Tarihsel bağlamda olduğu gibi güncel bağlamda da, ezenler ve ezilenler arasındaki mücadele kaçınılmazdır. Çünkü yerküremizde her geçen gün zenginler ile yoksullar arasındaki makas, yoksullar aleyhine giderek açılmakta. Egemen sınıflar ise toplumsal anlamda yaşanan bu eşitsizliğe “yasal” zeminde bir meşruluk kazandırma çabası içindeler.
Bunun için de artan sömürü, zulüm ve işgal politikalarına karşı, başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçilerin, ezilen ulusların haklı ve meşru mücadelesini bu çizilen sınırları aşan “terörist” faaliyetler olarak tanımlamaktalar. Ve “terörizme” karşı mücadele adı altında egemenlerce yürütülen her türlü devlet terörüne ayrıcalık tanınmakta. Bugün bölgesel bazda bu anlayış çerçevesinde hareket eden İsrail siyonizmi, Türk devleti ve bölgedeki diğer gerici ve faşist güçler halka karşı suç işlemeyi meşru bir hak olarak görüyorlar. Ve kapitalist-emperyalist sistemin haydutlar hukuku da bu suçlara meşruluk kazandırmak için her türlü ahlaksızlığa başvurmaktan geri durmuyor.
Elbette ki, bu genel saldırıların yaratmış olduğu yıkımların-yoksulluğun etki düzeyi ülkelere göre değişiyor. Değişmeyen tek şey, bu yıkım politikalarının aynı merkezlerde üretildiği ve tüm ezilenleri hedeflediği gerçeğidir. Dolayısıyla “Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halkları birleşin” şiarının güncel bağlamda doğru bir temelde anlaşılması ancak bu şiara uygun pratik bir tutum geliştirmekle mümkün olabilir. Ve bunun ilk adımı da her sorunu enternasyonal bir bilinçle ele almakla başlar.
Diğer bir anlatımla karşı karşıya kaldığımız sorunların ve yaratıcılarının ortaklığı, sınıf bilinçli proletarya başta olmak üzere tüm ezilenlerin ortak düşünme, ortak çözümler arama sorumluluğunu dayatıyor. Bu sorumluluktan kaçınmak, dar-sığ bakış açısıyla hareket etmek enternasyonal düşünüş tarzıyla bağdaşmaz. Bugün dünyanın neresinde olursa olsun gelişen her haklı ve meşru mücadeleyi sahiplenmek, bu mücadeleyi kendi mücadelemizin bir parçası olarak görmek, genel manada zayıflayan enternasyonal bilince de yeniden ivme kazandıracaktır.
Yine en büyük enternasyonal görevin öncelikle yaşadığımız coğrafyalarda devrim ve sosyalizm mücadelesini geliştirmek olduğu gerçeğini bir an olsa dahi aklımızda çıkarmamız gerekir. Bu konuda sağlanacak her başarı dünyanın farklı coğrafyalarında yürütülen sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelelerine umut verecektir. Anti-emperyalist mücadeledeki dayanışmayı somut bir olgu haline getirecektir. Uluslararası planda veya bölgesel düzeyde en geniş temelde oluşturulacak anti-emperyalist birlikler ezilenlerin birleşik mücadelesi bu somut olgular üzerinde gelişip güçlenecektir.
Bu öfke isyana dönüşecektir
Faşist diktatörlük farklı temelde ekonomik ve siyasal taleplerini dile getiren ama henüz bu talepler doğrultusunda mücadeleyi ortaklaştırmayan toplumsal muhalefete, alternatif bir mücadele hattını örmeye çalışan devrimci güçlere karşı saldırılarını sürdürüyor. “Terörizme” karşı mücadele yalanlarıyla işçilere-emekçilere ve ezilenlere karşı her türlü devlet terörünü reva gören bu siyasal İslamcı-ırkçı iktidara karşı gün geçtikçe öfke birikiyor. Fakat kendiliğinden de olsa henüz bu öfke sokaklarda büyük kuvvetleri kapsayacak tarzda bir mücadeleye dönüşmüyor.
Bunun asıl nedeni geniş halk yığınlarının esas olarak örgütsüz olmasıdır. Faşist terör, dağınık değil örgütlü güçlerle, sürekli savunma ruh haliyle değil, dişe diş militan bir direniş çizgisiyle geriletilir. Yani ezilenlerin öfkesi devrimci bir tarzda örgütlenmeden, savunmacı çizgi aşılmadan bu pervasızlıkları durdurmak-geriletmek mümkün değildir. Sınıf savaşımında koşullara uygun olarak her türlü mücadele yöntemine başvurulur. Bugünkü koşullar her yönüyle bize sokakları, dişe diş bir mücadele çizgisinde yürümeyi gösteriyor. Karşımızda kendi burjuva yasalarını tanımayan, hukukuna uymayan ve uygulanan devlet terörünü haklı göstermek için halkın aklıyla alay edecek tarzda açıklamalar yapan bir haydutlar çetesi vardır.
Tabii ki, pervasızlığın bu denli boyutlanmasında devrimci güçlerin faşist iktidara karşı mücadelede yıllara dayalı bu savunma pozisyonundaki duruşlarının beraberinde getirmiş olduğu moralsizliğin, kendilerine ve kitlelere duyulan güvensizliğin de bir rolü vardır. Bu nesnel durum, doğal olarak mücadele hattında belli siyasal kararsızlıklara, geri çekilme ve savrulmalara da yol açtı-açıyor. Ve tüm bu sonuçlar sınıf savaşımının doğasında vardır. Burada asıl tehlike, bu sonuçlarla barışık yaşamak ve mücadele hattını bu sonuçların sınırlarına göre belirlemektir.
Çünkü bu düşünüş ve ruh halinin şekillendiği bir yerde devrimci cüret sakatlanır. Kitlelerin yaratıcı ve dönüştürücü gücüne olan güven sarsılır. Devrimci militanlığın yol açıcı, korkuyu korku olmaktan çıkarıcı, militan pratiği, halka ve devrime karşı olan tarihi sorumluluğu unutulmaya başlanır.
Ne yazık ki, tüm bu sonuçlar proleter düşünüş tarzında ortaya çıkan arızaların varlığına işaret eder. Bu nedenle güncel bağlamda devlet terörüne karşı mücadelede başarılarımızın düzeyini büyük oranda zayıflıklarımızdan arınma düzeyimiz belirleyecektir.