GüncelMakaleler

SENTEZ | 40 yıl süren Afganistan işgali, Taliban’ın ülkeyi ele geçirmesi ve olasılıklar üzerine…(2/2)

Taliban’ın Afganistan’ın büyük bölümünde iktidarı ele geçirmesini konu edinen bu makalenin birinci bölümünde, ülkenin tarihsel sürecine uğradığı işgaller bakımından bir değerlendirme ikinci bölümünde ise Taliban’ı doğuran zemin ve Afganistan’ın güncel durumuna ilişkin bir perspektif sunuluyor.

ABD’nin El-Kaide’yi gerekçe göstererek Afganistan’ı işgal etmesine geçmeden önce kısaca Taliban örgütünün ortaya çıkışına da değinmek gerekir. Kendisini Talib (öğrenci) kelimesinin çoğulu Taliban (öğrenciler) olarak isimlendiren örgüt, ülkenin güneyinde RSE işgaline karşı savaşan Molla Ömer Ahund liderliğinde yaklaşık 50 medrese öğrencisiyle birlikte 1994’te kuruldu. Aslen Kandaharlı olan Molla Ömer, bir süre Pakistan’da ardından da Kandahar’ın kuzeyindeki Meyvend’de medrese eğitimi aldı. Kurulduktan birkaç ay sonra çoğunluğu medrese ve şeriat okulu öğrencileri olmak üzere savaşçı sayısı 20 bini buldu.

Kısa süre sonra Pakistanlı Peştun etnik kökenden Mevlana Samiul Hak liderliğindeki Darul Ulum Hakkaniye Medresesi öğrencilerinin önemli bir kesimi de örgüte dahil oldu. Öğrenciler hareketinin mensuplarının çoğu ülkenin güneyindeki Peştun kökenli kişilerden ve Pakistan’daki medreselerde eğitim gören mülteci ailelerin çocuklarından oluştu.

Örgüt özellikle halkın RSE işgali ve akabinde patlak veren iç savaş sırasında ortaya çıkan savaş ağalarından kurtulma talebini iyi kullandı. Savaşlardan ve savaş ağalarından, hırsızlık ve yolsuzluklardan bıkan halk, çareyi bu talebeleri desteklemekte buldu. Ne var ki örgüt bağımsız değildi. Kuruluşundan itibaren en büyük destekçisi ve yol göstericisi Pakistan İstihbarat Teşkilatı (ISI) oldu. Hem askeri eğitimin hem de maddi desteğin doğrudan ISI tarafından sağlandığını biliniyor.

Kısacası Taliban’ın ortaya çıkması ve iç savaşta başarıya ulaşmasının arkasında doğrudan Pakistan gericiliği ve onu yönlendiren ABD emperyalizmi vardır.

Örgüt kurulduktan hemen sonra Afganistan’ın ikinci büyük kenti Kandahar’a saldırdı ve 3 Kasım 1994’te ciddi bir direnişle karşılaşmadan Pakistan sınırındaki bu şehrin kontrolünü ele geçirdi. Taliban, 1995 yılında ülke genelinde 12 şehrin kontrolü sağladı. Yolsuzluk ve rüşvete savaş açtığını ileriye süren örgütün popülaritesi günden güne arttı. Ülkenin güneyinde, Peştun nüfusun yoğunlukta yaşadığı kentleri ciddi bir direniş görmeden ele geçiren Taliban, 1995’te başkent Kabil’e dayandı.

Başkentin kontrolünü ele geçirebilmek için Kabil’i 3 ayrı koldan bombaladı. Ancak RSE’ye karşı verdiği direnişle adını duyuran Ahmet Şah Mesut liderliğindeki güçler, Taliban’ı burada ağır bir yenilgiye uğrattı. Pakistan’dan ve bazı Körfez ülkelerinden para ve silah desteği alan Taliban, 1996’nın Eylül ayında bir kez daha Kabil’e yöneldi. Taliban 27 Eylül 1996’da Kabil’e girdi. Başkentin ele geçirilmesi zamanına kadar daha çok bir milis örgütlenmesini andıran Taliban, bu tarihten itibaren kendi hükümetini kurduğunu açıkladı.

Afganistan’ın adını Afganistan İslam Emirliği olarak değiştirdi. Kurucu lider Molla Ömer’i de Emirel Müminin (Müminlerin emiri) olarak ilan etti ve bayrak değiştirildi.

Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesinin ardından diğer gruplar, ülkenin kuzeyindeki Mezarı Şerif’i geçici başkent ilan etti. Burhaneddin Rabbani liderliğinde biraraya gelen örgütler kendilerine “Kuzey İttifakı” ismini verdiler. Taliban, 1997’de Mezarı Şerif’e saldırdı. Halk direnişi ile karşılaşan örgüt, burada yaklaşık 10 bin militanını kaybetti. 7 bin civarında Taliban militanı da Kuzey İttifakı tarafından esir alınıp öldürüldü. Mezarı Şerif’teki bu savaşta önemli sayıda militan kadrosunu kaybeden örgüte El-Kaide’ye bağlı çok sayıda militan katıldı.

Taliban, topladığı güç ve örgüte yeni katılanlarla birlikte Ağustos 1998’de tekrar Mezarı Şerif’e saldırdı, şehri ele geçirdi ve şehir halkını katliamdan geçirdi. Özellikle de azınlık durumdaki etnik gruplara mensup insanlar, topluca kıyımdan geçirildi. Çok sayıda kişinin evi ve araçları ya gasp edildi ya da yakıldı.

Örgüt 1998’de Afganistan’ın yüzde 90’ını kontrol altına aldı. Muhaliflerin elinde sadece Şah Mesud’un kontrolündeki Pencşir bölgesi kaldı. Taliban iktidarı, ABD emperyalizminin El-Kaide ve Usame Bin Ladin’in Afganistan’da üslendiği gerekçesiyle başlattığı işgal saldırısına kadar sürdü. ABD, 11 Eylül saldırısının üzerinden bir ay geçmeden George W. Bush’un emriyle 7 Ekim 2001’de Afganistan’ı işgal etti. ABD, işgale gerekçe olarak El-Kaide lideri Usame Bin Ladin’in yakalanması olarak açıkladı. Ve Taliban’dan Usame bin Ladin’i kendisine teslim etmesini istedi. Taliban ise Ladin’i “misafir” olduğu gerekçesiyle iade etmeyeceğini bildirdi.

Bunun üzerine ABD, 7 Ekim 2001’de Kuzey İttifakı’nın da desteğiyle Taliban’a yönelik operasyon başlattı. Kısa sürede başkent Kabil dahil elindeki tüm şehirleri kaybeden Taliban, kalesi konumundaki Kandahar’a çekildi. Ardından burayı da kaybetti ve dağlara çekilmek zorunda kaldı. Örgüt 2002’den sonra ABD ve Batı emperyalizmi destekli kukla Kabil hükümetine karşı savaş vermeye başladı.

ABD’nin Afganistan işgalinin nedeni olarak ileriye sürülen El-Kaide ve Usame Bin Ladin’in teslim edilmemesinin inandırıcı olmadığı açıktı. ABD, ortaya çıkan fırsatı kaçırmak istemedi ve Afganistan’ı işgal etti. 2002’de işgale ve savaşa İngiliz emperyalist gücü de dahil oldu.

Böylece ABD emperyalizmi ve müttefikleri Afganistan’ı stratejik konumundan yararlanarak Orta Asya zenginliklerinin denetim altına alınması, yer altı zenginliklerine gasp edilmesi, İran’a karşı olası bir saldırıda kuzey cephesinin sağlama alınmasının yanı sıra; Çin ve Rusya’nın kontrol altında tutulması için vb. gerekçelerle işgal etti.

Afganistan iç savaşından doğan Taliban örgütü, kurulduktan sonra ABD tarafından zimmi de olsa kabul edildi. ABD, Afganistan’ı işgal ettikten sonra Taliban önemli bir güç kaybetti. Meşrutiyetini yitirmemek için ABD’yle masaya oturmak isteyen Taliban karşısında ABD buna yanaşmadı ve savaşa devam etti. Taliban’ın yeniden güçlenip ülkenin birçok bölgesini ele geçirmeye başlamasından sonra ABD ve diğer işgalci güçler, ülkenin belli yerlerinden çekilip daha stratejik bölgeleri tutmaya başladı. ABD’nin Afganistan’dan çekilme istemi, B. Obama’nın başkanlık seçimini kazanmasından sonra daha fazla dillendirildi.

Obama, dünya haklarının en büyük düşmanı olan ABD emperyalizmine yeniden prestij yeniden kazandırmak, tecrit olmuş ABD’nin kabul edilir bir güç olması ve savaşı “vekalet savaşlarıyla” yürütmek için 2014’te Afganistan’dan çekileceğini, geriye kalan 10 bine yakın ABD askerinin ise Afganistan’da “danışmanlık görevi” yapacağını açıklamasına rağmen bu çekilme bir türlü gerçekleşmedi. 2016’da Donald Trump’ın seçimi kazanarak iş başına gelmesinden sonra da geri çekilme gerçekleşmedi.

Ancak J. Biden’ın iş başına gelmesinden sonra netleşti. Ocak 2020 tarihinde Katar’ın başkenti Daho’da Taliban’la masaya oturan ABD bir anlaşma imzaladı. Anlaşma imzalandıktan sonra Taliban ülke çapında saldırılarını daha da artırdı. Kısa sürede de ülkenin önemli bir bölümünü ele geçirerek 15 Ağustos 2021’de Kabil’i ele geçirdi ve “Afganistan İslam Emirliği”ni ilan etti.

Olası gelişmeler ve Afganistan’ın emperyalistlerin kapışma alanına dönüşmesi

Taliban’ın ülkeyi ele geçirmesiyle gözlerin bir kez daha üzerine döndüğü Afganistan’da gelişmelerin bundan sonra nereye evrileceği önemli bir tartışma konusudur. Öncelikle belirtilmelidir ki, ABD ve tüm diğer emperyalist güçler Afganistan’da yenilmişlerdir.

Bu yenilginin Taliban gibi gerici bir güç tarafından işgalci emperyalist güçlere tattırılması işgale karşı yapılan savaşın “güdük” de olsa “anti-işgalci” bir yönünün olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Emperyalist işgale karşı gerici bir gücün direniş göstermesi, savaşması ve sonunda işgalcileri ülkeden çıkartması ile bizim bu gerici gücü destekleyip desteklemeyeceğimiz birbirine karıştırılmamalıdır. Taliban gerici bir güçtür ve onu desteklememiz söz konusu değildir.

ABD, Almanya, Fransa ve diğer emperyalist güçlerin Afganistan’dan çekilmesiyle birlikte, bu coğrafya yeni bir emperyalist güçler arası paylaşım savaşına sahne olacaktır. Bu kaçınılmaz bir şekilde gündeme gelmektedir. ABD ve batılı emperyalistler, Taliban’la masaya oturarak Afganistan’a yeniden geri dönmek isteseler de bunun uzun bir süre alacağı görülmektedir. Bunun karşısında Çin Sosyal Emperyalizmi ve Rusya emperyalizminin ABD ve batılı emperyalistler karşısında daha atak ve bir adım önde oldukları görülmektedir.

Çin, el altından Taliban’la yaptığı görüşmelerde daha şimdiden bazı noktaları garantilemiş görülmektedir. Merkel’in Putin’den yardım istemesi, Rusya’nın da Taliban üzerinde etkili olduğu ve Rusya’nın Afganistan’da Çin ile hareket ederek burayı yarı-sömürgeleri haline getirmeleri uzak bir ihtimal değildir.

Çin Sosyal Emperyalizminin Taliban’ın ülkeyi ele geçirmesinden hemen sonra daha görünür olması, çekilen emperyalist güçlerin yerini doldurmak istemesiyle doğrudan ilgilidir. Her ne kadar Çin’in Afganistan’la ilişkileri 1980’lerden bu yana sürüyor olsa da Afganistan’daki iç savaş ve işgal Çin’i temkinli hareket etmeye itmiştir. Şimdi yeni bir fırsat doğmuştur ve Çin bu fırsatı kaçırmak istememektedir.

Çin Sosyal Emperyalizminin de diğer emperyalist güçler gibi Afganistan’dan büyük çıkarı vardır. 1 trilyonluk yer altı zenginlik kaynaklarının yanında Afganistan’dan elde edebileceği en öncelikli ekonomik kazanç ülkeyi Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru içine dahil etmektir. Çin, Peşaver-Kabil otoyolunu yaparsa, Afganistan Çin’in işlettiği Gwadar Limanı’na bağlanmış olacaktır. Bu aynı zamanda Çin’in İpek Yolu projesinin Asya ayağının güçlenmesi anlamına geliyor.

Taliban’ın ülkeyi ele geçirmesi ile Afgan halkı özgürlüğüne kavuşmamıştır. Taliban, kendi dışındaki hiçbir dini inanca hayat hakkı tanımayacağını kurulduğundan bu yana yaptığı katliamlarla zaten göstermiştir. Şeriat devleti ilan edeceğini deklare ederek tüm yaşamın buna göre düzenleneceğini de duyurmuş bulunuyor.

Kadınlara hiçbir hak tanımayacağını, kız çocuklarının okula gidemeyeceğini, kadınların yanlarında bir erkek olmadan dışarı çıkamayacağını, örtünme kurallarını daha ilk basın toplantısında açıkça ilan etti. Taliban, sosyal medyanın yasaklanacağı, müzik dinlemenin, televizyon seyretmenin günah olduğu bir yaşamı “özgürlük” olarak dayatmaktadır.

Böyle bir iktidarın yaşayıp yaşamayacağı halkın Taliban karşısındaki direnişine bağlıdır. Lenin “halkın ya boyun eğerek yapılanları kabul edeceğini ya da tüm uygulamaları reddederek direnişe geçeceğini” belirtmektedir. Afgan halkının, farklı inançtan kesimlerin ve kadınların Taliban rejimine boyun eğmeyecekleri başlayan direnişlerle ilk mesajını vermiştir.

Bundan sonra yaşanacak olanın bir iç savaş olacağı açıktır. Ve böyle bir iç savaşta gerici Taliban rejimine karşı savaşan demokratik ve ilerici kesimleri desteklemek bir görevdir. Proleter hareketin böyle bir iç savaşta gerici bir gücün bir diğer gerici güce karşı savaşını desteklemeyeceği açıktır.

ABD ve batılı emperyalist güçlerin kendi denetimlerinde Taliban’a karşı bir iç savaş başlatmak için çaba göstermeleri de olasıdır. Böyle bir savaşın Afgan halkına özgürlük getirmeyecektir. Afgan emekçi halkı kendi gücüne dayanarak Taliban’a karşı bir direniş örgütleyerek demokratik bir Afganistan kurduklarında ancak özgürlüklerine kavuşabilirler.

Türkiye’nin üstlendiği görev ve göç…

Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesinden sonra ülke genelinde ve özellikle de Kabil’de büyük bir panik yaşandı. Taliban’ın “kendisinden olmayan” herkesi öldüreceği (ki bu gerçektir) korkusu, insanları bir an önce ülkeyi terk etmeye itmiştir.

Halkın emperyalist ülkelerin kendi askerlerini, vatandaşlarını ve çalışanlarını ülkeden çıkarmak için gönderdiği uçaklara hücum etmesi bir insanlık trajedisi olarak kamuoyuna yansıdı. Bu görüntüler emperyalizmin ne kadar çıkarcı ve halk düşmanı olduğunu bir kez daha gösterdi. Emperyalist kapitalistler için sadece kendi çıkarları önemlidir. Afganistan’da kendileriyle “çalışan”ları (ki bu işbirliği hiçbir zaman onaylanacak bir durum değildir) dahi nasıl yüz üstü bıraktıklarının örneği Kabil Havaalanı’nda fazlasıyla yaşandı.

Taliban’ın ülkeyi ele geçireceğinden emin olanlar ise haftalar öncesinden ülkeyi terk ettiler. Kilometrece yol katedip İran üzerinden Türkiye’ye gelen binlerce Afganistanlıya yüz binlerce insanın daha ekleneceği beklenmektedir. Bu göç konusu da ABD ve batılı emperyalist güçlerin NATO (Haziran 2021) Toplantısı’nda R.T.Erdoğan’la yaptıkları anlaşmanın doğrudan bir sonucudur.

Bu toplantıda R.T.Erdoğan’ın birçok tavize karşılık Afganistan’da ABD ve batılı emperyalist güçlerin çekilmesinden sonra onlar adına görevler üstlenmeyi kabul ettiği basına yansıdı. Bunu AKP-MHP faşist iktidarı da inkar etmedi. Başta Kabil Havaalanı’nı korumak olmak üzere Taliban güçlerinin eğitimini üstelenmiştir. Batılı emperyalist güçler bunun için açık tavır koyarak “kendi ülkelerine göçmen kabul etmeyeceklerini, bunun yerine AKP iktidarına para vererek” göç sorununu “çözmek” istedikleri bir bir açıklamaya başladılar.

Haziran ayı sonunda Brüksel’deki AB Liderler Görüşmesi’nde Afganistan meselesinin konuşulduğu basına yansımış ancak detaylar şimdiki gibi ortaya çıkmamıştı. Taliban’ın ülkeyi ele geçirilmesiyle perde arkasında kalan kararlar da bir bir görünür olmaktadır.

AB Liderler Zirvesi’nde artan Afganistan mülteciler nedeniyle Türkiye’ye ek bir ödeme yapılması kararlaştırılmış ve bunun için, 2024 yılına kadar Türkiye’ye 3.5 milyar Euro yardım yapılması kararı alınmış, buna ek olarak 5.77 Milyar Euro’luk bir başka yardımın da yine Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Suriye’ye pay edilmesi kararlaştırılmış görünüyor.

Hafta başında batılı emperyalist kapitalist ülke başbakanları ve cumhurbaşkanları yaptıkları açıklamalarda Afgan göçmen kabul etmeyeceklerini bir kez daha dile getirdiler. Fransa Cumhurbaşkanı Macron Afganistan’da Taliban’ın ülkeyi ele geçirmesinden sonra yaptığı konuşmada, Avrupa’yı “düzensiz göçe” karşı “korunmaya” çağırdı. Merkel’le görüştüklerini açıklayan Macron “Merkel ve diğer Avrupalı liderlerle konuştum. Derhal sağlam, koordineli ve ortak bir yanıt vermek için bir girişimde bulunacağız. Bu girişim, düzensiz göçle mücadeleyi, ortaya konulacak çabada dayanışmayı, sınırları koruma kriterlerinin uyumlu hale getirilmesi, Pakistan, Türkiye ve İran gibi transit veya ev sahibi ülkelerle işbirliğinin kurulmasını kapsıyor” diyerek Türkiye ile tıpkı Suriye’den göç gerçeğinde olduğu gibi bir anlaşmaya vardıklarını da açıklamış oldu.

AKP iktidarına sadece göç konusunda bir görev verilmediği, Taliban’la yapılacak görüşmelerde ara buluculuk görevi de verildiği R.T.Erdoğan’ın açıklamalarından anlaşılmaktadır. R.T.Erdoğan’ın, “Taliban’la aynı dini anlayışı benimsiyoruz, aramızda fark yok, görüşmelere hazırız” demesi, diplomatik açıklamaların da ötesinde bir mesajdır. Bu açıklama, Taliban’la görüşme isteğidir. Tüm emperyalist güçlerin askerini çektiği yerde TC askerinin hala Afganistan’da bulunuyor olması da Taliban ve AKP iktidarı arasındaki görüşmelerin doğrudan sonucudur.

Nitekim R.T.Erdoğan’ın 18 Ağustos tarihinde yaptığı“Türkiye’nin Afganistan’daki askeri varlığı, yeni yönetimin de uluslararası alanda elini güçlendirecek ve işini kolaylaştıracaktır” şeklindeki açıklama da üstlendiği görevle alakalıdır.

Keza Afgan göçmenler için İngiltere Başbakanı Boris Johnson’dan para isteyen R.T.Erdoğan’ın yaptığı “Kabil Havalimanı’nın güvenliğini sağlama sorumluluğunu uygun şartların oluşması halinde devam ettirebilecekleri” şeklindeki açıklama üstlenilen görevleri devam ettirmede “kararlı” olunduğunu bir kez daha göstermiş oldu.

Sonuç yerine…

Afganistan’da fiili işgal sona ermekle birlikte Taliban’ın emperyalist güçlerle bir anlaşmaya varması ve ülkenin yeniden bir veya birkaç emperyalist gücün pazara hakim olduğu bir yarı-sömürge ülke olması uzak bir ihtimal değildir.

Ülkede ulusal demokratik devrim yerini demokratik halk devrimine bırakmıştır. Demokratik devrimin her zaman ikili görevi olmuştur. Birinci görevi, ülkeye hakim olan gerici, faşist iktidarı devirmektir. Bunu başardığı yerde emperyalizmi de yenmiş olacak ve anti-emperyalist mücadele de zafer kazanmış olacaktır. Bu görevi sadece ve sadece komünist partisi yerine getirebilir. Afganistan Komünist Partisi (Maoist)’in varlığı bu açıdan şanstır.

Bugün açısından AKP(M)’nin gücünün oldukça sınırlı olması, kısa sürede halkı örgütleyerek savaştırmasının zor olduğu gerçeğini göstermektedir. Ancak partinin tüm bu zorluklara karşın 19 Ağustos 2021’de yaptığı açıklama önemidir.

Afganistan Komünist Partisi (Maoist) hazırlık durumunu sonuçlandırmak ve ulusal, halkçı ve devrimci bir direniş savaşına geçmek için çok çalışıyor. Bu amaçla, tüm ulusal, devrimci, demokratik, Maoistlere, ülkenin ezilen kitlelerinin mağdur olmaması için gerici güçlerin (mevcut savaşın tarafları) figürlerini ortaya çıkarmak için çok çalışmaya çağırıyor. Mevcut savaşın ülkenin yüksek çıkarları için bir savaş olmadığını, halkın ve ülkenin boyun eğdirilmesi için gerici bir iç savaş olduğunu, gericilerin ve onların uluslararası sahiplerinin çıkarına yol açtığını yineliyoruz. Bu nedenlerle, birliği güçlendirmek için mevcut mücadelenin acil gerekliliğini kavramak ve mevcut gerici iç savaşı ulusal, halk ve devrimci bir savaşa dönüştürmek için-mevcut halk savaşı karakterine göre- daha ciddi çalışmak tüm Maoist güçlerin görevi ve zorunluluğudur” şeklindeki açıklama tarihi bir öneme sahiptir.

1979 yılında RSE işgaline karşı komünistlere yapılan çağrıyı tekrarlayarak yazımızı bitirmek istiyoruz. “Bugün Afganistanlı komünistlerin en acil ve esaslı görevi komünist partisini mücadele içinde kurmak, dağlarda ve şehirlerde gerilla savaşına dört elle sarılmaktır. Bununla birlikte komünistler öncelikle halka en yakın küçük burjuva devrimci, demokrat ve yurtsever örgütlerle sıkı bir dostluk ilişkileri kurmalı, bunlarla karşılıklı dayanışmayı güçlendirmeli, bu örgüt, grup ve kişileri bir araya getirerek bunlarla güç birliği yapmalı, ittifaka gitmeye çalışmalıdır.” (Partizan dergisi, sayı:11, s. 103) (Bitti)

https://ozgurgelecek24.net/sentez-40-yil-suren-afganistan-isgali-talibanin-ulkeyi-ele-gecirmesi-ve-olasiliklar-uzerine1-2/?swcfpc=1

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu