Lenin, proletarya diktatörlüğü sorununun, uluslararası işçi sınıfının en temel sorunu olduğunun altını, hiçbir şüpheye yer vermeden net olarak çizmiştir:
“Proletarya diktatörlüğü sorunu, istisnasız tüm kapitalist ülkelerde modern işçi hareketinin temel sorunudur. Bu sorunda tam açıklığa kavuşmak için, onun tarihini bilmek gerekir. Uluslararası bir ölçek koymak gerekirse, genelde devrimci diktatörlük ve özelde proletarya diktatörlüğü öğretisinin tarihi, devrimci sosyalizmin tarihiyle, özellikle Marksizm’in tarihiyle örtüşür. Ayrıca –ve tabii ki bu en önemlisidir- ezilen ve sömürülen sınıfın sömürücülere karşı tüm devrimcilerin tarihi, diktatörlük sorununa ilişkin tüm bilgimizin ana malzemesini ve ana kaynağını oluşturur. Her devrimci sınıfın, zafer kazanmak için kendi diktatörlüğünü kurmak zorunda olduğunu kavramamış olan, devrim tarihinden hiçbir şey kavramamıştır ya da bu alanda hiçbir şey bilmek istememektedir.” (17)
Küçük burjuva oportünizmin temel sorunu, ücretli sömürü sistemi kapitalist toplumu yıkıp yerine sosyalim ve komünizm inşa olmadığı için, proletarya diktatörlüğü yerine kolayca ve rahatlıkla “halkın devleti” ibaresini, arada niteliksel bir ayrım yokmuşçasına koyabilmektedir. Küçük burjuvazi sınıf mücadelesini kabul etmeyi yeterli gördüğü için, komünizm sorununu tarihsel bir sorun olmaktan öte, taktiksel bir sorun olarak ele aldığından, “halkın devleti” sorununu proletarya diktatörlüğü yerine geçirmekte bir beis görmüyor.
“Marx’ın devlet üzerine öğretisinin özünü -der Lenin- ancak, bir tek sınıfın diktatörlüğünün yalnızca genelde her sınıflı toplum için, yalnızca burjuvaziyi devirmiş olan proletarya için değil, ama aynı zamanda kapitalizmi ‘sınıfsız toplumdan’, komünizmden ayıran tüm tarihsel dönem için gerekli olduğunu anlayanlar kavramışlardır.”(18)
Proletarya diktatörlüğü yerine “halkın devleti” önermesini ileri sürenlerin bir gerekçesi olarak da “diktatörlük” kelimesinden vazgeçmek gerekiyormuş ve halk bu kelimeden korkuyormuş ve aynı zamanda “demokrasi”yi dıştalıyormuş vb. gibi burjuva zırvaları ileri sürmekten de geri durmuyorlar.
Lenin, Macar işçilerine selam gönderdiği konuşmasında ise şunları söylüyor:
“Ama proletarya diktatörlüğünün özü, tek başına, ya da hatta esas olarak kuvvet değildir. Bunun başlıca özelliği, amacı sosyalizmi kurmak, toplumun sınıflara bölünmüşlüğünü ortadan kaldırmak, toplumun her bireyini çalışan insan haline getirmek, ve insanın insan tarafından sömürülmesinin her türlü temelini yok etmek olan proletaryanın, çalışan halkın ileri müfrezesinin, onların öncüsünün, tek liderinin örgütlenmesi ve disiplinidir.”(19)
Stalin ise, proletarya diktatörlüğü konusunda Lenin’in yolundan devam eder.
“Proletarya diktatörlüğü … sadece sömürücü sınıflar üzerine uygulanan zor demek değildir, ve hatta her şeyden önce, zor değildir. Bu devrimci zorun iktisadi temeli, onun canlılığının ve başarısının güvencesi, proletaryanın kapitalizme oranla toplumsal çalışma örgütlenmesinin üstün bir tipini sunması ve gerçekleştirmesidir. Sorunun özü buradadır. Komünizmin kaçınılmaz tam zaferinin güç kaynağı ve güvencesi buradadır.”(20)
Ülkemizde de “sol” liberal Birikim’ci, Ömer Laçiner, daha 1978 yılında, Lenin ve Stalin’in savunduğu “proletarya diktatörlüğünü”(21) yanlış buluyordu. Ve bu liberal “sol”lar, Marksizm karşıtı kim varsa, onları Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’nun karşısında “haklı” çıkarırlar. Bu nedenle, kendini Marksist saflarda görenler ile “sol” liberallerin “ineğe inek” demeleri de aynı değildir. Onlar, ineği sağmal, Marksistler ise öncelikle canlı bir organizma olarak görürler ve “sağmal” oluşunu, tarihsel materyalizm içinde ele alıp incelerler. Bu yaklaşım, nitel bir farktır.
Laçiner, 1978 yılında Birikim Dergisi’nde “Sosyalizmin Temel Sorunları” başlığı altında yazdığı yazıda şöyle diyordu:
“Proletarya diktatörlüğünün Marksizmin özü olduğunu öne süren III. Enternasyonal’in ihtilalci eğilimi, bu kavramı yadsıyan ve “demokratik sosyalizmi” savunan II. Enternasyonal eğilimini Marksizm düşmanı olarak nitelemiş, aralarında uzlaşmaz derin bir karşıtlık olduğunu belirterek tüm ilişkilerini koparmıştı.”(22)
Birikimciler, zamanla, elbette bütün suçu Stalin’e atacaktır. II. Enternasyonal’le III. Enternasyonal arasında fazla bir fark olmadığını da yazacaklardır. Ve ikisini de uzlaştırmak isteyeceklerdir. “Lenin neyse”, “ah bir Stalin olmasaydı”, “demokratik sosyalizm” gelip yerleşecek ve sınıfsız toplumda kurulmuş olacaktı. Bunlar, 1978’lerde savunuluyordu ancak, elbette önceli vardı. 1960’larda Kuruşçev’in “halkın devletini” savunması ve Avrupa’nın bir zamanlar “saygın” KP’lerinin Kruşçev’in peşinden giderek kendi emperyalist burjuvalarıyla uzlaşmaları sonucu, “Avrupa Komünizmi” adı altında geliştirdikleri sınıf uzlaşmacılığı teorisini savunmaları, ülkemizde, Aren-Boran-Aybar ve de Birikim vb. çevrelerde adresini bulmuştu.
Kendine MLM diyen kimi küçük burjuva devrimcileri, “proletarya diktatörlüğüne” karşı çıkarken, II. Enternasyonal’in ve “Avrupa Komünizmi”nin, “demokratik sosyalizmi”ni ve “güleryüzlü sosyalizmini” de incelemelidir. Kendi savundukları ile bunların savundukları arasındaki farkları ortaya koymalıdırlar. Ne var ki, bu benzerliğin salt biçimsel düzeyle sınırlı olmayıp, içerikte de olduğu görülecektir.
Kapitalizme ait ne varsa yıkılmadan sosyalizm asla ve asla inşa olmaz ve toplum, sınıfsız topluma, komünizme erişemez. Sosyalizm içinde var olan kapitalizme ait olan tüm öğeler (ufak ya da büyük), sosyalizmin inşası önünde ciddi bir ayak bağı ve aynı zamanda, kapitalizme dönme tehlikesini içinde barındıran bir içerikte olur. Sosyalist devlet içinde bürokratik yapıyı kırmak ya da bunun gelişmesinin önüne geçmek; işçi sınıfının örgütlü bir şekilde devreye girmesinin tüm koşullarının oluşturulması ve sağlam bir işçi sınıfı örgütlenmesinin her alanda yaratılması ve devlet mekanizmalarının kontrolünün işçi denetimi altına alınmasıyla gerçekleşebilir.
Oysa, sosyalizmde bürokratik örgütlenmenin önüne geçmenin yolu, işçi sınıfı dışında küçük burjuva emekçi kesimlerin devlete egemen olmasını sağlamakla ya da onları, “önder” olarak önderliğe ortak etmekle olamaz. Bir taraftan, “bürokratik örgütlenmeyi önleyelim” derken, diğer yandan küçük üretimin yaygınlaşması ve giderek kapitalist büyük üretime dönüşmesinin yolları açılmış olur ve bunun sonucu, sosyalizmin yıkılmasıdır. Sosyalist devletlerin yıkılmasının nedenleri arasında bunları bulabilirsiniz. Özgürlüğü üretim ilişkilerinden bağımsız ele almak, sapla samanı birbirine karıştırmak olduğu gibi, bu aynı zamanda idealistçe bir yaklaşımdır da. Üretim ilişkilerinin niteliği, özgürlüğün sınıfsal niteliğini de belirler.
Sosyalizmin ve nihayetinde komünizmin anlamı; kapitalist olan her şeye saldırmak ve yıkmaktır. Ve elbette, başta, kapitalist “özgürlük” denen şeye de saldırmak ve yıkmaktır. Sınıfsız temelde özgürlüğü onun yerine kurmak ve inşa etmektir.
Kapitalist “demokrasi” ve kapitalist “özgürlük”, üretim araçlarının belli ellerde toplanmasının özgürlüğüdür. Üretim araçlarına sahip olanların özgürlüğü, ona sahip olamayanların ise köleliği anlamındadır. Emekçilerin devletinin ekonomik adı olan küçük üretim ise, bu tip “özgürlüğün” gelişmesinin en küçük temel birimleridir. Toplumsal iş bölümü kalkmadan sosyalizmi sınıfsız (komünist) topluma dönüştürmek ya da en azından, bürokratik gelişmeleri ortadan kaldırmak ya da devlet varken sınıfları ve sınıf çatışmalarını ortadan kaldırmanın hayal olduğu görülmelidir. Bunlar, proletarya diktatörlüğü altında geliştirilebilecek bir sürecin ürünü olacaktır.
Proletarya diktatörlüğü ya da proletarya demokrasisi (sosyalist demokrasi) ile burjuva diktatörlüğü ve burjuva demokrasisi karşı karşıya getirildiğinde, proletarya demokrasisi, “en demokratik” burjuva demokrasisinden ya da devletinden, her yönüyle daha demokratiktir. Bu ikisinin biçimsel olarak karşılaştırılması halinde dahi, sosyalist demokrasi burjuva demokrasisinden bin kat daha demokratiktir. İçerik ve biçimsel olarak da bu böyledir. Sömürünün olduğu yerde, insanların elinden bütün geçim araçları özel mülkiyet adı altında bir avuç burjuvazinin elinde toplandığı bir sistemde, çoğunluğun özgürlüğünde ya da çoğunluk için demokrasiden söz etmek, tam da, sömürü ve baskı rejimini gizlemek için bir avuç burjuvaziye özgü bir sahtekarlık ve iki yüzlülüktür.
Peki, burjuvazinin diktatörlüğü burjuvazi için özgürlük proletarya ve emekçiler için ise sömürü ve baskı oluyorsa, proletarya diktatörlüğü neden işçiler için bir “zulüm cenneti” olsun?
Proletarya kendi kendine mi baskı uygulayacak?
Sömürü yoksa baskı da yoktur. Üretim araçlarının özel mülkiyeti yoksa, sömürü de baskı da olamaz. Çünkü, üretim araçlarının özel mülkiyeti, sömürü ve baskıyı koşullar. Bu ayrım önemlidir. Bu ayrım gözden ırak tutulduğunda, tam da küçük burjuva oportünizminin düştüğü çukura; burjuva sahtekarlıklarını kitlelere şirin gösterme yanlışına düşülür.
Marksizm’in kurucularından Engels “Gotha ve Erfurt Programlarını” üzerine, August Bebel’e gönderdiği mektupta, halkçı devlet sorununa da değinir ve şöyle der:
“Devlet, savaşımda, devrimde devrim düşmanlarını bastırmak için yararlanmak zorunda olduğumuz geçici bir kurumdan başka bir şey olmadığına göre, özgür halkçı bir devletten söz etmek saçmadır; proletaryanın devlete gereksinimi olduğu sürece, o, bunu, özgürlük için değil, hasımlarını alt etmek için kullanacaktır. Ve özgürlükten söz edilmesi olanaklı olduğu gün, devlet, devlet olarak ortadan kalkacaktır.”(23)
Lenin’in öğretileri Leninizm proletarya diktatörlüğü konusunda da hala günceldir ve proletarya diktatörlüğü savunulmadan sosyalizm inşa edilemeyeceği gibi komünist toplum da kurulamaz. Daha doğrusu, proletarya diktatörlüğü savunulmadan burjuva diktatörlüğü olan kapitalist toplum yıkılamaz ve yerine proletarya önderliğinde sosyalizm kurulamaz ve proletarya diktatörlüğü olmadan sosyalizmden komünizme geçilemez.
Lenin ve komünist parti
Lenin, Rusya’da sınıf mücadelesi içine atıldığında, öncelikle, Marksizm’in temel ilkeleri temelinde; proletaryanın örgütlülük sorununu ve onun öncü partisi olan komünist partisinin örgütlenmesi ilkelerini ele almıştır. Çünkü, burjuvaziye karşı savaşta proletaryanın en temel savaş aracı olarak komünist partisini görmüştür.
Burjuvazi, kitleler üzerinde uyguladığı diktatörlüğünü, kitlelerin örgütsüz kendisinin ise muazzam derecede örgütlü oluşunda yatmaktadır. Burjuvazi, kendi örgütlülüğünü burjuva devleti içinde somutlaştırmıştır. İdeolojik, siyasi, kültürel ve bunların yanında burjuva zorun temsilcisi askeri, bürokrasi, mahkemeler, hapishaneler, polis vb. zor aygıtlarıyla, kitleler üzerinde sıkı bir denetim kurmuştur.
Bir avuç burjuvazinin geniş kitleler üzerindeki bu diktatörlüğünün yıkılması, ancak ve ancak kitlelerin, daha açık bir ifadeyle işçi sınıfının sağlam bir örgütlüğüne bağlıdır. Bu da ancak sınıfın öncü partisinin Marksist-Leninist-Maoist (MLM) dünya görüşüyle donanmasına ve proleter çelik disipline sahip olmasıyla gerçekleşebilir.
Rusya’da Ekim Devrimini gerçekleştiren ve sosyalizmin inşasına önderlik eden Lenin’in kurduğu Bolşevik Parti’nin ilkeleri hala geçerliliğini korumaktadır. Ne var ki, günümüzde, genelde Leninist parti ilkeleri oportünistlerin saldırılarına yoğun bir şekilde maruz kalmaktadır. Ve uluslararası komünist hareket (UKH) içinde, bu çarpıtmalara karşı direnen ve Leninist parti ilkeleri etrafında örgütlenen çok az sayıda komünist partisi vardır.
Leninist parti ilkesinin en temel özelliklerinden biri, onun işçi sınıfının öncü partisi olmasıdır. Bunun anlamı; partinin işçi sınıfı içinde örgütlenmesi, işçi sınıfı içinde inşa olması ve işçi sınıfına sıkı sıkıya bağlı olarak, sınıf mücadelesinde işçi sınıfına önderlik etmesi, somut koşulların somut tahlili ışığında onun strateji ve taktiklerini belirlemesidir.
İşçi sınıfının öncü partisi, sınıfın en ileri öncülerini saflarında toplamalıdır. Ama, en geri kitleleri de örgütlerken kitle kuyrukçuluğuna düşmeden bunu başarmalıdır. Kendiliğindenci kitle hareketlerinin peşinden sürüklenmek yerine, sınıfın en ileri çıkarlarını dikkate alan ve devrimci eyleme geçiren ileri bir hareket örgütlemelidir.
Lenin, Bir Adım İleri, İki Adım Geri adlı eserinde şöyle der:
“Biz bir sınıfın partisiyiz. Bu yüzden, hemen hemen bütün sınıfın (ve savaş sırasında, iç savaş sırasında bütün sınıfın) bizim partimizin önderliğinde hareket etmesi, mümkün olduğu kadar yakından bizim partimize bağlanması gerekir. Ama kapitalizmde, bütün sınıfın, ya da hemen hemen bütün sınıfın öncüsünün, yani kendi sosyal-demokrat partisinin bilinç ve eylem düzeyine çıkabileceğini düşünmek manilovizm ve “kuyrukçuluk” olur.”(24)
Lenin’in, “Bir Adım İleri İki Adım Geri” eseri, RSDİP içindeki devrimci kanat (Lenin) ile oportünist kanat arasındaki öğretici tartışmaları içermesine karşın bugün de öğretici yanları oldukça fazladır. Özellikle o süreçte II. Enternasyonal’in oportünist kanadının uluslararası komünist hareket içinde etkinliği fazlaydı. Örneğin, parlamentarizm ve kitle kuyrukçuluğunda başı çekiyorlardı. Partinin görevini devrim yapmak değil, burjuva seçimlerine katılmakla yeterli olarak sınırlıyorlardı. Bu oportünist anlayış elbette bugün de devam etmektedir. Birçok işçi sınıfı partileri, mücadelelerini salt burjuva parlamentosu içinde yer almakla sınırlamışlardır. Oysa, işçi sınıfı partisinin esas görevi, burjuva diktatörlüğünü yıkarak sosyalizmi gerçekleştirmektir. Bütün görevlerini ve eylemlerini kapitalist sistemi yıkmaya yönlendirmelidir. Burjuva parlamentosunu, işçi sınıfı ve geniş yığınları aydınlatmanın geçici bir aracı olarak kullanmalıdır.
“Dünyada sadece tek bir doğru teori vardır; o da, objektif gerçeklikten çıkarılan ve gene objektif gerçeklik tarafından doğrulanan teoridir. Bizce başka hiçbir şey teori olarak anılmaya layık değildir. Stalin, teorinin, pratikten kopuk olduğu zaman amaçsız bir hale geldiğini söylemiştir.”(25)
Sınıf mücadelesi salt burjuvaziye karşı değil, parti içinde de oportünizme karşı mücadele etmek zorundadır. Parti içinde oportünizme karşı mücadele edilmeden burjuvaziye karşı mücadele edilemez. Lenin bunu daha da ileri götürür:” Oportünizme karşı mücadele edilmeden emperyalizme karşı mücadele edilemez.”
En ileri teori ile donanmış işçi sınıfı partisi, aynı zamanda işçi sınıfının “sınıf örgütünün en yüksek biçimidir -Stalin-”.
Sınıflı toplumun bir üyesi olan işçi sınıfının öncü partisi, kendini salt burjuvaziye karşı savaşımla sınırlayamaz, kendi içindeki oportünist öğelere karşı da savaşım vermek zorundadır. Bu da, proletarya partisinin sınıf savaşımı içindeki çok yönlü savaşımının çok yönlü bir kesitini oluşturur. Parti içindeki bu savaşımın kazanılması –çünkü bu mücadele parti içinde süreklidir- sınıf savaşımının kazanılmasının başlangıcıdır, savsaklamaya ya da gevşetilmeye gelmez. Parti içindeki bu savaşım, dönem dönem sınıfın burjuvaziye karşı savaşımının bile önüne geçebilir, çünkü bu kazanılmadan burjuvaziye karşı savaşım yürütülemez. Lenin; “Sosyal-demokrasi kendi kendini kirletmezse, başkası kirletemez.”
Proletaryanın öncüsünün kendini kirletmesi teoride başlar ve giderek bütün alanlara yansır, yukarıdan aşağıya bütün hücrelerinde yozlaşma başlar. Sağlam teorik temellere dayanan, gerçeği nesnel olgularda arayan, pratiğinden öğrenen, kendini ve sınıfını bu politikayla eğiten bir KP sınıf savaşımında yıkılmaz. Mao, “savaşı savaşarak öğreneceğiz” derken, tam da bunu kastediyordu. Kendi pratiğinden öğrenen ve bunu teorisine aktarıp pratiğine yol gösteren, eleştiri-özeleştiri yöntemini uygulayan bir parti sürekli yenilenmesini ve savaşta ustalaşmasını becerebilir. “… komünist için sorun –der Marx-, mevcut dünyayı devrimci bir şekilde değiştirmek, bulmuş olduğu duruma saldırmak ve onu pratik olarak değiştirmektir.”
“Marksizm’in bir doğma değil eylem kılavuzu” olduğunu kabul eden her komünist partisi, kendinin her an yenileyebileceği gibi, pratikten çıkan teoriyi de zenginleştirip daha gelişmiş bir pratik mücadele ortaya çıkarır. Kalıplaşmış doğmalardan çıkamayan, eskinin somut olgularını yeni gelişen somut olguların yerine koymaya devam eden ve sosyal olgulardaki değişimi yakalayamayan bir komünist partisi, işçi sınıfından kopmaya ve giderek marjinalleşmeye ve içten içe çürümeye mahkumdur ve böyle bir parti işçi sınıfının öncü partisi olamaz.
Lenin ve mücadele biçimleri
Lenin’in, Ne Yapmalı, İki Taktik, Emperyalizm, Devlet ve Devrim; Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky; “Sol” Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı gibi eserleri, Marksizm’in ortak hazinesine büyük katkıları içerir. (Stalin)
Lenin önderliğindeki Bolşevik Parti’nin Rus Ekim Devrimi’ni başarması; “Leninizmin stratejisi ve taktiği proletaryanın devrim mücadelesine önderlik bilimidir”(26) belirlemesinin en büyük kanıtıdır. Ama, onu, proletaryanın sınıf mücadelesinden usta bir taktiysen yapan hiç kuşkusuz Marksizm’i bir doğma değil bir eylem kılavuzu olarak ele almasından kaynaklıdır.
Ve bu nedenle şöyle der:
“Marksizm, bizi, sınıflar ilişkisinin ve tarihin her anının somut özelliklerinin en doğru, aslına en uygun ve nesnel olarak doğrulanabilir, denetlenebilir bir hesabını yapmaya zorunlu kılar. Biz Bolşevikler, bu kurala, bilimsel temellere dayanan bir siyaset bakımından kesinkes zorunlu olan bu kurala her zaman bağlı kalmak zorundayız.”(27)
Proletarya partisi, sorunlara bilimsel yaklaşmak ve bir bilim insanın ciddiyetiyle çalışmak ve somut koşulları buna göre analiz etmek zorundadır. Baştan bir siyaset belirlenip, koşullar değişmemiş gibi hareket etmek, daha baştan sınıftan ve sınıf mücadelesinden kopmak demektir. İşçi sınıfının öncüleri öncelikle işçi sınıfı içinde çalışmaya ve onlarla bağlarını nasıl güçlendireceğinin teori ve pratiğini yapmalı ve her değişen anı MLM’nin bilimsel analize tabi tutarak mücadele biçimleri ve taktikler geliştirmelidir.
“Marx ve Engels, tarihsel sürecin her özel döneminin somut ekonomik ve siyasal koşullarıyla zorunlu olarak değişebilen genel görevlerinin olsa olsa yalnızca sınırlarını belirleme yeteneğindeki ‘formüllerin’ salt ezberlenmesi ve yinelenmesiyle haklı olarak alay ederek her zaman ‘bizim kuramımız bir doğma değil bir eylem kılavuzudur’ demişlerdir.”(28)
Proletaryanın devrimci savaşımında tek bir mücadele biçimleri ve taktikleri yoktur. Her koşulda, her durumda değişen bin bir çeşit mücadele biçimleri vardır. Parlamenter mücadele biçimlerinden silahlı mücadele biçimlerine kadar vs. Ancak, bu mücadele biçimlerini belirleyen, o an içindeki ekonomik ve siyasal durumdur. Kitlelerin somut ruh hali, düşmanın durumu, proleter devrimin müttefiklerinin durumu, yani, dost ve düşman cephesinin iç çelişkileri, çatışmaları, birbirleriyle ilişkileri incelenerek, proletaryanın sosyalist sınıf mücadelesini daha ileriye taşıyıcı yeni mücadele biçimleri ve taktikler geliştirilmelidir. Bu toplumsal olguları burjuva idealist penceresinden ve dünya görüşünden değil, materyalist diyalektik bakış açısıyla yaklaşıldığında gerçekleşebilir.
Lenin, ülkede koşulları olduğunda parlamenter mücadele biçimini küçümseyen, reddeden küçük burjuva “sol” anlayışlara karşı sert eleştiriler getirmiş ve bunları “sol” komünizm bir çocukluk hastalığı olarak adlandırmıştır. Küçük burjuva solculuğu, somut koşulların somut analizini yapıp ona göre taktik ve mücadele biçimleri geliştirme yerine, hiçbir şey değişmemiş gibi kabul eder ve at gözlükleriyle sorunlara yaklaşır. Bu, Marksizm’i, ölü bir dogma olarak ele almaktan ileri gelir.
“Eğer Parti -der Stalin- Dumaya, zamanında katılmaya karar vermemiş olsaydı, eğer güçlerini Dumada çalışma üzerinde toplamamış ve Dumanın hiçliğini, kadetlerin vaatlerinin yalan olduğunu, çarlıkla anlaşmaya varmanın olanaksızlığını, köylülükle işçi sınıfı arasında bir ittifakın acil zorunluluğunu kendi deneyimleriyle kavrama olanağını kitlelere sağlamasaydı, önce, işçi sınıfından kopardı ve işçi sınıfı, kitlelerle bağlarını kaybederdi. Kitlelerin bu deneyimi olmasaydı, kadetlerin maskelerini düşürmek ve proletaryanın hegemonyasını sağlamak mümkün olamazdı.”(29)
Demek ki, koşulları olduğunda ve koşulları zorlayarak burjuva parlamentoya katılmak, işçi sınıfı ve kitleler için önemli deneyimler kazandırıyormuş.
Küçük burjuva “sol” oportünistler, parlamenter mücadele biçimlerini reddettikleri gibi, genelde legal mücadele biçimlerini de, legal mücadele örgütlenmeleri yaratmayı da reddederler. Küçük burjuva “sol”culuğu burjuva parlamentosundan yararlanmayı genelde küçümser ya da katılmazlar. Bu burjuva kurumu kitleleri eğitme ve burjuvaziyi teşhir kürsüsü olarak kullanmaya yanaşmazlar. Oysa, kitlelerin büyük bir bölümünün hala burjuva parlamentosundan umudunu kesmediği yerde, burjuva parlamentosuna katılıp, onu kendi kalesinden teşhir etmek ve kitleleri doğrudan eğitmek, proleter yığınların buraların gerçek yüzünün görmelerini sağlayarak burjuva hayallerini yıkmak için, en iyi mücadele araç ve yöntemlerden birisidir. Komünistler, kitlelerin olduğu her alanda çalışma ve örgütlenme yapmak zorundadır. Nerede kitle varsa orada komünistler olmalıdır ve hatta en gerici alanlarda da örgütlenme ve propaganda yapma olanakları zorlanmalı ve yaratılmalıdır.
“Bir devrimci ve bir sosyalizm yandaşı ya da genel olarak bir komünist olmak yetmez. Her belirli uğrakta, bütün zinciri tutmak ve sonraki halkaya geçişi sağlamca hazırlamak için kavranması gereken belirli halkayı bulmasını bilmek gerekiyor; bir tarihsel olaylar zincirindeki halkaların ardışıklık düzeni, biçimleri, bir araya gelmeleri ve onları birbirinden ayıran şeyler, bir demircinin elinden çıkan zincirdeki kadar basit değildir.”(30)
Lenin’in bu öğretisinden hareketle gelişen somut olgulara göre yeni mücadele biçimleri geliştirme ve pratiğin önünü açama her komünist partisinin strateji ve taktikleri arasındadır.
Lenin önderliğindeki Bolşevik Parti’nin, 1917 Ekim Devrimi’nin gerçekleştirmesindeki esas teorik sağlamlık burada yatmaktadır. Her değişen durumda mücadele biçimlerini ve taktiklerini geliştirmek, taktiklerde olabildiğince esnek olmak, işçi sınıfının mücadelesini her adımda, her koşulda ileriye taşımak; genel teorik kalıplara yapışıp kalmakta değil, yeni duruma göre taktikler geliştirmekten geçtiği görülmek durumundadır. Mücadele biçimleri ve taktiklerde olabildiğince esnek olmak ve bütün mücadele biçimleri ve taktiklerin esas hedefe, yani, proletarya önderliğindeki devrime hizmet etmesini sağlamak, bir KP için devrimci önderliğin olmazsa olmaz temel ilkeleridir.
Mao Zedung’un da önemle vurguladığı, somut olguların değişimini dikkate alarak mücadele biçimleri ve taktikler geliştirme yerine, salt kitabi bilgilere bağlı kalarak, olgulardaki diyalektik gelişmeyi gözardı eden anlayışlar, proletarya kitlesiyle sıkı bağlar kuramaz ve sınıf mücadelesinin gerisinde kaldığı gibi kendiliğindenciliğin içine hapsolurlar. “Kitaba tapma” ve Lenin söylemiyle, geçmişe takılıp kalma ya da geçmişi olduğu gibi uygulama şablonculuğu, sınıf mücadelesinden geri kalma olarak öne çıkar. Bir sosyal olguyu hiç araştırma yapmadan, gelişmenin diyalektik sürecinin bilince çıkarmadan hareket tarzı belirlemek, tam da küçük burjuva “sol”culuğunun “değişen bir şey yok” basma kalıp anlayışının ve diyalektik materyalist inceleme tarzını reddeden yaklaşımının ürünüdür.
“Sosyal bilimleri sadece kitaplardan öğrenme yöntemi de, … son derece tehlikelidir ve hatta insanı karşı-devrim yolunu tutmaya kadar bile götürebilir. Sosyal bilimleri öğrenirken kendilerini sadece kitaplarla sınırlamış bir yığın Çin komünistinin karşı-devrimciler haline gelmeleri, bunu açıkça ispatlamaktadır.”(31)
Teori ve pratiğin diyalektik birliğini kuramayan, bu iki öğeyi birbirinin zıddı olarak ele alan yaklaşım ve anlayışlar, daha çok kitabi bilgilerle hareket etme yolunu mücadele ve inceleme yöntemi olarak ele alan küçük burjuva “sol” ve sağ oportünist akımlarda görülmektedir. Bu tür bir inceleme ve mücadele yöntemleri, teori ve pratikte kendini dogmatik ve subjektivizm olarak ortaya çıkaran anti-Leninist bir yöntemdir.
Geniş yığınlara devrimci tarzda nüfuz etmek, somut koşulların somut analizinden hareketle; koşulları proletaryanın sınıf çıkarları lehine ileriye taşıcı, yığınları parti kitlesine yakınlaştırıcı ve kitlelerle bağları güçlendirici uygun mücadele biçimleri uygulanmalı ve geliştirilmelidir.
Bu Leninizm’dir!
Dipnotlar:
17- Lenin, Seçme Eserler, C.7, s. 255
18- Lenin, Devlet ve İhtilal, s. 50, 6. Baskı, Bilim ve Sosyalizm Yayınları
19- Lenin’den aktaran Stalin, s. 149
20- Lenin’den aktaran Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 148, Lenin’in “Büyük İnisiyatif” makalesinden.
21- Ö.Laçiner, Sosyalizmin Bunalımı: Ne Yapmalıydık? 1, s. 379-403, Birikim Yayınları
22- Ö.Laçiner, Sosyalizmin Bunalımı: Ne Yapmalıydık? 1, s. 381, Birikim Yayınları
23- Marx-Engels, Gotha ve Erfurt Programının Eleştirisi, s. 57, 3. Baskı, Sol Yayınları
24- Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, s. 75-76
25- Mao Zedung, Seçme Eserler, Cilt 3, Partinin Çalışma Tarzını Düzeltelim makalesi
26- Stalin, Leninizmin İlkeleri, Sol Yayınları, s. 33
27- Lenin, Nisan Tezleri, s. 20, Eriş Yayınları
28- Lenin, Nisan Tezleri, s. 20, Eriş Yayınları
29- Stalin, Leninizm’in İlkeleri, Sol Yayınları, s. 37
30- Lenin, Sovyetler İktidarının İvedi Görevleri, Ekim Devrimi Dosyası, Sol Yayınları, s. 278
31- Mao Zedung, Partinin Çalışma Tarzını Düzeltelim, s. 11, Birinci Baskı 1975, Aydınlık Yayınları