Ekonomik kriz ve artan yoksulluğun, iktidara olan kitle desteğinin giderek azalmasına yol açtığı doğrudur. Keza, ekonomik krizlerin olduğu her yerde sadece yığınlarda bir hoşnutsuzluk baş göstermiyor.
Aynı zamanda iktidar pastasını bölüşen gerici-faşist odaklar arasındaki çıkar çatışmaları da başgöstermeye başlıyor. Son dönemde AKP iktidarının ortaya çıkan hırsızlık ve yağma pratikleri bu tablonun bir yansımasıdır. Ama bu durumu, iktidar cephesinde yaşanan güçlü bir çözülme olarak tarif edemeyiz. Bu çözülmenin derinleşip derinleşmemesi varolan ekonomik ve politik krizin gidişatına bağlıdır.
Eğer AKP iktidarı kimi gerici-faşist Körfez iktidarlarından ekonomik, bazı emperyalist merkezlerden siyasal destek almaya devam ederse bu çözülme daha ağır bir rotada ilerleyecektir. Şu açık ki, en büyük çözülme, iç yıkımla başlar. Kitlelerin iktidara kısmen de olsa azalan desteği, ekonomik kriz, artan toplumsal hoşnutsuzluk ve egemen sınıfların diğer kliklerinin yolsuzluklara dair iktidara dönük açıklamaları bu iç çözülmeleri etkileyecektir.
Faşist AKP iktidarı da bu gerçeğin farkındadır. Dolayısıyla her zaman olduğu gibi gericilik ve hakim ulus milliyetçiliğinin kirli silahıyla saldırılarını daha bir artırmaktadır.
Egemenlerin ikiyüzlü politikalarının hacmi oldukça geniştir. Sözgelimi; bir yandan “din ve ahlaki değerler”den bahsederler diğer yandan kendilerini eleştiren, sorgulayan herkesi “din düşmanı” ilan ederler. Diğer yandan kimi cemaatlere ait dini kurumlarda gün geçtikçe artan taciz-tecavüz olaylarına karşı sessizliklerini korumaya devam ederler. Egemen sınıfların sözcüleri bu gibi konularda ölü taklidi yapsalar da gerçekler ortadadır. Tüm bu çürümüşlük, sistemin eseridir. Yani yaşananlar ne münferittir ne de rastlantı. Bilakis inşa etmeye çalıştıkları sistemin resmidir. AKP iktidarının toplumsal yaşamda dini referansları görünür kılma çabası ne dönemsel ne de seçim endekslidir. Bu ideolojik bir yaklaşımdır.
Yoksulluğun, açlık ve zulmün; işçileri, emekçileri, ezilen Kürt ulusu ve azınlık milliyetleri, baskı altında olan inanç gruplarını, komünistleri, devrimcileri kuşattığı bir dönemden geçiyoruz. Yani kimilerinin iddia ettiği gibi faşizmin ayak sesleri gelmiyor. Faşizm ezilenlerin üzerine çökmüş durumda; ilerici-devrimci tüm değerler yok edilmeye çalışılıyor. Bu zihniyetin temsilcilerinin an itibariyle ezilen geniş halk yığınlarına dayattıkları şudur: “Ya itaat edeceksiniz ya da zulümden zulüm beğeneceksiniz!” İktidar, bir yandan itaat kültürünü kalıcılaştırmaya, diğer yandan mücadele edenleri devlet terörüyle susturmaya çalışmaktadır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; emperyalist kapitalist sistemin aydınlık gelecek projesi yoktur.
Onlar karanlığın temsilcileridir. Tarihleri, yok etme, yok sayma, kan ve gözyaşı tarihidir. Bakınız güncel bağlamda Suriye, Irak, Libya vb. birçok ülkede; yine Kürt coğrafyasında ezilen halklar, uluslar, inanç grupları bu karanlık tarihin akan gözyaşlarıdır. Tabi ki, bu gözyaşının ve dökülen kanın hesabı mutlaka sorulacaktır. Ezilenler bugüne kadar bu korku duvarlarını yıka yıka tarihi yürüyüşü sürdürdüler. Ve bundan sonra da sürdüreceklerdir.
Böylesi karanlık yıllar tarihin her döneminde olmuştur. Ama ezilen yığınların daha iyi ve güzel olana ulaşma düşü, yaratıcı güçleriyle birleşince değişim kaçınılmaz olmuştur. Bu umudun işaretleri bugün de vardır.
Yürünen yolun aydınlığına ve geleceğin parlaklığına inanmayanlar ne bu gücün farkına varırlar ne de bu umudu taşırlar. Bizim için asıl tehlikeli olan budur. Egemenler tüm kirli silahlarıyla tam da bu noktalara yönelmiş durumda. Bu saldırıları boşa çıkarmanın yolu direnmekten geçer. Şu açık ki; kendi gücünün farkında olmayan ve umudunu yitiren yığınlar zulüm ve zorbalığı yok eden keskin bir kılıca dönüşemezler.
Bu nedenle her türlü dayatmacı, köleleştirici düşünceye karşı enternasyonal proletaryanın ideolojik silahıyla kuşanarak örgütlenmek, savaşmak hem bir görev hem de zorunluluktur. Bakın tarihe, halklar için yaşamı çekilmez hale getiren tüm büyük sorunlar yumağı şiddet yoluyla çözülmüştür. Devrimci dalganın geri, yığınların örgütlü gücünün zayıf olması bu gerçeği değiştirmiyor.
Enternasyonal proletarya ve devrimci güçler işçi ve emekçilerin saflarında umutsuzluğun yol açtığı tüm bu yıkımları yok ederek-yıkarak yol alabilirler. Ve yine yığınları örgütlemenin, güç olmanın reçetesi de tavizsiz bir savaş çizgisidir.