Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde 14 Haziran 2018 tarihinde AKP Milletvekili İbrahim Halil Yıldız, seçim çalışmaları sebebiyle iş yerlerini ziyaret etmiş, ziyaret ettikleri Şenyaşar ailesine ateş açmıştı. Saldırı sonucu Celal, Adil, Mehmet, Fadıl ve Ferit Şenyaşar kardeşler ağır yaralanarak Suruç Devlet Hastanesi’ne kaldırılmıştı.
AKP’li Yıldız’ın yakınları, Şenyaşar ailesine kaldırıldıkları hastanede de saldırmış ve burada yeniden yaralılara ateş açılmış, Hacı Esvet Şenyaşar, oğulları Celal Şenyaşar ve Adil Şenyaşar yaşamını yitirmişti.
Diğer taraftan ile milletvekili İbrahim Halil Yıldız’ın kardeşi Mehmet Şah Yıldız da hayatını kaybetmiş, 8 kişi yaralanmıştı. Ferit Şenyaşar ve anne Emine Şenyaşar’ın verdiği mücadelede çeşitli gelişmeler yaşansa da istenilen talepler karşılanmamış, aile bu nedenle direnişi Ankara’ya taşımıştı. Süreci Ferit Şenyaşar’dan hatırlatmasını isteyerek mücadelenin Ankara’ya taşınması üzerine kendisi ile bir röportaj yaptık.
– Urfa’da sürdüğünüz mücadelenizi Ankara’ya taşıma kararı aldınız, bu kararı hangi gelişmeler sonucu aldığınızı aktarır mısınız?
– Biliyorsunuzdur, hastanede de katliam devam etti. Bu katliamla ilgili dört ay boyunca davada bir gelişme yaşanmadı. Ve bu insanlık suçunu işleyenler tutuklanmadı. Zaten hastane davası, bizim mücadelemiz sonucu, Urfa Adliyesi önündeki mücadelemiz nedeniyle açıldı. Göstermelik iki tutuklu var, o da dört buçuk yıl sonra.
Ama diğer taraftan baktığımızda işyerinde, iş yerimizde güvenlik kamera görüntüleri var. Bu kamera görüntüleri raporlaştırıldı ve bunlarla birlikte kardeşim suçsuzluğu ortaya çıkmış oldu. Meşru müdafaa kapsamında kardeşlerimizi, kardeşlerini savunmuştur. Bu durum, bilirkişi raporu ile ortada olmasına rağmen beş yıldır kardeşim de tutuklu. Son yapılan yargılamada biz çağrımızı yaptık.
Anne, iki evladını, eşini kaybetmiş, gözleri önünde hastanede katletmişler. Kardeşim de beş yıldır cezaevinde tek kişilik hücrede kalıyor. Bu davayla ilgili uygulamaları bir tarafa bırakacak olursak hukuki açıdan uzun tutukluluk süresinden dolayı varolan yasa uygulansın. Ve kardeşimin mahkeme süreci bu yasa çerçevesinde devam etsin. Yargılama yapılsın ama kardeşim tahliye edilmesini bekledik.
Ya da mesela katliam esnasında, milletvekili katliamın olduğu esnada bir saate yakın hastanenin içinde bulunuyor ve katliam yaptıktan sonra çıkıyorlar. Bu milletvekilinin “dokunulmazlığı” bitti. Bunun da yargılanması gerekiyor. Ortada bir insanlık suçu var. Dolayısıyla onun da tutuklanmasını istedik. Mahkeme heyeti bunu da dikkate almayınca biz de “adil bir karar çıkmazsa mücadelemizi Ankara’ya taşıyacağız” dedik.
Sonuçta toplumun vicdanını rahatlatacak bir karar çıkmadığını Urfa’da da görüştüğümüz yetkililer, herkes biliyor. Bu kişler “Biliyoruz, haklısınız ama Urfa’dan bizim yapacağımız bir şey yok” deyince biz de “Ankara ve Adalet Bakanlığı Türkiye’nin kalbidir ve bu adaletsizliği ancak Ankara’da bulunan yetkililer çözebilir” düşüncesiyle Ankara’ya geldik. Ve dün itibariyle adalet mücadelemizi başlattık Ankara’da.
“Güvenlik duvarı ile karşılaştık!”
– Ankara’da 26 Temmuz günü neler yaşandı? Buradaki nöbetinize izin verilmedi, basının da çekim yapması engellendi. O günü anlatır mısınız?
– Evet, buradaki mücadelemize ilk olarak Meclis basın odasında, basın toplantısı şeklinde gerçekleştirdik. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir terör örgütü ya da hiçbir savaşta hastane içinde insanlık katledilmemiştir ya da yaralıları taşıyan ambulanslara saldırı olmamıştır.
Ama bizi taşıyan iki ambulans kullanılamaz hale gelmişti mesela. Onlar görüntülenerek bizimle paylaşıldı. Hastane içinde nasıl bir vahşet yaşandığını da yakın zamanda hastanenin bilirkişi olay yeri inceleme ekibi görüntüledi. Bunu da kamuoyuyla paylaştık.
Sonuç olarak adil bir yargılama bekliyoruz. Mecliste basın açıklamamızı yaptık. Mücadelemiz tamamıyla hukuk sınırları içinde olacak. Biz, Adalet Bakanlığı’na ulaşmak istiyoruz. Bu adaletsizliğin giderilmesi konusunda görüşme talep ediyoruz. Adalet Bakanı’yla görüştükten sonra bu haklı talebimizi kabul edip “Evet ortada bir mağduriyet var, gecikmiş olan bir adalet var. Bu konuda Adalet Bakanı olarak üzerimize düşen görevi yerine getireceğiz” demesini duyup tekrar annemle Urfa’ya dönmeyi düşünüyorduk. Ama beklediğimiz olmadı.
Basın açıklamasından sonra Dikmen kapısından çıkıp annemle Adalet Bakanlığı’na görüşmeye gidecektik. Kesinlikle bir çağrı yapmadık. Büyük bir çağrı yapsaydık bu görüşmemiz engellenebilirdi. Biz de çağrı yapmadık. Adalet Bakanı’na giderken güvenlik müdahale etmesin diye sadece annemle beraber yanımızda bir danışman ve avukatla gittik. Dikmen kapısının girişinde yüzlerce polis bizi karşıladı. Bu duruma biz de şaşırdık.
Yani bir slogan yok, elimizde bir pankart yok, bir eylem yok! Adalet Bakanı’yla görüşelim, ondan sonra gerekirse adalet mücadelemizi eylem şeklinde de sürdürürüz diye düşündük ama daha ortada bir eylem yokken böyle bir “güvenlik duvarıyla” karşılaştık.
Yarım saatten fazla Dikmen kapısında bekledik. Sonrasında annemle birlikte Adalet Bakanlığı’na gitmemize izin verdiler. Bu durdurmanın kesinlikle hukuki bir tarafı, boyutu yok. Tamamıyla keyfi bir uygulamadır. Biz vatandaş olarak, seçilmiş bir milletvekili olarak Adalet Bakanı’yla görüşmek istiyoruz. Bundan daha doğal ne olabilir? Adalet Bakanlığı’na gittiğimizde girişte “güvenlik” bölümünde bizi gene durdurdular.
“Şu an sizinle Adalet Bakanı görüşmeyecek” deyince biz de “Adalet Bakanlığı’nda yetkili olan biriyle görüşmek istiyoruz. Fark etmez Adalet Bakanı olmasa da olur” dedik. Daha önce de milletvekili olduğum süreçte de otuzdan fazla kez Adalet Bakanı’yla görüşme talebinde bulundum. Ama bu görüşme talebimize ne olumlu ne olumsuz herhangi bir dönüş yapılmadı. Ama Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un Twitter sayfasına baktığımızda görüyoruz ki, istediği vekillerle görüşüyor.
“Er ya da geç devlet de hükümet de, anneden özür dileyecekler!”
– Sizce Adalet Bakanı neden bu şekilde bir tutum sergiliyor? Bu tavrı neye bağlıyorsunuz?
– Bu tavır suçlu oldukları için, geciken bir adalet olduğunu biliyorlar. Ama bu olayın içinde iktidar partisinin eski bir vekili olduğu için eğer bizim haklı olduğumuzu kabul ederlerse diğer taraftan eski milletvekili de tutuklanacak ve bu katliamı yapanlar yargılanacak.
Bizim düşüncemize göre bu eski milletvekili hala AKP’nin üst düzey yetkilileri tarafından korunuyor ama burada bazen AKP milletvekilleriyle karşılaşıyoruz. Herkes vicdanen bizden yana olduğunu söylüyor ama “Bizim yapacağımız bir şey yok” diyor. Dediğim gibi bu eski milletvekilinin hala birileri tarafından korunduğunu düşünüyoruz. Bundan dolayı Adalet Bakanı ve yetkililer bizimle görüşmekten kaçıyor.
– Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz? Hem bir katliam mağduru hem de bir Yeşil Sol Milletvekili olarak nasıl bir çağrı yaparsınız?
– Dün basın açıklamamızı Yeşil Sol Parti milletvekili arkadaşlarımızla beraber yaptık. Devamında bunu siyasi bir olay değil de sivil bir direniş olarak sürdüreceğimiz için sadece annemle beraber gideceğiz dedik ve Parti de bu konuda saygı gösterdi. Her şekilde dayanışmayla yanımızda olduklarını bildirdiler ve bu şekilde şu an mücadele sürdürüyoruz.
Er ya da geç devlet de hükümet de, mağdur olan bir anne var, bu anneden özür dileyecekler. Hak yerini bulacak. Ama beş yıl geçti. Artık bu konunun bir an önce Türkiye’nin gündeminden düşürülmesini istiyoruz. Eğer bu görüşme taleplerimiz reddedilirse biz ileride dayanışma için diğer siyasi partilere ve hukuk örgütlerine çağrıda bulunacağız. Ve dayanışma isteyeceğiz.