Dün olduğu gibi bugün de emperyalizm ve her türden gericilik, kendisine yönelen haklı ve meşru mücadeleleri “terörizm” olarak nitelendirmektedir. İşçi sınıfının ve ezilen halkların mücadelesini, egemen sınıfların çizdiği sınırlara hapsetmeye çalışanlar yalnız egemen sınıfların sözcüleri değildir; reformist sol partilerin sözcüleri de aynı noktada buluşmaktadırlar.
Tabi ki reformistlerin bu pratikleri onların ideolojik duruşlarıyla uyumludur. Bilindiği gibi ülkemizdeki reformist sol partiler, genel manada devrimci şiddete, gerilla savaşına karşı mesafeli durmuşlardır. Bu yönlü devrimci pratiklerden olumsuz sonuçlar çıkarmışlardır. Nitekim Mersin’de polise yönelik yapılan eylem de bu anlamda hedef haline gelmiştir. Hatta eylemi bir “terör” saldırısı olarak nitelendirenler dahi olmuştur.
Her şeyden önce değerlendirmelerimiz nesnel gerçeklere dayanmak zorundadır. Sınıf savaşımında mücadele biçimleri de bu nesnel gerçeklik üzerinden belirlenir. Devrimci ve komünistlerin, devrimci şiddetin gerekliliğine dikkat çekmeleri, şiddet sevdalısı olmalarından değildir. Bilakis, burjuva egemenlik sisteminin, karşı devrimci şiddeti, devrimci şiddeti de zorunlu kılıyor.
Sınıfsal-ulusal-dinsel-mezhepsel çelişkilerin-çatışmaların yoğun olduğu bir bölgede yaşıyoruz. Dolayısıyla emperyalist işgallere, işbirlikçi gerici faşist yönetimlerin devlet terörüne karşı direnmek, savaşmak bir tercih değil zorunluluktur. Bunu tartışmak veya “kınamak” parlamenter demokrasi hayaline kapılanlar için bir anlam ifade edebilir. Ama devrimci ve komünistler için bu tartışmalar bir anlam ifade etmez. Çünkü zulüm ve zorbalığın olduğu her yerde, direniş bayrağını yükseltmek özgür geleceğe yapılan en büyük hizmettir.
Örneğin İran’da Mahsa Amini’nin katledilmesinden sonra kadınların öncülüğünde başlatılan direniş ateşinin dalga dalga yayılmasının temelinde de direnişin haklılığı, meşruluğu yatıyor. Bu meşru eylemi samimi olarak destekleyen herkesin, TC’nin saldırılarına karşı direnme hakkını kullanan Ruken ve Sara’nın devrimci eylemine de saygı duyması gerekir.
Biliyoruz ki, TC gerillaya karşı kimyasal silah kullanıyor. Bir bütün olarak Kürt coğrafyasında cinayetler işliyor. İran’daki Molla Rejimi Peşmerge kamplarını bombalarken, TC ve işbirlikçi katilleri de Rojava’da, Süleymaniye’de cinayetler işliyor. Tüm bu saldırılara karşı gerillanın kendisini savunması kadar doğal bir şey olamaz. Saldırı varsa, savunma da bir haktır. Bu hakkın nerede-nasıl kullanılacağının inisiyatifi saldırıya uğrayan güçlerdedir.
Türk egemen sınıfları bugün işçi ve emekçilere, ezilen ulus ve azınlık milliyetlere, kadın ve LGBTİ+lara, inanç gruplarına dayattığı şey, koşulsuz itaattir. Çizilen sınırların dışındaki her faaliyet suçtur. Onun için fiili her direniş, karşısında devlet terörünü görüyor. İşte asıl soru da burada ortaya çıkıyor; Bu devlet terörüne boyun mu eğeceğiz, yoksa onurlu bir yaşam için her türlü mücadele biçiminde ısrar mı edeceğiz?
Hiç kuşkusuz devrimciler ikinci yolda yürümekten tereddüt etmezler. Zira yeni demokratik bir sistem, yeni insanla yaratılır. Yeni insan, devrim mücadelesini, komünizmi içselleştiren insandır. Yeni insan, burjuva egemenlik sistemin yaşamın her alanında ördüğü, örmeye çalıştığı paslı zincirleri kırmaya, korku mikrobunu dağıtmaya çalışandır. Yeni insan, halka dayatılan çaresizlik politikalarına karşı umut olan-çare üreten, yol göstermeye çalışandır.
İşte böylesi bir duruş, böylesi bir şekilleniş de militan bir çizgiyle kazanılır. Sınıf düşmanlarımızın yok etmeye çalıştığı, “terörizm” yalanlarıyla her fırsatta teşhir ettiği bu çizgidir. Faşist diktatörlük ezilenlerin öfkesinin devrimci militan bir çizgi etrafında örgütlenmesinden daima korkmuştur, korkmaya da devam ediyor.
Tüm bu saldırılar devrimci güçlerin sınıf savaşımı içindeki etki düzeyini zayıflattı. Bu durumdan en iyi yararlananlar da reformist sol hareketlerdir. Türkiye devrimci hareketinin mücadele tarihinde böylesi süreçler hep olmuştur. Ama köklü bir değişimden yana olan güçler, pratik tecrübeleriyle birlikte faşist diktatörlüğe karşı mücadelede reformizmin bir çözüm olmadığını gördüler. Dolayısıyla yaşananlar geçicidir. Er ya da geç daha kitlesel bir temelde bu coğrafyada da devrimci savaş sloganları dilden dile dolaşacaktır.