Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.
İşçi ve emekçiler; işsizlik, emeğin karşılığını alamama yani ücretlerin azlığı ve iş güvencesinden yoksun kötü koşullarda çalışma vb. uygulama ve saldırılar altında yaşamlarını sürdürüyor. Seçim süreciyle birlikte işçi ücretlerinde kısmen de olsa bir artış yaşandı. Ama enflasyon, fiyat artışları karşısında alım gücü aslında daha önceki seviyenin de altına düştü. Deyim yerindeyse “kaşıkla verilen kepçeyle geri alındı”. Dahası, Erdoğan ve suç ortakları, yeniden seçimi kazanmak için sınırsız harcamalar yaptılar. Ve mevcut durumda devletin kasası boş. Bu kasayı doldurmak için iktidar, yüksek faizle borçlanacak ve bu borçların faturası da işçi ve emekçilere çıkarılacaktır.
Bu sonuçlardan hareketle iktidara kısa ömür biçenlerin, vaktini “boş tencere”nin yaratacağı değişim masallarıyla geçirenlerin, ufukları sistem içi kırıntılara dair hesaplar yapmakla sınırlıdır. Oysa proleter hareketin tüm hesapları sistem içiyle sınırlı bu anlayışların reddi üzerine kuruludur.
Şöyle ki, “boş tencerelerin” gürültüsü, sadece yoksulların hoşnutsuzluklarına, ekonomik krizlerin faturası da geniş yığınlarda öfke birikimine zemin hazırlar. Yani krizler, devrimlere yol açmaz sadece devrim için nesnel koşulları olgunlaştırır.
Bu koşullardan hareketle devrim fırtınasını yaratacak olan sınıf bilinçli proletarya ve onun öncülüğünde yaratılan örgütlü yığınların gücüdür. Düzen dışı, alternatif bir mücadele zemini üzerinde, işçi, kadın, gençlik hareketini örgütlemeye yönelmeyen hiçbir hareket özgür bir gelecek için umut olamaz, umut yaratamaz.
Umudu, özgürlüğü, parlamento koridorlarında arayanların, seçim sonuçları karşısında bu denli büyük bir yıkım yaşamaları çok da şaşırtıcı değildir.
Hiç kuşkusuz mücadelenin merkezine seçimleri koyan burjuva ve reformist anlayışlar yığınlarla devrimci tarzda bağ kuramazlar, örgütlenme yaratamazlar. Mayıs ayında yapılan seçimler sürecinde görüldüğü gibi egemen burjuva klikleri, “dincilik, ırkçı milliyetçilikte” yarışırken, reformist sol da “çare parlamentoda” deyip durdu.
Elbette ki bu güçler, neden-sonuç ilişkisi anlamında ortaya doğru sonuçlar çıkaramazlar. Bu yönlü çabaları da olmaz. Onlar şimdiden mevcut iktidarın krizin altında ezileceği söylemleriyle, biriken öfkenin sokaklara akmamasının hesabını yapmaktalar.
Milyonların açlığa mahkum edildiği, ekonomik krizin faturasının işçilere, emekçilere kesildiği, ırkçı söylemlerle toplumda önemli bir kutuplaşmanın yaratıldığı bir süreçten geçiyoruz. Dolayısıyla devrimcilerin, sosyalistlerin, emek eksenli çalışmalarda daha bir yoğunlaşması gerekir.
Umut, soyut çağrılarla, kuru ajitasyonla yaratılamaz. Umut, iş yerlerinde, kolektif bir akılla, örgütlü işçilerin mücadele çizgisiyle yaratılır. Emekçi yığınların örgütsüz olduğu bir yerde, sınıf bilinci, örgütlenme bilinci ya yoktur ya da yok denilecek derecede azdır. Böylesi bir durumda sokaklarda, iş yerlerinde dişe diş bir mücadele çağrısı yapmak; tek kelimeyle boşluğa konuşmaktır. Olması gereken birebir temas kurmaktır. Sorunları emekçilerle tartışıp, birlikte çözüm yolu aramaktır. Çünkü, işçiler kavganın öznesi haline getirildiği oranda, çağrılar karşılığını bulur. Çarenin parlamentoda değil, örgütlü yığınların mücadelesinde olduğu gerçeği de anlaşılır. Umut; gençliğin, kadınların bilinçli duruşuyla, militanca dövüşüyle yaratılır. Her kim ki, umutsuzluğa düşmemekten söz ediyorsa, faşist düzene karşı mücadelede örgütlü, özverili bir çaba içine girmek zorundadır.
Sınıf savaşımı inişli çıkışlı bir güzergahta ilerleyen uzun bir yürüyüştür. Ve bu yürüyüş bağrında yenilgi ve zaferleri taşır. Sınıf savaşımını düz bir rota ya da yüz metrelik bir koşu olarak görenler, engellerle, başarısızlıklarla yüzleşince, umutsuzluğa düşüp ilk çıkış noktasına geri dönerler. Bu duruş, sınıf savaşımının yasalarını kavramadan yoksundur. Bu duruşun sınıf bilinci de zayıftır. Bu anlamıyla sınıf savaşımının öznelerinin nitelik düzeyi oldukça önemlidir. Bu düzeyi sürekli yükseltmek, nicelik halkayla da genişletmek, proleter hareketin daha sağlıklı bir temelde ilerlemesini sağlar.