Türk Tabipleri Birliği (TTB) olarak Şubat depremlerinin ilk gününden itibaren deprem bölgesinde tüm gönüllü meslektaşlarımızla birlikte var olmaya, ortaya çıkan sorunları duyurmaya, çözüm üretebildiklerimizi çözmeye gayret ettik. Bir meslek örgütü olarak olanaklarımız sınırlı, o sınırları aşmamız için dünyanın dört bir köşesinden insanlar, meslek örgütleri, afet yardım kurumları güvenleriyle desteklerini esirgemeseler de sağlıkta çöküşü getiren o programları hayatımızdan çıkarmadan köklü bir değişim sağlayabilmek mümkün olmayacak. O nedenle bir yandan koruyucu sağlık hizmetlerini destekleyip güçlendirme çabası diğer yandan da siyasi otoriteye uyarılar, talepler, her alanda mücadele ve yanıtsız kaldığında davalarla geçen bir altı ayı çoktan geride bıraktık.
Depremin üzerinden geçen bu altı ayda ne yazık ki hemen her konuda olduğu gibi sağlık hizmetlerinde de belirsizlik ön plandaydı. Kamuoyuyla paylaştığımız raporumuzda da vurgulanan belirsizliklere baktığımızda, güncel nüfusun (nüfus hareketliliği, göç) ne olduğuna dair hiçbir veri paylaşılmadığını görüyoruz. Doğrudan aile hekimlerinin sorumlu olduğu nüfusu da tanımlayacak bu veri olmadığında, ancak geçici iyileştirmelerle aile hekimlerini deprem bölgesinde tutmaya çalışıyor sağlık otoritesi ama hem koruyucu sağlık hizmetleri, aşılamalar bir belirsizliğe sürükleniyor hem de göç engellenemiyor. Ölü, yaralı, kayıp ve engelli istatistiklerimiz yok, ölüm sayıları aynı COVID-19 sürecinde olduğu gibi takılıp kaldı, üzerinden bir yıl geçince belki dört beş katı diye söz arasında geçirecekler. Engelli sayılarımızı bilmeyince, uygun bir planlama yapabilmek de olanaksız hale geliyor, sonra yitirdiğimiz uzuvlarımızla baş başa bırakılıyoruz. Mezuniyet öncesi ve sonrası tıp eğitiminin yıkılmış, yıkılmadıysa da içi boşalmış tıp fakülteleriyle nasıl sürdürülebileceği, barınma olanakları ortadan kalkınca göçe zorlanan kadrolarıyla varlığını nasıl sürdüreceği de belirsiz.
Geçen hafta çok sınırlı olsa da deprem bölgesinin bir köşesinden, yıkımın en ağır yaşandığı Hatay’dan geçtik. Girdiğimizde terk edilmişlik halinin karşıladığı bir Arsuz’da TTB Merkez Konseyinin önceki dönem başkanlarından Dr. Füsun Sayek adına düzenlenen kültür ve sanat etkinlikleri kapsamında Füsun Sayek Sağlık ve Eğitim Geliştirme Derneği ve Türk Tabipleri Birliği tarafından “Olağandışı Durumlar ve Meslek Örgütü” başlığıyla deprem bölgesinde arama-kurtarma, toplum sağlığı hizmetleri ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi çalışmaları sürecinde ortaya çıkan yetersizlikler ile bu süreçte devletin ve meslek örgütlerinin rolünün tartışıldığı bir panel ve forum yanı sıra TTB Ali Özyurt Kültür Sanat ve Edebiyat Kolunun düzenlediği Seray Şahiner’in Ülker Abla romanı üzerinden mekan kavramının değerlendirildiği bir söyleşi de yapıldı. Bu depremlerin yarattığı felaketin aşılmasında dayanışmanın değerini hissettik hep birlikte.
Belirsizliklerin önüne geçilmesinin yolunun şeffaflıktan ve afet yönetiminin demokratikleşmesinden geçtiğini biliyoruz. Toplumu, emek ve meslek örgütlerini görmeyen, hakikatı karartan algı yönetiminden bir an önce vazgeçilmesinin hayati önemini Antakya’da bir kez daha gördük. Kadın sağlığı ve psikososyal destek çalışmalarının sürdürüldüğü TTB Hatay Deprem Koordinasyon Birimi ile Hatay Tabip Odasının yanı başında yapılan yıkımlar ve moloz kaldırma faaliyetinin toza buladığı, nefes almanın zorlaştığı bir sıcakta yürekten emek veren dostların Türkiye’nin her yerinden gelen gönüllü meslektaşlarımızla neleri başardığına tanıklık ettik.
Siyasi otoritenin sağlık alanında yaşananların çözümünde sağlık örgütleri ile ortaklaşan bir yol izlememesinin bedelinin en az yirmi otuz yıllık geleceğimize mal olabileceğini, en büyük tehdidin de kentin sağlık belleği olan sağlık emekçilerinin belirsizlikler nedeniyle umutsuzluğa düşmeleri ve bu kentlerden ayrılmaları olduğunu hissettik. Onun için Dikmece’de topraklarını, ağaçlarını terk etmeme inadının yanındaydık, onun için meslek örgütü olarak ekoloji mücadelesi verenleri hiçbir yerde yalnız bırakmadık. Son söz raporumuzdan olsun: Sağlık çalışanları, sağlık örgütleri ve toplum öz gücünü harekete geçirerek geleceklerine sahip çıkmalıdır. Dikmecelilerin dediği gibi “Ma rıhna, nıhna hon”; gitmiyoruz, buradayız.
(Evrensel – 21 Ağustos 2023)