Zor bir süreçten geçiyoruz. Ekonomik kriz derinleştikçe işsizlik artıyor, yoksul emekçi yığınların lokmaları daha da küçülüyor. Küçülen lokmalara bir de depremin yaratmış olduğu büyük yıkıntı ve yıkıntıya eklenen sel felaketi… Deyim yerindeyse yıkım yıkımı izliyor. Ancak bu yıkıntı arasında ezilenler cephesinde dayanışma sesleri de yükseliyor. Devrimci-demokratik güçler, halkla birlikte yıkıntıların yol açtığı yaraları sarmak için çaba sarf ediyor. Bu çaba, halkın çektiği acıya seyirci kalmayı reddeden devrimci duruşun ve hareket tarzının özlü ifadesidir.
Bilindiği gibi seçim atmosferi içine girilmiştir ve siyasete olan ilgi daha bir artmıştır. An itibariyle hem egemen sınıfların tüm klikleri hem de reformist sol, var olan tüm sorunları seçim gündemi ile ele almaktadır. Tüm hesaplar, Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimleri üzerinde yürütülüyor. Bu eksenli ittifaklar kuruluyor. Ve sorunların çözümüne çare olarak da parlamento gösteriliyor. Bu yüz yıllık yalanın geniş yığınlarda bir karşılığı var mı? Ne yazık ki vardır! Asıl üzerinde durmamız ve sorgulamamız gereken nokta da budur.
Şu bir gerçek ki; bugün parlamentonun niteliği-işlevi konusunda geniş yığınları istenilen düzeyde ikna edemeyebiliriz. Ama bu, gerçekleri söylememizin önünde engel değildir. Peki gerçek olan nedir: Yapılan Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçiminin özü, yeni dönemde hangi burjuva kliğinin sömürü ve soygun düzenini sürdüreceğidir. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden”, “parlamenter sisteme” geçiş, burjuva egemenlik sistemi açısında öze değil biçime tekabül eden bir geçiştir. “Millet İttifakı” denilen burjuva kliğin demokrasi, özgürlük adına ifade ettiği söylemler sahtedir. Yüz yıllık cumhuriyet tarihinde parlamenter sistemin, işçi ve emekçiler, ezilen ulus ve azınlık milliyetler için ne anlam ifade ettiği tecrübeyle ortadadır.
Hiç tartışmasız egemen sınıf klikleri arasında süren iç iktidar mücadelesinde okun sivri ucunu esas olarak R.T.Erdoğan ve çetesinin temsil ettiği kliğe yöneltme politikası doğrudur. Bunu yaparken diğer burjuva kliğinin teşhirini de elden bırakmamalıyız. Sınıfsal tutum, bugün mevcut düzen partileri arasında bir tercih yapmayı, birine destek sunmayı kesinlikle yadsır. Bu düzen partilerinin geçmiş ve yakın tarihlerine bakarsak temsil ettikleri hakim sınıfların çıkarları için çırpınıp durduklarını göreceğiz. “Millet İttifakı”nda temsil bulan partilerin sözcülerinin “devlet nerede?” sorusuna dahi tahammülleri yoktur. Yaşananlardan “devlet değil hükümet sorumludur; devlet hepimizin devletidir” vb. söylemler onların sınıfsal karakteri ve hangi sınıfın çıkarlarını savundukları konusunda somut veriler sunmaktadır. Çok açık ki, yapılan, yapılmaya çalışılan AKP-MHP iktidarı şahsında devlete karşı oluşan tepkileri etkisiz kılmak ve yığınların dikkatini sisteme karşı mücadeleye değil AKP-MHP iktidarına yöneltmektir.
Bu nedenle şu iki konuda net olmamız gerekir: Birincisi, AKP-MHP iktidarı şahsında devlete karşı oluşan öfkeyi örgütlemeye çalışmak. İkincisi, sınıf mücadelesini geliştirmek için her türlü haklı ve meşru aracı kullanmakta asla tereddüte düşmemek. Ve tabi ki bu araçları kullanırken, herhangi bir burjuva kliğini güçlendirecek pratik tutumlarda uzak durmak.
Hakim sınıfların tüm klik temsilcileri, sokaklardaki meşru kitle hareketlerine karşı aynı korkuyu taşımaktalar. Bundan dolayı burjuva muhalefet her fırsatta “sokağa çıkmayın, provokasyon olur” masallarına başvurmaktadır. Tarihi tecrübemizle biliyoruz ki; sokaklardaki dişe diş mücadele kitlesel bir karakter kazanırsa, faşist iktidar ve tüm gerici güçler için bir korkuya yol açar. Dolayısıyla bugün asıl olan yığınların dikkatini parlamento koridorlarına değil militan mücadele pratiklerine yöneltmektir.
Elbette ki olması gerekene dikkat çekerken, var olan nesnel durumu da gözardı etmiyoruz. Bugün genel manada devrimci ve komünist hareket, faşist diktatörlüğe, emperyalizme karşı mücadelede saldırı değil savunma pozisyonundadır. Bu savunma hali kendi içinde bir dağınıklığı, savrulmayı barındırıyor. Bu anlamıyla iyi bir durumdan söz edilemez. Çünkü böylesi bir tablo içinde işçi ve emekçilerle doğru bir temelde bağ kurmak veya biriken öfkeyi örgütlemek zorlaşıyor. Zayıf duruşlar, yetersiz müdahaleler, güçlü fırtınalara yol açmaz. Bu nedenle devrimci ve komünist hareketin gelişimi, andaki sorunlara doğru ve militan bir tarzda müdahale etme şekillenişini, olanaklarını yaratmakla mümkün olabilir. Doğru, siyasal, örgütsel bir önderlik ve militanca bir pratik, güçlü bir çıkışa zemin hazırlayabilir. Tüm görevlerimize bu bilinç ve tarihsel sorumlulukla yaklaşmalıyız.