Hükümete en büyük gazı veren gazetelerin başında Yeni Şafak geliyor. Hele bir Genel Yayın Yönetmeni var, dersin önündeki klavyede tuş değil, bölge savaşını kontrol eden kumandanın tablosu var. Kalemi de maşallah mitralyoz gibi saydırıyor.
Geçen haftadan bu yana yazdığı birkaç yazıdan küçük alıntılar yapayım ki bu alıntıları Karagül, dikkat çekmek için ağırlıkla boldlayarak vermiş.
“Katar krizi, İran-Suudi savaşının ayak sesleridir.”
“Büyük savaş için onlarca yeni örgüt sahaya sürülecek.”
“Aslında bunlar büyük mezhep savaşı için!”
“Irak’a ne yapıldıysa, Suriye’ye ne yapıldıysa, aynısını Türkiye’ye, İran’a, Mısır’a da yapma planları kesindir.”
“Batı, mezhep kimliği üzerinden oyunu kurdu, iki devlet de (Suudi Arabistan, İran – bn) hırslarına yenilerek, zaaflarına teslim olarak bu tuzağa düştü.”
“Türkiye varken bölgesel savaş olamaz: O halde önce Türkiye’yi vuralım!”
“Şam yönetimi, PKK/PYD ile çatışmalara girerken DEAŞ meselesi bir tiyatroya, Rakka operasyonu bir şaibeye dönüşüyor. ABD-DEAŞ-PKK (PYD) ortaklığı bir Atlantikçi harita çalışmasına dönüşüyor.”
“Trump yönetiminin, ‘İran’ı sıkıştırma, tehdit etme, cezalandırma’ söylemleri devam ederken ‘sıkıştırılan ülke’ nedense Türkiye oluyor. Washington’daki iktidar kurucuların, bütün güvenlik örgütleri ve terör örgütleriyle birlikte yoğun bir Türkiye mesaisi olduğunu biliyoruz.”
Neyse, çok uzatmaya gerek yok. Merak eden Karagül’ün sayfasına bakar okur.
İşin özü şu: Karagül, Türkiye’nin dünyanın en bağımsız ve en güçlü ülke olduğuna, tüm oyunları bozacak kudretin Türkiye’de bulunduğuna inanıyor, daha doğrusu inandırmaya çalışıyor. Sıraladığı tüm ‘oyunların’ da ancak Türkiye tarafından bozulabileceğini söylüyor.
Son yazılarından birinin son cümlesi, “Tabii biz ayağa kalkmazsak, bu oyununu bozmazsak…” sözcükleriyle bitiyor.
Neredeyse her yazısında bu son tema var: Herkes oyuncu, bir Türkiye realist ve işlerin üstesinden gelecek tek kudretli ülke…
Karagül’ün bu kahramanlık gösterileri hükümetin, Erdoğan’ın cesaret kaynağı mıdır, yoksa AKP destekçilerini motive etmek için söylenmiş sözler midir, bilemiyorum. Bölge dengeleri içinde Türkiye’nin kaybettiklerini, geldiği noktayı gördükçe aklıma gelen daha çok ikincisi olur.
Devleti yönetenler devletin gücünü herkesten iyi bilirler. Öyle, “4 günde Kerkük’e gideriz”, “3 ayda Emevi Camii’nde sabah namazı kılarız” demenin doğru olmadığını devleti yönetenler bilmez mi? Bilmeseler, emin olun çoktan girmişlerdi o savaşa.
Tabi, devleti yönetenler, halkı inandırmak için basının gücünü kullanması gerektiğini de bilirler. Bunun için her zaman ellerinde kullanacakları malzemeler de var.
Hele bu son dönemde, gazeteciler arasında kullanabilecekleri bolca malzemeleri var.
Birine, “Sen projeleri yaz, süreci aşamalandır, halka umut sal” denir. Bir diğeri de, “Aman ha! Hep bükülmez olduğumuzu anlat. En kahramanın biz olduğunu aşıla” görevine nail kılınır. Karagül ikinci grup gazeteci sıfatına nail olanlardan. Ona, “halka gaz verme görevi” verilmiş. Birinci gruba girenin, yani hep umut aşılayanların başında ise Abdülkadir Selvi gelir. Ama her ikisi de görevli. Kesin olan bu.
Gazetecilik yapmıyorlar. Hükümetin, Saray’ın kendilerine biçtiği görevi –Allah var layıkıyla– yerine getiriyorlar.
Şöyle çok değil, 2013’ten bu yana Karagül ve Selvi ile bunlara verilen görevlere benzer görevler yapan gazetecilerin yazdıklarına kısa bir göz atın, dediklerimde yanlış görürseniz, amenna diyecem.
Karagülgiller ve Selvigiller ‘hep iyi polis-kötü polis’i oynadılar.
Ama artık farkına varmalılar, hakikati gizleyerek yalnız çok sevdikleri(!) Reis’lerini değil, aynı zamanda Türkiye’yi de büyük bir felakete sürüklüyorlar.
Hatta kendilerini de felakete sürüklüyorlar.
Evet, kaos var, büyük bir savaş Türkiye’nin kapısında, ancak bu sorunu sahte umutlar yayarak veya topluma gaz vererek çözmek mümkün değil.
Tek çözüm var: Türkiye’nin gerçeklerini olduğu gibi kabul etmek.
Nasıl mı?
Çok kolay. Geçmişin özrü, günümüzün özeleştirisi, her halkın ve inancın, toplumu oluşturan her kesim ve sınıfın tüm değerleriyle birlikte olduğu gibi kabulü…
Gazetecilik, yazarlık bunu yapmayı gerektirir.
Niye mi? Çünkü bilmek gerekir ki hamasetin sonu felakettir.
*artıgerçek. 26 haziran 2017