çıktığına yöneliktir. Bu kesinlikle doğru değildir. Bu tavır daha sonrasında “Kandil’in yerle bir edileceği” şeklinde devam ettirilmiştir. Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” ile “Kürt sorununu ben çözeceğim, gelecekte kardeşliği yaratan biri olarak anılmak istiyorum” gibi söylemleri işçi ve emekçileri kandırmanın yanında, aynı zamanda Kürt halkına yeni tuzakların hazırlandığı şeklinde yorumlanmalıdır.

Yüzyıl önce İttihatçılar ve Kemalistler, iktidara gelmeden önce Ermenilere, Süryanilere, Rumlara “eşitlik, kardeşlik” sloganları eşliğinde nasıl bir kıyım gerçekleştirdiler ise bugün de Kürtlere AKP sonrası benzer bir tuzak kurulmaya çalışılıyor. CHP’nin akıl kodları, İttihatçıların-Kemalistlerin devlet aklının devamı ve sürdürücüsü durumundadır. Bu açıdan Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışı ve söylemleri, iktidarı alana kadardır. Sonrasında olacakları görmek için ise biraz tarihte olanlara bakmak yeterlidir. CHP’nin misyonu AKP-MHP faşizmi kan kaybederken hasta adamı kurtarmak içindir.

 

Amaç özgürlük istemeyen Kürt’ün yaratılmasıdır

Burada bir parantez de Kürt sorunu ekseninde Kürt Ulusal Özgürlük Hareketine açmakta fayda vardır. Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi, tüm alanlarda 2023 ve AKP sonrası için kendi pozisyonu korumaya ve esasta mevcut kazanımları korumak ve elde edilen statükoyu sürdürme üzerine kurmuştur.

Özellikle Rojava için Mazlum Abdi’nin değerlendirmelerinden bu sonucu çıkarmak pekala mümkündür. Benzer durum gerilla alanları ve demokratik alan için de geçerlidir. TC’nin Medya Savunma Alanlarına yönelik başlattığı işgal saldırılarında gerilla karşısında istediği sonucu alamamıştır.  En son işgal ettiği Werxelê ve Tabûra Ereba’dan çekilmek durumunda kalmıştır.

Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi de hesaplarını AKP sonrası için yaptığı ve hazırlığını buna yönelik geliştirdiği için her alanda direnme pozisyonu olarak belirliyor. Kürt Ulusal Özgürlük Hareketinin tek düşmanı TC devleti değildir. Bulunduğu her alanda bölgedeki devletlerle çatışmak zorunda kalması, özellikle ABD emperyalizminin “PKK’siz Kürt” isteğindendir.

Rojava yönetimi üzerinde bu yönlü baskılarını sürdürüyor. Her ne kadar TC’nin işgal saldırısına şimdilik yeşil ışık yakmasa da Rojava’da TC devletine “PKK kadrosu olarak değerlendirdiği kişilere suikast gerçekleştirme hakkı” tanıdığını, bu konuda TC devletine hava sahasını açtığını yapılan suikastlardan ve TC devletinin bu yönlü açıklamalarından biliyoruz. Emperyalistlerin ve bölge gerici devletlerinin Kürt sorunu karşındaki pozisyonu özgürlük istemeyen Kürtlerin yaratılmasıdır. Her yönü ile biat eden Kürt istemektedirler. Bu açıdan Kürt Ulusal Özgürlük Hareketinin yaratmış olduğu kazanımların korunması kendisine devrim misyonu biçen her kesimin görevi olmak zorundadır.

AKP-MHP faşizmi baş aşağı irtifa kaybederken geriye yıkıntıdan başka bir şey bırakmak istememektedir. Herkes hesabını bu gerçeklik üzerine kurmuş ve kendi pozisyonu belirlemeye çalışıyor. Hasta adamı kurtarma misyonunu da CHP-İYİ Parti üstlenmiş gibi duruyor. Öte yandan kazan kaynıyor, devrim köstebeği kazmaya devam ediyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu