Özel mülkiyetin ortaya çıkması ile anaerkil yapının yerini ataerkil yapı alarak “Tarihsel yenilgiyle” birlikte kadın erkeğin kölesi durumuna gelmiştir. Ataerkil sistemde erkeğin kölesi haline gelen kadın soyun devam ettirici rolü olmuştur. Artık kadın hayatını dört duvar içerisinde geçirerek çocuk doğurma gibi işlerden sorumlu kişi olmuştur. Erkeğin evi dünyası iken kadının dünyası evinden ibarettir. Kadının köle olma konumu sadece dört duvar arasında değil, yaşamın her alanındadır. Kadın çoğu zaman dışarıdaki yoğun çalışma temposundan sonra evde geç saatlere kadar süren gece mesaisinde çalışmak zorunda kalır. Hiçbir karşılığı olmayan bu işler, kadının doğası gereği yapması gereken işler gibi görünür. Ev işinde harcanan emeğin belli bir süresi yoktur. Oysa köklü bir geçmişe sahip olan kadın sorunu bin yılların içinde derinleşerek büyüdüğü gibi yaşamın her anında nüfuz eder hale gelmiştir. Kadın üretime katıldığında ise evin dışına çıkmış fakat evin içindeki köleliğini devam ettirmiştir. Kadınlar daha az ücrete merdiven altı dediğimiz işletmelerde çalışmakta, ucuz iş gücü olma-yarım zamanlı ve ev eksenli işlerde çalışmak zorunda bırakılmıştır. Çalışan kadınların yarıdan fazlası hiçbir sosyal güvencesi olmayan kayıt dışı işlerde çalışmaktadır.
Ülkemizde milyonlarca kadın güvencesi olmadan çalıştırılarak sömürülüyor. Çalıştığımız her yerde patronlar tarafından ucuz iş gücü olarak görülmemiz daha çok sömürülmemizdendir. İşten çıkarmalarda ilk çıkarılan kadınlar olmakla birlikte emeği yok sayılanlar yine kadınlardır. Biz kadınlar olarak toplumda yok sayılan, emeği görülmeyen, ezilenin ezileni olmamayı hedefliyorsak, örgütlü mücadelede yer almalı safları sıkılaştırmalıyız! Gezi İsyan’ında kuşandığımız cüreti ve cesareti elden bırakmayarak ev içini değil, ev dışını yani sokakları mesken eylemeliyiz. Biz kadınların örgütlülüğünden korkan devlete tavrımız Gezi’deki sloganımız olmalıdır; “örgütlü bir gücü hiçbir kuvvet yenemez”.
1 Mayıs Mahallesinden bir YDK’lı