Emperyalist kapitalist sistemin krizi derinleşmekte. Emperyalistler arasındaki çelişkiler de keskinleşmekte. Bu da kaçınılmaz olarak silahlanmaya, militarist politikaların daha geniş kesimlerden destek bulmasına zemin hazırlamakta.
Bu gerçekliği “yabancı düşmanlığında”, ırkçı ve faşist örgütlenmelerin kapitalist-emperyalist merkezlerde daha da görünür hale gelmesinde fark edebiliriz.
Ukrayna krizinde de görüldüğü gibi bölgesel sorunlara emperyalist müdahaleler, savaş çığlıkları gün geçtikçe artıyor. “Demokrasi” söylemleri yerini tehditlere, ırkçı faşist açıklamalara bırakıyor. Tüm bunlar bizler için sürpriz değil. Kapitalistlerin kâr uğruna yapamayacakları hiçbir haydutluk yoktur.
Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da yaşananlar bu haydutların eseridir. Emperyalist müdahale ve işgalin yol açtığı ekonomik yıkım, barınma sorunları bölge halkları için bir felakete dönüşmüş durumdadır. Açlık, sefalet, yurtsuzluk, göç yollarında ölüm vb. ezilen ulus ve halkların günlük yaşamının bir parçası haline gelmiştir.
Diğer yandan dünyanın farklı bölgelerinde emperyalist saldırganlığa ve suç ortakları olan faşist diktatörlere karşı kendiliğinden gelişen kitlesel veya dar kapsamda bir eylemlilik sürecinden söz etmek mümkündür. Özellikle kadın hareketleri giderek kitlesel bir boyut kazanmaktadır. İşçi sınıfı cephesinde esas olarak ekonomik taleplerle gündemleşen protesto eylemlerinin, grevlerin önümüzdeki süreçte kitlesel, daha örgütlü ve siyasal bir nitelik kazanacağına dair güçlü işaretler vardır.
Türkiye’deki gelişmeleri dünya ve bölgedeki gelişmelerden bağımsız ele alamayız. Bu gerçeği ekonomik-siyasal krizde, işçi ve emekçilere yüklenen ağır faturada rahatlıkla görebiliriz. Deyim yerindeyse ülke zam fırtınası altındadır. Faturalarda yükselen rakamlar Saray’da üretilen yalanlarla yarışır boyuttadır. Hiç kuşkusuz içerde ve dışarda saldırganlıkta, ırkçılıkta, zamda, zulümde ısrar edenler; işçi ve emekçilerin öfkesiyle adım adım yüzleşiyorlar. Hopa, Doğu Beyazıt, İstanbul, Bodrum vb. birçok alanda yapılan gösteriler ekonomik, demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinin işaret fişekleridir.
Özellikle farklı iş kollarında gelişen işçi direnişlerinin belli kazanımlarla sonuçlanması, işçi sınıfının gelecekteki mücadelesi açısından önemli gelişmelerdir.
Bugün Türkiye’deki devrimci siyasal mücadelenin zayıflığının ana nedeni; devrimci güçlerin işçi sınıfıyla olan bağlarının zayıflığıyla ilgilidir. İşçi ve emekçilerle bağları zayıf olan komünist ve devrimci güçlerin, ortaya çıkan fırsatları doğru bir tarzda değerlendirememe ihtimali yüksektir. Ama bu tablodan doğru dersler çıkararak ve geleceğe dönük somut görevler üzerinde yoğunlaşarak hedefe kilitlenmek mümkündür. Sözünü ettiğimiz şehir çalışması ve bu çalışmanın ana hedefindeki işçi sınıfıdır.
Türkiye’de bugün hâkim olan sendikal anlayış, işçi sınıfının mücadelesini geliştirmekten, politikleştirmesinden çok iktidarın-reformizmin koltuk değneği haline getirme çabası içindedir. Dolayısıyla an itibariyle var olan sendikalar üzerinde bir sıçrama yaratmak mümkün görünmüyor.
Bu söylediğimiz sendikal çalışmayı yadsımak anlamına gelmez, bilakis çalışmanın ana yönünü tabana, daha dinamik olan iş kollarına yöneltmek anlamına gelir. Tabanda yaratılacak bir örgütlenme sadece politikleşmiş bir kuvvet çıkarmayacak, aynı zamanda sınıf-sendikacılık anlayışının daha sağlam bir zemin üzerine oturmasını da sağlayacaktır.
Tarihi tecrübelerimizle şu gerçeği bir kez daha görmüş olduk: Diri ve dinamik güçler, proleter öncüyle bütünleşmediğinde hiçbir çalışmanın kalıcılığı yoktur. Tabi ki bunu sağlayacak olan öncülerdir.
Evet, zor bir süreçten geçiyoruz. İşçi ve diğer emekçi güçlerle bağlarımız istenilen düzeyde değil, işçi sınıfını ve diğer ezilen toplumsal dinamikleri örgütleyip harekete geçiren değil, gelişen hareketlere katılarak pratik deneyimler kazanma ve devrimci sonuçlar ortaya çıkarma çabası içindeyiz. Kısacası tüm bunlar gerçekliğimiz, değiştirmek ise hedefimizdir.