Kitle hareketlerinin Gezi ve Kobane ile on yıllardır yaşanmayan oranda yükselmesinden sonra başlayan Çökertme Planı’nın etkisi ve sonuçları mücadelenin her alanında kendini göstermeye devam ediyor. Efrin işgalinin gerçekleşebilmesi kitle hareketinin birçok alanda geri çekilmesi bu sonuçların en önemlisidir. TDH’nin önemli bir yenilgi aldığı açıktır. Elbette ki bu yenilgi krize yol açmaz! Krize yol açmaması saflarını koruyarak geri çekilme becerisini gösterebilmesi ve yenilgi psikolojisin hızlıca atıp derlenmesi, toplanması ile ilgilidir.
Başlığımızı Lenin’in şu sözüne atıfla koyduk; “Fakat, zorluk, olanaksızlık demek değildir. Önemli olan yolun doğru seçildiğine inanmaktır; bu inanç mucizeler yaratabilecek devrimci enerjiyi ve devrimci coşkuyu yüz kat artırır.” (Lenin, c.3, s. 106)
Ezilenlerin kurtuluş ve örgütlenme mücadelesi seçtiğimiz doğru yoldur. En hafif tabirle “çivisi çıkmış” bu dünyada emperyalist kapitalizmin de krizinin boyutlanmasıyla ezilen ve sömürülenlerin üzerindeki baskı ve şiddet her alanda artmış durumdadır. Aralarındaki pazar savaşları, vekalet niteliğini çoktan kaybetmiş, Suriye’de en belirgin haliyle görüldüğü gibi devletler savaşına dönüşmüştür. Bunun faturası işçilere, emekçilere, kadınlara ödettirildiği kadar ekolojik denge de geri dönülemez bir şekilde tahrip olmakta, canlı-cansız bütün varlıklar için büyük tehlike ortaya çıkmaktadır.
Egemen sınıflar devletler arasında artık diplomasinin, masaya oturmanın anlamsızlaştığı, şiddetin/savaşın tüm askeri yeteneklerini kullanarak devreye girdiği bu dönemde; ezilenlerin mücadelesinin şiddetle/zor aygıtlarını kullanmayla, gizlilikle ve güçlü örgütlenmelerle bağı çok daha açık şekilde, kör gözlere bile ayan olacak şekilde ortaya çıkmıştır. Bu sürecin zorlukları apaçık bir olgu olarak yaşanmaktadır. Fakat tam da bu noktada devrimci enerji ve devrimci coşku önem kazanmaktadır. Kitlelerin geri çekilişini, yenilgi psikolojisini kendine bariyer olarak belirlemek ve harekete geçememeyi bununla ilişkilendirmek kendini kandırmaktır. “Ne yapabiliriz ki?” sorusunu umutsuzlukla sormak, koşullara teslim olmaktır. Bu tutumun devrimcilikle, hele ki gerçekçilikle uzaktan yakından alakası yoktur. Bu gerçeklik değil gerçekliğin umutsuz, kararsız, karamsar bir yorumudur!
Hem dünya devrim tarihinde hem de Türkiye devrim tarihinde genel bir bakış atmak bile devrimciliğin esas itibarıyla zor koşullarda, imkansızlıklarda, olanaksızlıklarda yürütüldüğünü gösterir. OHAL’in ilk ilan edildiği günlerde yaygın kullanılan ve W. Benjamin’in “Ezilenlerin geleneği gösteriyor ki, içinde yaşadığımız olağanüstü hal istisna değil kuraldır” sözü bu durumu anlatmaktadır. Devrimcilik “zarif”lik, “sakin”lik, “yumuşak”lık, “ılımlı”lık, “uysal”lık, “kibar”lık, “ölçülü”lük değildir. O zaman gerçeklikten umutsuzluk, yılgınlık değil imkansızlıkları zorlama gerçeğin gözüne bakarak koşulları, durumu, “an”ı doğru tahlil etme ve politik görevleri bunlara dayanarak ayrıntılı belirleme, bazen en yavaş adımlarla ama bazen koyarak ilerlemeye hazır olmayı ve bunu yapmayı çıkarabilmeliyiz.
Dar kalıplar içine sıkışıp kalmamak, cesaretle öne atılıp yeni örgütlenmeler kurmak, politikalar geliştirmek zamanıdır. Değişen koşullar, değişen tarzları ele alışları getirmelidir, umutsuzluğu değil!
Sarılalım güne, sarılalım saate!
Kolektifimiz yıllardır içine sıkıştığı dogmatik bürokratizmin tasfiyeci darbeci yönelimiyle birliğini koruyamamıştır. Uzun dönemdir yaşanan ve her ne kadar örgütsel anlamda patlak varsa da ideolojik-politik içeriği esas olan bir kriz döneminden geçtik. Yenilenme iddiamızı en baştan itibaren netlikle vurguladık. Kolektifimiz için de iki çizgi mücadelesinin her daim devam ettiğini unutmanın getirdiği zayıflık, bizlerin yaşanan tasfiyeyi/darbeyi doğru şekilde kavrayamamasına ve zamanında harekete geçmemesine yol açmıştır. Bunu açıklıkla ortaya koymak ve bundan sonraki süreç için ideolojik/politik ve örgütsel yenilenme iddiamızın gereklerini yerine getirmek görevi omuzlarımızdadır. Bunları çok yönlü değerlendirmeliyiz.
Krizler her zaman eskiyi, köhnemiş olanı ortaya koyduğu kadar yeniyi, canlı olanı da ortaya çıkarır. Çelişkiler her krizin sonucunda yeni koşullar ve şekillerde ortaya çıkar. Bu sürecin bizi özellikle örgütsel alanda zayıflattığı, yıprattığı açıktır. Ama ideolojik-politik olarak devrimin ihtiyaçlarına cevap verebilme potansiyelimiz her zamankinden fazladır. Bu potansiyelin gerçekliğe dönüşmesi, dogmatik bürokratizmin her türlüsüne güçlü darbeler vurmayı gerektirdiği kadar ideolojik/politik sorgulama yapabilmeyi ve örgütlenme faaliyetine yoğunlaşmayı gerektirmektedir. Hem objektif hem de subjektif koşullar aynı çalışma tarzını devam ettirmeyi, hareket etmeyi, teorik eksikliği, politikasızlığı kaldıracak durumda değildir. “Mümkünün son sınırına” ulaşmak için “imkansız”ı hedeflemeliyiz.
Yeni yerlere gitmek, yılladır vurgulayageldiğimiz ama sınırlarımızı yeterince zorlamadığımız konulardan biridir. Başta ekonomi olmak üzere çelişkiler had safhadadır. Artan vergiler, köprü-yol zamları, düşük tutulan ücretler, artan enflasyon, işsizlik, kötü çalışma koşulları ekonomik sefalete yol açmaktadır. En zorunlu temel ihtiyaçların karşılanmasında bile sorun yaşayan çok kalabalık bir nüfus mevcuttur. Dogmatik bürokratizmin yarattığı darlığın etkisiyle, halkın kendiliğinden ideolojisine olan yabancılığın kırılması, bu çerçevede ajitasyon-propaganda ve örgütlenme faaliyetinin içeriğini genişletmek ve daha yaygın ve yeni alanlara gitmek temel yaklaşımımız olmalıdır. Kürt sorununda her türlü ittifakın aktifleştirilmesi olanaklarına yoğunlaşmak, Efrin’deki işgale karşı her alanda tepkiyi ortaya koymak, yaşanan direnişin canlılığını, cesaretini ve yaratıcılığını kuşanmak gereklidir.
Kadın çalışmalarında son yıllarda kat ettiğimiz mesafe çok önemlidir. Cins çelişkisinin özgünlüğünün ve öneminin açığa çıkarılması en önemli kazanımımızdır. Cins çelişkisinin sınıf savaşımı ile beraber arka plana atılmadan ele alınması, devrim sonrası mevcut iktidar ve KP’ye karşı bile yürütülebileceğinin Lenin tarafından netlikle ortaya konulmasına rağmen bu gerçeğin üzerinin gömüldüğünün farkına varılması ve bu konuda kadınlar olarak geri adım atılmadan durulabilmesi en büyük kazanımızdır. Bu kazanımlar, katliama uğrayan, şiddete maruz bırakılan, krizdeki ekonomi dolayısıyla en fazla yoksullaşan, sağlık-eğitim gibi zorunlu hizmetleri dahi karşılamayan her kadınla biraraya gelerek örgütlü bir güce dönüştürmek bizi beklemektedir.
Politik ve örgütsel olarak kendimizi sınırlamamalı, ortaya çıkan bu sınıfsal, cinsel, ulusal, mezhepsel çelişkilere karşı en önde tavır geliştirebilmeli, muhataplarına ulaşabilmeli, kurtuluş ve özgürleşmenin devrimci yolunu ortaya çıkarmalıyız. Devrimcilik arayıştır! Hiç kimse bir çıkış yolu bulamazken bu yolu açma faaliyetine başlamaktır. Bunun için bir yerden başlamaktır. Eylemi lafazanlığın egemenliğinden kurtarmaktır. En önde yürüyebilmektir. Rosa’nın “çoğunluk olduktan sonra devrimci taktiğe geçilmez, tersine devrimci taktikle çoğunluk olunur” sözünün tek kişinin çalışması için de geçerli olduğunu bilmektir. Koşullar zor, fakat tekrar pahasına vurgulamalıyız: O halde sarılalım güne, sarılalım saate…