Son dönemde, İstanbul Belediye Başkanlığı seçimleri öncesinde, kitlesel bir protesto eylemi ile bir askerî harekât ve dört önemli açıklama gündeme damgasını vurdu.
8 yıldır ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmeyen PKK lideri Abdullah Öcalan, AKP’nin yerel seçim mağlubiyeti ve Suriye’de iyice çıkmaza girmesinin ardından iki kez avukatlarıyla görüşebildi. İktidar, aslında son derece doğal ve meşru bir hak olan aile ve avukat görüşünü aklınca siyasi bir koz olarak kullanmaya çalışıyor.
Bu sıradan hakkın uygulanması için binlerce kişi açlık grevine, ölüm orucuna girdi, bu arada 9 kişi hayatını kaybetti.
Öcalan’ın bu iki görüş sonrasında avukatları aracılığıyla yaptığı iki açıklama önemli bir tartışma yarattı. Konunun doğrudan muhataplarından PYD’nin önde gelen yetkililerinden Salih Müslim’in iki açıklaması da kayda değer.
Öcalan’a yönelik tecriti kırmak için binlerce mahkûm ve sivil Kürdün kitlesel açlık grevi ikinci açıklama ile sona ererken hemen akabinde TSK’nin Irak Kürdistan’ına yönelik hava ve kara harekâtına girişmesi siyasal açıdan ayrıca zamanlama açısından dikkat çekti. Erdoğan son günlerde Irak’ın hem Başbakanı hem de Cumhurbaşkanı ile görüşmüştü. Bağdat bu operasyondan haliyle rahatsız.
Konu, kuşkusuz sadece İstanbul seçimleriyle ilgili değil. Her türlü rasyonaliteyi terketmiş, çökme/dağılma sürecine giren iktidar, Türkiye’nin siyasi bilinci en yüksek HDP seçmeninin gözünü boyamak amacında. Ne var ki, bu göz boyama operasyonu Bahçeli’nin ve Ergenekon’un çizdiği sınırlar içinde kalmak zorunda. İktidar, tıpkı 7 Haziran seçimlerinden sonra yaptığı gibi, Kürt düşmanlığını kışkırtarak CHP-İYİ-Saadet’ten oluşan bloku zayıflatmayı tasarlıyor.
Irak Kürdistan’ına yönelik operasyon da, avukat görüşmesini dengelemek niyetinde. Oysa ki belki 20 yıldır yapılan bu operasyonlar herhangi bir sonuç vermediği gibi, Kürt karşıtı seçmene sahte boncuk dağıtırken, askerî harekât, avukat görüşü ile etkilemeye çalıştığı Kürt seçmenleri AKP’den iyice uzaklaştırıyor.
Dağılma/çöküş sürecinde, panik var. Mevcut ve olası müttefiklerin çıkarlarını bir arada tutayım derken, hepsini birden küstürmek de ince bir dingoluğun eseri…
Erdoğan, yıllardır, “Bebek Katili’’, “Teröristbaşı’’ gibi sıfatlarla andığı Öcalan’dan medet umar hale gelmiş durumda. Sıkışınca İmralı’ya başvuruyor. Öcalan da, son derece kısıtlı koşullar altında ince bir siyaset yürütmeye çalışıyor.
Ortada eşit olmayan iki taraf var: Biri Saray’da oturuyor, elinde koca devletin bütün imkânları var; öteki ise tek başına bir hücrede. Biri operasyon diyor, teröristleri temizlemek diyor; öteki barışçı müzakere diyor, demokratik özerklik diyor. Öcalan’ın avukatları, iki görüşme ve iki açıklamanın bir müzakere ya da diyalog girişimi olmadığının altını çiziyor.
Erdoğan özellikle son dönemde Suriye’de tam anlamıyla çıkmaza girdi.
· Trump, Suriye’den asker çekme kararı vermesine rağmen, ABD birlikleri halen Kuzey ve Doğu Suriye’de SDG’ye askerî ve siyasi desteğini sürdürüyor
· Putin, Erdoğan’ın özellikle İdlib konusundaki sözünü tutmadığını görerek artık Ankara’yı kaale almadan rejimle birlikte İdlib bölgesindeki son cihatçı unsurları bertaraf etmeye devam ediyor.
· Erdoğan, Moskova ve Tahran’ın da zorlamasıyla, Suriye’deki çıkmazdan kurtulmak için Esad rejimi ile temasa geçmenin yollarını arıyor. TSK, İdlib ve Afrin’de varlığını sürdürdükçe Ankara ile Şam arasında olumlu bir diyalog beklenmiyor. Ankara-Şam işbirliğinin hangi temelde gelişebileceği meçhul. Fatura yine Kürtlere kesilmesin!
· Ankara’nın Cihatçıları desteklemesi nedeniyle Astana+Soçi süreçleri işlevsiz hale geldi. İran da artık Ankara ile birlikte yürünmeyeceğini biliyor.
· S400/F35 konusu olsun, Ankara’nın Suriye’deki tutumu olsun, bu iki mesele Ankara-Washington ilişkilerini yine geriyor. Şimdi bir de İran’a petrol ambargosu gündeme gelince Ankara yine ofsayda düşüyor.
Ankara açısından bu genel olumsuz tablonun özel bir bölümüne değinelim: Kürt Meselesi.
Suriye Kürtleri, Arap Baharı’ndan itibaren Esad rejiminin zayıflamasını fırsat bilip, Cihadçı muhalefete destek vermeden kendi bağımsız üçüncü yollarını izleyerek, ülkenin yüzölçümü açısından üçte birinde, enerji kaynakları bakımından da yüzde 70’ini denetleyen bölgede kendi rejimlerini kurma konusunda önemli adımlar attı.
Ne var ki, Rusya ve İran’ın desteğiyle güçlenen Esad rejimi, Cihatçı örgütleri büyük ölçüde tasfiye ettikten sonra Kürtlerin tüm ülke için önerdiği demokratik özerklik projesine hiç sempati göstermedi. Doğal. Esad gibi diktatoryal bir rejimin, kendiliğinden, barışçı ve demokratik bir yöntemle, kendi egemenlik imtiyazlarından ödün vermesi, kendi halkına Anayasa’ya dayalı bölgesel özerkliği kabul etmesi zaten beklenmiyordu.
Uzun yıllar Suriye’de yaşamış, bu ülkeyi, toplumsal yapısını bilen Öcalan, aslında kendi siyaset, ideoloji ve felsefesini savunup uygulamaya çalışan PYD üzerinde de belirli bir etkiye sahip. Salih Müslim’in açıklamalarından bunu anlıyoruz.
Öcalan’ın birinci açıklamasında yer alan ‘’Türklerin hassasiyeti’’ ibaresinin ikinci açıklamada yer almaması önemli. Bu ibarenin ilk açıklamaya belki de Öcalan dışındaki kişi ve kurumların baskısıyla girmiş olması bile muhtemel. Salih Müslim’in, hassasiyet konusunun karşılıklı olduğunu belirtmesi de anlamlı.
Saray’ın Öcalan üzerinden çevirmeye çalıştığı dümen, ne İstanbul seçimlerinde ne de Suriye’de etkili olur. Çünkü, bugün hâlâ 7.5 gücün (ABD, Rusya, İran, Türkiye, İsrail, Şam, Kürtler ile Cihatçı örgütler) egemenlik peşinde koştuğu Suriye’de Ankara’nın tek başına hatta Öcalan’ın olası katkıları olsa bile, yapabileceği fazla bir şey yok. Ankara’nın olumlu herhangi bir adım atabilmesi için Kürt politikasını topyekün değiştirmesi lazım ki yakın bir gelecekte böyle bir olasılığın emaresi görünmüyor.
Artı TV programcısı, uzun yıllar Suriye’de muhabirlik yapmış olan arkadaşımız Musa Özuğurlu, Suriye’deki mevcut durumu geçenlerde “çorbaya’’ benzetmişti. Etraf toz duman, ittifaklar her an değişebiliyor, güç dengeleri hassas.
Üstelik Ankara, gerek siyasi gerek askerî olarak, Suriye’de 7.5 güç arasında, 6. ya da 7. sırada. Erdoğan, ABD ve Rusya açısından güvenilmez bir müttefik, Şam ve Kürtler açısından işgalci bir güç, İsrail açısından ikili oynayan bir devlet, Cihatçılar açısından da eski müttefik.
Erdoğan’ın birkaç özelliği daha var: Dünyada IŞİD’i saymazsak PYD’yi terörist olarak niteleyen tek devlet başkanı; Birkaç Körfez ülkesi ile beraber cihatçıları hâlâ destekleyen nadir bir siyasetçi; Nihayet uzun yıllar Esad rejiminin devrilmesini istediği halde artık bu hayalden vazgeçmiş görünen bir politikacı.
Tarihin cilvesine bakın ki, Ankara diplomasisini bugünkü çıkmazlara sokan adam, şimdilerde, üstelik utanmadan Diyarbakır’da, memleketin geleceğine ilişkin pembe nutuklar atıyor. Davutoğlu bu felakette en az Erdoğan kadar sorumlu ayrıca da bu fetihçi politikanın bir numaralı uygulayıcısı idi. Hatalarını kabul etse belki biraz ciddiye alabilirdik kendisini.
(Artı-Gerçek. 30 Mayıs 2019)