Bu makalede felsefenin niteliği, niceliği, özgünlüğü veya zamansallığına dair bazı genel ve evrensel vurgular yanında, devrimci işçi sınıfı perspektifinden, var olanı değiştirebilme iradesi olarak; devrimci felsefenin sınıf mücadelesindeki önemine dikkat çekilmeye çalışılacaktır.
Felsefi akılsal çabalar sonucunda madde ve düşünce, nesne ve özne, teori ve pratik bunların akışkan hareketi içinde yeniden ve yineden tanımlanabilmektedir.
Ancak devrimci felsefe; şeyleri sadece anlamakla yetinmez. Onları sorgular, anlar ama en önemli üretken insan işlevi olarak da, onları değiştirir. Var olanı anlamak veya tanımlamakla yetinmeyen, onu değiştirmek-dönüştürmek isteyen herkes için bir zorunluluktur devrimci felsefe.
Devrimci felsefe evrensel, toplumsal ve tarihsel gerçekliklerden kopuk ya da kısaca “felsefe için felsefe” değildir. Amaç, diyalektik materyalizmin yani doğanın yasalarını öğrenerek ve bunları toplumsal-tarihsel koşulları incelemeye-araştırmaya uyarlayarak, sentezler yapmak, ve sonuçta sosyal gelişimde nicel ve nitel sıçramalar yaratmaktır, yani değiştirmektir.
Diyalektik materyalist yöntem tam da bu bağlamda, toplumsal ve tarihsel gerçekçi zeminden çıkan ve onları değiştirmek-dönüştürmek için yeniden ona yönelen devrimci bir yöntemdir. Bu yöntem; bilimsel sosyalizmin bütünlüklü teorik programını içeren Marksizm-Leninizm-Maoizm ideolojisi ve siyasetinin de üzerine yükseldiği fikirsel zemin devrimci felsefedir. Diyalektik materyalizm; evreni, doğayı, toplumu, tarihi, insanı, varlığı ve dolayısıyla varoluş içindeki her şeyi en doğru ve en gerçekçi bilgi sayesinde anlama, kavrama, dönüştürme mücadelesinin en temel kuramıdır.
Bu devrimci felsefe; her şeyin “özsel karşıtlık”tan ibaret olduğu en temel kabule dayanır. Bütün varlıklar, maddeler, maddenin halleri, maddenin atomları, maddenin atom altı parçacıkları, atom altı parçacıkların hareketi, hareketin dinamiği hepsi bir çelişkiye yaslanır. Maddenin kendisi bir çelişik birliktir. Bir çelişik birlik içinde; mücadele-hareket-değişim birincil-mutlak, denge-donukluk-durağanlık ikincil-geçici durumdur. Yine bu felsefe; her şeyin başka şeyler ile sürekli bir ilişki içinde olduğu, her şeyin akmakta-gelişmekte olduğu, her şeyin nicel ve nitel değişimler geçirdiği vb. gibi başlıca diyalektik yasalara dayanır.
Tarih Diyalektik Bilinci
Diyalektik kavramını felsefede ilk kullanan isim eski Yunan filozofu Heraklit’tir. Heraklit bu diyalektik kavramı şöyle kullanmaktadır: “Evrendeki her şey, her nesne sürekli bir hareket, oluşum ve değişim içindedir. Evrenin temel yasası çatışma ve çelişmedir.”
Doğada ve toplumdaki her varlık, kendini aşma, kendini yenileme ve yeni bir aşamaya ulaşma olanağını, kendi içinde barındırdığı karşıtlık ve çelişkiler sayesinde bulur. Dolayısıyla bütün varlıkların gerçekliği olarak; çelişkinin doğası, şeylerin karşıtlıklar içinde özdeşliği, hareket yönündeki dinamiği ve içkin çatışma olarak da zıtların mücadelesi ve birliği kavranmadan hiçbir şey anlaşılamaz, kavranamaz, yeniden anlamlandırılamaz ve dönüştürülemezdir.
Karşıtlar arası mücadele her zaman esas; birlik, denge ise göreceli-talidir. Maddi ya da düşünce anlamında olsun; şeylerin diyalektik materyalist bakış açısıyla kavranışı; doğru ve gerçek bilgiye erişmede vazgeçilemez bir devrimci düşünce yöntemidir.
Heraklit’ten sonra diyalektik (eytişimsellik) kavramını bazı başka maddeci filozoflar da kullanmıştır. Ta ki ünlü alman filozofu G.W.F.Hegel’e kadar aslında bu düşünce felsefenin tozlu raflarında kalmıştır.
Özellikle maddeyi değil fikriyatı esas alan idealist filozoflarca, diyalektik kavramı, neredeyse inkar edilmiştir. Varlığın özü olarak daha çok “ide, tin, ruh, düşünce” gibi metafizik belirlemeler öne çıkarılmıştır. Hatta Hegel’in kendisi de “idealist diyalektik” kavrayışına sahipti. Onun diyalektiğini maddeci bir kavrayışla ilk defa tersine çeviren ve ayakları üzerine diken Karl Marks olmuştur.
Hegel’e göre diyalektik şöyledir: “Her şey karşılıklı ilişkiler olgusunu ya da etki-tepki sürecini içerir.” Bir başka ifadeyle, evrende her nesne veya varlık kendi negatifini, karşıtını ve çelişkisini kendi özü içinde barındırır. Nesne ve varlıklar daima kendisiyle çatışma ve çelişme durumundadır. Hareket ise, işte bu karşıtlıklar arasındaki etkime-tepkime ilişkilerinden oluşur. Hegel’in “tez-antitez-sentez” çözümlemesi de hareket halindeki her şeyi bilebilmenin temel yöntemidir.
Ancak Hegel bu çözümlemenin başlangıç evresi olan “ilk tez”i “tin, ruh, ide” gibi metafizik kavramlarla eşdeğer gördüğü içindir ki; temel bir yanılgıya düşmüştür. Hegel’in öğrencisi olan Karl Marks, onun bu dogmatik yanılgısını diyalektikten arındırarak, sorgulamayı yani maddeci diyalektiğe ilerletmiştir. Aynı Karl Marks, Feuerbach’ın materyalist anlayışından mekanik kavrayışı arındırarak, diyalektik materyalist düşün-yöntem sayesinde kapitalizmin tarihsel-toplumsal gerçekliğini de büyük bir analiz gücüyle açıklayarak, kendi bağımsız devrimci düşün sistematiğini oluşturmuştur.
Marksist Felsefe
Sosyalizmin ve komünizmin öncü kuramcısı K. Mark, F. Engels ile birlikte geliştirdiği diyalektik materyalist yöntem felsefe alanında bir devrime işaret eder. Antik Yunan Filozof Heraklit’e yaslanan Hegel’den devraldığı ve ama ikisini de ilerleten materyalist diyalektik yöntem sayesinde, o, bildiklerini kendi yaşadığı zamansal-toplumsal gerçeklere uyarlayarak, çok ileri devrimci çözümlemeler yapabilmiştir.
O, yine bu sayede, kapitalist toplumda zenginliğin temel kaynağını teşkil eden yapısal soru(n) olarak artı-değer sömürüsünü, tarihsel ve toplumsal ilerlemenin motoru olarak sınıf mücadelesini, toplumsal değer üretiminin başlıca dinamiği olarak zihinsel ve bedensel emeği, sistematik dönüşümün öznesi olarak toplumsal insanı ve nihayetinde sosyal kurtuluşun öncü iradesi olarak; örgütlü ve sınıf bilinçli insanı, daha doğrusu sosyal ve toplumsal kurtuluş için işçi sınıfının devrimci örgütlenme zorunluluğunu ortaya koyabilmiştir.
Marks’a göre her şey kendi zıtlıkları veya karşıtlıkları içinde açıklanabilmektedir. Her şey, bu anlamda, bir çeşit denge-hareket, donukluk-akışkanlık, kendiliğindenlik-zorunluluk, tesadüflük-kaçınılmazlık, bağımlılık-özgürlük varoluş-yokoluş, çelişkileri veya karşıtlıklarıyla yoğruludur. Bütün mesele varlıkların, olayların, olguların, koşulların, ilişkilerin kendi doğasını ve dönüşüm mekanizmalarını keşfetmekten ve bunlara doğru yön vermekten ibarettir.
Bunun içinde devrimci bir felsefi kavrayışa, devrimci bir teorik programa, devrimci bir ideolojik-politik çizgiye, devrimci bir sınıf mücadelesi hattına, devrimci bir örgütlenme modeline, devrimci kitle ilişki ağına, devrimci bir öncü partiye, devrimci bir kültürel şekillenişe ve nihayetinde devrimci bir eylem pratiğine zorunlu ihtiyaç vardır.
Bütün doğru çözümlemeler evrensel, toplumsal, tarihsel, varlıksal ve lokal vb. gibi maddi gerçekliklerden, yani somut koşulların somut tahlilinden çıkar. Yine bu gerçek ve doğru çözümlemeler ışığında var olanı değiştirme-dönüştürme iradesi olarak bilinç, tarihsel anın toplumsal pratiğine yeniden yönelir. İşte bu yönelim ona devrimci bir itim gücü kazandırır. Tarihsel-toplumsal gelişme-değişme artık geriye değil, durağanlığa değil, ileriye yönelik akar ve böylece toplum ya da insanlık kazanımdan nitel ve nicel atılımlar elde eder. Bütün toplumsal devrimlerde olduğu gibi.
Toplumsal gelişim böyle örgütlenebilirse, toplumsal ve tarihsel değişmelerin ilerici bütün dinamikleri, dini inançlardan, yanılsamacı egemen ideolojik siyasetten, kendi gerçekliğini inkarcı suni kimlikçilikten doğru bir yöntemle kurtulabilirler. Böyle düşünülürse metalaşarak ticarileşmiş bilimden, aptallaştırıcı ve bağımlı kılıcı eğitim politikalarından, esaret zincirleriyle kuşatılmış egemen sanat üretiminden ve iktidar(cı)laşarak kirlenmiş politik anlayışlardan ve dolayısıyla da bütünlüklü yozlaşmış insan ilişkilerinden kolektif bir hareketle arınarak, üretici güçler ve insanlık kurtulabilir.
Sömürülenler, ezilenler, esaret altında tutulanlar, baskılananlar, inkar edilenlerin toplu kurtuluşu uğruna, işte tam da bunun için, “işçi sınıfı ve halkın sosyal-siyasal kurtuluşu için en doğru ve gerçekçi felsefe nedir?” sorusuna da doğru cevap vermek gerekir.
Düşün-Yöntem/Düşün-Eylem Olarak Felsefe
Her şeyden önce, eleştirel düşün ve bilge eylem olarak felsefe, insana özgü bir zihinsel edinimdir. Bu demektir ki; aklıselim her insan, yaşam mücadelesi boyunca, var olan şeyler hakkında çok yönlü düşünür, sorgular ve böylece felsefeye giriş yapar.
Dolayısıyla akıl yürüten her insan, basit düzeyde bile olsa, felsefe yaparak mantıki kazanımlar elde edebilir. Bu nedenle, felsefi düşünme yöntemi, sadece bu işi mesleki olarak yapan ünlü filozofların ya da “büyük düşünür”lerin yoğunlaşmış görevi veya işi olarak algılanmamalıdır. Felsefe, kalıcı değer üreten “emektar küçük düşünürlerin”, toplumsal insanı, ilişkilerini ve sosyal yaşamı değiştirmek isteyen devrimcilerin işi olmalıdır.
Ancak felsefe, basit ve gündelik sorgulamalardan çok daha öte ve ileri bir düşünme yöntemi olduğu içindir ki, düşün-bilim diye tarif edilir. Bilinçli felsefi bir etkinlik, sistematik ve öz-disiplin içinde yapılırsa insana çok şey kazandırır.
Doğal, toplumsal, tarihsel süreçlere ve yaşama dair her şeyi, bütün yönleriyle sorgulama çabası, insana var olanı anlama, anlamlandırma ve değiştirme yetkinliği kazandırır. Dolayısıyla felsefe, değer üreten insani bir edinim olduğu kadar, emeğin özgürlüğünü kısıtlayan bütün toplumsal ilişkileri ve düzeni, bilinçli ve örgütlü değiştirme-dönüştürme iradesi gösteren sınıf bilinçli proletaryanın da devrimci bir kazanımıdır.
Kavram Olarak Felsefenin Kökenleri
Felsefe sözcüğü köken olarak Yunanca dilince “seviyorum, peşinden geliyorum” anlamına gelen philia ve bilgi veya bilgelik anlamına gelen “sophia” kelimelerinin bileşiminden oluşur: Philosphia (φιλοσοφία). Yunanca “philosphia” kelimesinin Türkçe’ye çevrimi ise “bilgi sevgisi veya bilgi tutkusu” olarak tercüme edilebilir.
Dolayısıyla felsefe, içinde bilgi sevgisi, bilgi tutkusu olan insanın bilinçli, üretken ve yoğunluklu düşünsel uğraşı olmaktadır. Felsefe yapmak soru sormak, şeyleri sorgulamakla başlasa da felsefe, kendiliğinden basit bir düşünmenin değil, bilinçli teorik düşünmenin yoludur. Yine bir filozofun söylediği gibi; “Felsefe, sürekli yolda olmaktır.” Ne var ki, gerçek bir fikriyat yolcusunun felsefesi, düşünsel eylemi esas alan, üretken ve bilinçli bir eylemdir.
Antik Yunan’da Felsefenin Doğuşu
Felsefe ilk olarak M.Ö. 700’lerde İyonya’da önemli bir ticaret merkezi ve liman kenti olan Miletos (Milet) kentinde ortaya çıkmıştır. Bugün Türkiye’nin Ege bölgesi içinde kalan İzmir, Foça, Efes ve Milet çevresinde, İlk Çağ döneminde 12 gelişmiş şehir devletinde yaşayan yüksek refah düzeyine sahip, varlıklı kesimler ve zanaatkarlar içinde, birbirinden farklı inanç ve düşünceler yeşermiştir.
Dolayısıyla felsefe, şimdiki verili antopolojik ve arkeolojik bulgulara göre, tarihte ilk olarak M.Ö. 700’lü yıllarda İyonya olarak anılan bu bölgenin en gelişmiş liman ve ticaret şehri olan Milet’te ortaya çıkmıştır.
Zengin ve verimli Ege topraklarında, İyonyalılar yetiştirdikleri zanaatkarlar sayesinde toplumsal yaşamı kolaylaştıran yeni maddi değerler üretiyor ve bunları satmak için ise deniz aşırı ticaret yaparak, yeni yaşam kolonileri kuruyorlardı. Bu koloniler arası ve ötesi kurdukları ticari ilişkiler sayesinde başka kültürlerle kurdukları iletişimlerden de oldukça etkilenen İyonyalılar, çok önemli kültürel ve fikirsel değişimler geçirmekteydiler.
Ekonomik olarak gelişmiş, yüksek refah ve eğitim düzeyine sahip olan halk katmanları, özellikle esnaf ve zanaatkarlar içinde doğu-batı/güney-kuzey kaynaşması yaşanıyordu. Doğal olarak, farklı inanç ve düşünceler burada gelişim gösterebiliyordu.
Ayrıca, bizzat bu şehir devletlerin eski tüccarları, denizcileri, zanaatkarları ve aydınları, kendi anavatanlarındaki geleneksel yaşam biçimlerini, düşünce tarzlarını ve çok tanrılı dini düşünceleri de eleştirerek felsefi sorgulamayı çoktan başlatmışlardı.
Dönemin “şehir devlet”lerinde politik sistem örnekleri olarak; monarşik (kralcı), oligarşik (zümreci) düzenler varlık gösteriyor olsa da, tarihte ilk defa demokratik (halkçı) politik yönetim tarzları filizlenmekte ve gelişmekteydi. Dolayısıyla bu bölge insanları bilim, teknik, üretim, ticaret, sosyalizasyon, siyaset ve kültür alanlarında önemli gelişimler gösteriyordu. Anadolu’yu mekan eyleyen en eski uygarlıklar içinde, İyonyalılar, her yönlü gelişmekteydi.
Bu sayededir ki; tarihte bilinen ilk filozof sayılan Thales, felsefeyle ve bilimle bu bölgede uğraşmış ve güneş tutulmasını burada hesaplamıştı. Yine bir başka ünlü filozof, fizikçi, matematikçi Pissagor ise, dünyanın yuvarlak olduğunu ilk defa burada dile getirmişti. İyonyalı mimarlar, mesleki hesaplamalarında çok ilerlemiş ve üstelik “İyon Nizamı” diye bir mimar tekniğini dahi geliştirebilmişlerdi.
Bu denli gelişmiş bir medeniyet daha sonraları Lidyalılar ve Persler tarafından işgal edilmiş, değerleri talan ve tarumar edilerek sömürgeleştirilmişlerdir.
İşte bu maddi tarihsel gerçeklikten kaynaklı olarak; “İyonya düşünce sistemi”nin tarihte bilinen ilk felsefe örneği olduğu söylenir. Bu düşünce sisteminin felsefe olarak nitelendirilmesinin temel nedeni, buradaki düşünme eyleminin kesinlikle geleneksel dini ve mitolojik açıklamalarla yetinmemesi, mantığa ve akla dayalı olan çizgide seyretmesi ayrıca önemlidir.
İlk filozof olarak bilinen Thales de aynı şekilde Yunan mitolojisinin aktardığı genel ve geleneksel bilgilerle yetinmemiş ve “evrenin ilk ana maddesi (arkhe) nedir?” sorusuna cevap aramıştır.
(Devam edecek)